Bunu bana yapmayın arkadaş! Yani hakkaten herşeyi yapın da bunu yapmayın. Çok sevdiğim arkadaşlarımdan birisi benimle tüm iletişimini kesti. Sebebi bile yok, belki vardır ama ben bilmiyorum.

Daha bir ay önce herşeye beraber sevinip beraber üzülüyorduk. Üzülmekten bitap düştüğü zaman telefonda uzun uzun konuşmuştuk, birbirimize moral veriyorduk ya da en azından o beni çoğu zaman kendime getiriyordu moral açısından.

15 gün önce evlendiğinde en çok sevinenlerden biriydim ben halbuki, her zaman ayrı bir saygı ve sevgiyle yaklaştım kendisine ki hakkaten ablam gibi hissederdim çoğu zaman. Çok kez sıkıntılarımı dinledi, anlattığında ise ben onu. Fal baktı çok kez, iyi ya da kötü herşeyi çatır çatır söyledi.

Ne oldu da şimdi nedeni bile açık olmayan bir sebepten tüm iletişim yollarını kapadı anlamadım. En son aklıma gelen olasılık kocasıyla ilgili olması ama o da anlamsız olur. Eğer öyle ise hakkaten çok üzülürüm. Arkadaşlık o kadar kutsalken, hayat arkadaşıyla normal arkadaşı arasında kalan insanlara anlam veremiyorum. Öyle bişey olmaması lazım, olmamalı. Uff bu konuyu uzatmayacağım.

Sitem değil bu yazı, belki okur diye bir umut. Esra, hala ablamsın, hala bende yerin ayrı ama bari nedenini söyleseydin benimle bağını koparırken.

Tekrar iletişime geçme dileğiyle, her zaman mutlu ol!
dahası...


Hmm en son nerede kalmışız bir bakalım. Bir çok şey hakkında yazmışım, sınav, misafir, yazdığım hatun, müzik, otostop planı.

Tamam şimdi tek tek ele alarak başlıyoruz. Öncelikle sınavdan bahsedelim. Tahmin ettiğiniz üzere geçtim, hem de epeyce iyi bir notla: 2! (buradaki not sistemi tersten işliyor, 5 en kötü, 1 en iyi) Zaten yazılı sınavdan da 2 almıştım, konuşmadan da 2 alınca rahat rahat bölüme başlayabiliyorum artık. Bakmayın aslında 2 aldığıma çatır çatır konuşuyor değilim ama işte o da oturacak zamanla. Sınavda soru olarak Türkiye'de okumak ve kitle iletişim araçları çıkmıştı. Türkiye'de okumak konusunda sadece kendi hikayemi anlattım kafi geldi, kitle iletişim araçlarındaysa soru cevap gibi ilerledi muhabbet. Neyse sonuç olarak şukumuzu verdiler Şimdi kalan kısımda pazartesi okula gideceğim, okul şifresi falan alıp "ben yeniyim buralarda, ne yapmam gerekir" diye soracağım. Sonrasında da ders seçimleri falan derken tamamen öğrenci olacağım işte. Kurstan "helal olsun belgesi"ni 1 martta vereceklermiş, işte o zaman tamamen bitiyor kurs hayatım, üniversite hayatım başlıyor. Hadi bakalım.

Misafire gelince, geldi kızcağız, numaramı yanlış yollamışım bir saat Reumann'da takılmış. Allah'tan "nerde kaldın kız!" diye mesaj attım da haberleşebildik. Neyse bulunduğu internet cafeden koşa koşa kurtardım kızı, sıcak, samimi biri. Neyse geldi, yemek yeme demiştim, önerime uymuş. Mantarlı omlet yaptım, yemekten sonra da biraz oturup dışarı attık kendimizi. Hava bildiğin göt kesiyor, böyle soğuk olmaz. Güneşli ama güneş sadece aydınlatmaya yarıyor. O halde sokakta 5-6 saat dolaştık, Mariahilfer'de bir cafe keşfettik, bolca muhabbet ettik, Hunderwasser Haus'ta Sacher yedik. Harbi baya gezmişiz ya. O değil de kız çok fazla bilgili, tıp okuyor, Sırp ama Polonyalılara daha çok benziyor, baya uzun, sarışın, mavi gözlü falan. Aslında fotoğraf çekildik ama hala onun göndermesini bekliyorum. Norveç, Fransa, Almanya falan dolaşmış burası son durağıymış. Isfit diye bir öğrenci festivaline gitmiş. Festivalden ziyade dayanışma bişeysi gibi bişey, tam anlayamadım. Ufak tefek workshoplar falan yapılıyormuş. Akşam eve geldik, dışarı çıkarız diye umuyordum, aslına bakarsan ertesi gün konuşma sınavım var, couchsurfing'in konuşma etkinliğine katılmayı planlıyordum hatta yazdığım kızı da çağırdım, gelirsem görüşürüz demişti. Gitmedik. Başka bir yere de gitmedik. Öyle biraz oturduk evde, sonra bu duşa gircem ben dedi. Yıkanırken ben de bilgisayarda vakit öldürdüm. Sonra çekti pijamalarını yattı. Misafire sarkılmaz diye kendimi dizginledim. Hala da aynı düşünüyorum, misafire sarkılmaz. Ama o şekilde bilgisayar başında durmak hakkaten acı vericiydi, neyse geçti gitti. Sabahın köründe kalkıp uçağına gidecekti, beni de kaldıracaktı aslında ama sabah telefonumda mesajı gördüm;

"Bilal ben havaalanındayım, seni uyandırmak istemedim, teşekkürler herşey için, sınavında başarılar"

Böylelikle bir couchsurfingçi daha uğurlamış olduk. Yenisi de pazartesi geliyor. Fransız bir hatun.

İşte bu arkadaş :)



Hmm yazdığım hatuna da değinecek olursak, aramız gayet iyi. Her gece nette saatlerce konuşuyoruz ve muhabbet temaları genelde elişi, çorba tarifi, geyik falan. Muhabbeti çok şeker, hala gerçek hayatta görüşemedik ama salı günü görüşebiliriz belki. Bakalım şu anlık hayvan gibi asılma işini askıya alıyorum, önce arkadaşı olmak istiyorum, çünkü muhabbeti hakkaten çok güzel, espiri anlayışı falan on numara. Gerçi bu sefer de Nele olayına döner mi bilmiyorum ama bakalım aynı taktikten devam.

Müzik olayı rölantide devam ediyor, Manu yoğunmuş bu ara ama patlamadı. Umutluyuz.

Otostop planını da yaza erteliyorum değerli okuyan insan. Temiz temiz uçağa atlayıp 15 Nisan 8 Mayıs arası babamın elini öpmeye, anamdan helallik almaya gelcem. Hasret falan gidereceğim herkesle. Yalnız Kençal'a söz verdiğim gibi İzmir'e bulamadım bilet, İstanbul'a iniyorum ama İzmir'e de uğrarım tabi.

Genel olarak böyle akıyor işte günler. Hemen hergün bişeye vakit bulmaya çalışıyorum. Okul başlasın halim ne olacak bilmiyorum. Ha bi de elişine geri döndüm yine, kurutmaya attığımdan dolayı giyilemeyecek duruma gelen kazağımı kesip hırka haline getirdim mesela, çok sevdim. Buradan bakabilirsiniz, yeşilli kırmızılı olan.

Birikmiş ya.
dahası...


Ee sınav da geldi çattı. Bir yıldır bu çarşambayı bekleyerek gittik geldik kursa, şimdi de meyvesini alma sırası artık. Evet son sınavımdan bahsediyorum. Yazılı sınavları verdik, sadece konuşma sınavı kaldı. Gidip bölümden hocalarla muhabbet edeceğiz, Viyana'yı kurtaracağız. Rakı masası gibi muhabbetler dönecek diye düşünüyorum. Her neyse canı sıkacak bişey yok. Çalş diyenler oluyor da neye çalışılır ki konuşma sınavı için? Bugün ve yarın almancaya abanacağım işte, gerisini de Lisa ve pek değerli BOKU hocalarına bırakıyorum. Okulu anlatmıştım geçenlerde, işte oraya ulaşmam için tek bir sınav daha kaldı, ondan sonra hep ordayım. Güzel olacak.

Tüm bunların yanında yarın yine bir misafirimiz var, sınav öncesi. Umarım o da benimle almanca konuşma gününe gelmek ister. Yoksa tüm gün ingilizce konuşup sınava gidersem sınavda dilleri şaşabilirim, hoş olmaz. Ben diller arası hemen dönebilen insanları anlamıyorum. Tamam ana dilinden bi yabancı dile dönersin rahat ama iki yabancı dil arası nasıl dönebiliyorsun anında?

Bu hafta yine hayvan gibi dolu geçebilir, öyle düşünüyorum yani. Manu arayacak bu ara, akşam Bojan'la görüşmem gerek, evi toplamam gerek miasfir için. Misafir gezdircem, sınavı geçersem onu kutlucam, okul kaytları başlamış olacak, USI'ye gidip aikido kaydı yapmam lazım, BOKU'dan şifremi almam lazım (bu 3. kez olacak), yine unuttum şifremi, geçen hafta buraya varmış olan arkadaşla hiç görüşmedim, onunla görüşebilirim, epeydir görüşmediğim eski dostları da aramalı, Dayı'nın pişirdiği balıktan yemeli vs. vs. Harbi liste uzayıp gidecek bıraksam ucunu. Amma çok şey biriktirmişim. Bırak biriksin ya, evde oturup durmaktan iyidir. Ha bi de bu ara bi kıza yazıyorum da sanırım sevgilisi var, olmayacak gibi. Bırakayım değil mi peşini? Ama söylenenlere göre bir yıldır falan çıkıyormuş, evlenmeyecekse bıraksın biraz da ben çıkayım (zihniyetimi sikiim). Öhöm kabalaşmayalım.

Aman her neyse. Ne diyorduk? Ha paskalyada çok çılgın (!) planlarım var. Aşağ yukarı bir aylık vaktim var. Aileme bileti yanlış tarihe aldırdığımı farkettiğimde arayıp 15 Nisan - 8 Mayıs arasına öteleyin bileti dedim, onlardan da "yaza bişey kalmadı, o zaman yazın gel diye bir teklif geldi, aklıma yattı, hoşuma da gitti. O zaman dedim, siz bileti yaza alın ben buradan otostopla yardırır gelirim. Önce Arona'ya (Arona, İtalya'nın kuzeybatısında yer alan, Milano'ya çok yakın olan bir kasaba gibi bir yerdir) uğrarım, Indre ve Ekatarina'yı ziyaret ederiz, oradan da kaptır bakalım doğuya. Bu plan şimdilik biraz ütopik olsa da haritayı bir kontrol ettim de 922km Viyana'dan Arona, 2600 km Arona'dan İstanbul. Kabataslak bir hesapla 15'inde buradan çıksak, gece gibi Arona'da oluruz. 18'i gibi de Arona'dan çıksak 20-21'i gibi en kötü Keşan'da oluruz diye umuyorum. Sonrasında epey vakit kalıyor. Dönüşü de otostopla düşünüyorum tabii ki. Hatta Nedim Abi'ye bi sorarız o sıra yük getirecek miymiş Viyana'ya, eğer öyle olursa İnegöl'den atlarız, 2 günde Viyana halinde oluruz.Güzel hayaller bunlar. Şimdilik hayal ama unutma ki Dortmund ve Strasbourg seferi de hayalle başlamıştı. Gerçi öncesinde halledilmesi gereken epeyce şey var ama rafta duruyo plan. Nisan başı tekrar yatırırz masaya.

Hadi bakalım duaları alalım çarşamba için.

Ha bu arada O tanıştığım Uruguaylı ablayla Manu iletişime geçmiş, bu müzik olayı katlanarak büyüyor. Sonu nereye dayanacak bilmiyorum. Davulda ben varım ya gerisi çokta mühim değil, alın istediğiniz kadar sağlam müzisyen, daha da iyi olur hatta.

Bu son, sonra kapatıyorum. Sınava girecek olan arkadaşlardan okuyacak olan olursa diye not düşeyim, hiç sıkıntı yapmayın, sınava giripte kalan olmamış aldığımız verilere göre, sadece hocayı anlayın, sorulara düzgün cevap verin, biraz güler yüzlü ve rahat olun. Sizi bırakmaya değil geçirmeye uğraştıklarını da aklınızdan çıkarmayın. Yapamam demeyin, dediğiniz an zaten sınava bile girmeyin. Karşınızdakiler hoca değil, siz de sınavda değilsiniz gibi düşünün, aksın muhabbet zaten en fazla 10 dk muhabbet edeceksiniz, sonrasında hoca "hadi bakalım hayırlı olsun" deyip yollayacak sizi. Öperim hepinizi, hepinize ayrı ayrı bol şanslar.
dahası...


Son misafirimizi de yolladıktan sonra daha rahatız artık. Sevimli bir yaşlı teyze, bizden fazla enerjisi var kadının. Evet couchsurfing aracılığı ile geldi ama çok ilgilenemedik kadınla çünkü gider gitmez Berlin'den bir çift bekliyorduk gelmediler, ben de öyle mal gibi evde beklemiş oldum. Arkadaş gelmeyeceksen bari mesaj falan gönder. Profilinde Viyana'da olduğu yazıyor (CS'de internete nereden bağlandığın yazıyor). Her neyse, çok vakit geçiremesek de Marion'la yine de yeterliydi. Kendisi aslen Alman ama İrlanda'da yaşıyormuş. Nereden baksan 50'sini devirmiştir, baya devirmiştir hem de ama ona rağmen hala geziyor kadın. Geçen sene Mali'deymiş mesela çöl festivalinde. Bize bir sürü Afrikalı grup tanıttı, hakkaten güzel müzikler de var aralarında. Kadın çok pozitif, neşeli bişey. İlk geldiği sıralarda ingilizce anlaştık ama sonrasında "bi yıldır burdasın hala almanca konuşamıyor musun?" dedikten sonra tüm muhabbetler almancaya döndü. Çokta iyi oldu. Yapığımız hataları hep düzeltti falan, resmen bir günlüğüne özel hocamız oldu. Berlin'liler gelecek diye de ertesi gün gitti. Bileklik değiştik, ben ona kendi ördüğümü verdim o da bana "Unite Against Hate" bilekliği verdi. Çok mutlu oldum hakkaten.

Bak bu da "Turuncu Kardeşliği" temalı fotoğrafımız :)


Bunların haricinde de yine bir platonik aşka tutulacak gibiyim. Aslında tutulmam yani niye tutulayım da garip işte, şimdilik bişey yok anca muhabbet muhabbet. Bir de sevgilisi var heralde zaten, onu kavramış değilim. Neyse. Anlaşılır nasılsa.

Çarşamba günü saat 12:15'te konuşma sınavıma giriyorum, başardığım takdirde üniversiteye başlayacağım, şans dileyin ;) 

Dün Berlin'lileri beklemekten sıkıldığımızda yine bi psytrance partiye gidelim dedik, elimizde beleş giriş kuponları vardı ama meğerse sadece saat 22:00'e kadar geçerliymiş, biz de oturduk Dick Max'te bira içtik. Buranın birası uygun fiyata olan yegane yerlerinden, hem de yeni insanlarla tanışmak için birebir. İki Türk bulduk, iki yıldır burdalarmış yüksek lisans falan filan. Onlarla epeyce muhabbetten sonra oturup memleket kurtardık. Zaten 3-5 adam oturup içmeye başlayınca önce futbol, sonra karı kız ardından da memleket meselesi tartışır, şaşmaz yani bu. Kurtaramadık memleketi ama olsun. Üstümüze kitleyeceklerdi artık saat sabah 4 gibi kovaladılar. 

Viyana hükümetine tekrar teşekkür ederim, 24 saat metro seferi başlattığı için. 

Bu arada 22 Mart'ta memleketi ziyarete gidiyorum, bekleyin anacım.
dahası...


Yine bişeylere üşendiğim günlerden birisi ama öyle bir lüksüm yok. Üşenmeye takatim yok, bokunu çıkarıyorum her anın. Pazartesi Free Hugs yaptım, zaten anlattım. Ertesi günü yine couchsurfingin bir lütfu olan almanca alıştırma gününe katıldım. Bir barda toplanıp almancası kıt olan biz fakirler kendimizi zorlayıp almanca konuşmaya çalışıyoruz. Herkes başka dillerde de anlaşabilecekken sadece almanca konuşuyoruz. Eğlenceli aslında, yalnız olmadığını anlıyorsun.

Başlarda Bojan'ın gelmesiyle biraz sıkıldım o etkinlikte. Bizim sınıftan Bosnalı bir arkadaş bu Bojan ama espiri anlayışı pek uymuyor bana, sıkıcı bi adam nazarımda ama ona rağmen sürekli beraberiz adamla. Uzunca süre onunla takıldıktan sonra sattım adamı, ne yapayım dayanamadım. Toshimi'yi gördüm onun yanına gittim. 3-5 kelime japoncanın ardından yanındakilerle beraber almanca muhabbete giriştik ama Toshimi erken ayrıldı, biz de Uruguaylı bi ablayla muhabbet ettik. Kadın müzisyenmiş. Baya da güzel şarkıları var. Bu ara hep müzisyenler çıkıyor karşıma. Bu gruplarının sayfası Bu da kendi solo çalışmaları. Konservatuar okumuş ama bitirmemiş. Gayet hoşsohbet bir ablaydı. 23:30'a kadar muhabbetten sonra son metroyu kaçırmamak için ikimiz de kalktık, metroya doğru yürüdük, yolda da biraz lafladık sonra evlere dağıldık. 

Eve geldiğimde couchsurfingin forumunda birisinin sokakta kaldığını gördüm, sms attım cevap gelmedi. Zaten beş saat önce göndermiş mesajı. Dün mesaj attı işte; "Çok teşekkürler, kalacak yer buldum ama müsaitseniz yarın sizde kalabilirim" ben de tabii ki ya seve seve dedim. Çok tatlı bir yaşlı teyze, sabah gelip çantalarını bıraktı, gezmeye çıktı. Akşama güzel bir yemek yapayım, oturur yeriz, muhabbet ederiz. Djembe falan çalıyormuş, müzikten gireceğiz yine muhabbete. Hem bu sefer almancası da çok iyi yani almanca alıştırma yapmak için de ideal.

Ayrıca okulu gezdirdiler bir rehber eşliğinde. Zaten daha önce defalarca kez gitmiştim merakımdan ama bu sefer bambaşkaydı. Aşık oldum okula. Okulum BOKU bu arada Uviversität für Bodenkultur. Resmen ODTU havası sezdim. Çok komünal bi okul. Derslikler falan filan bildiğin okul ama sosyal hizmetleri inanılmaz. Birkaç örnek vereyim. Okul Viyana'nın en taşaklı semtinde bi kere, trafik gürültüsü pek yok, etrafta bolca ağaç, park, orman falan var. Havası güzel, biraz tepede kalıyor. Seraları, birkaç tane binası falan var. Mesela okulun barı var TÜWI adında. Sadece bizim okulda gördüm onu, diğer ünilerde yok. O barda da sadece bio gıdalar satılıyor. Pizzalarının hamurlarını bile kendileri açıyorlarmış. Çok güzel bio biraları var, leziz. Barı tam salaş, sanki herkes evinden bir çekyat bir sandalye getirmiş te öyle düzmüşler içeriyi. Hemen yanında ÖH'sı var. Öğrenci birliği gibi bişey, ne konuda olursa olsun başın sıkıştığında danışacağın tek yer. Neyse kütüphanenin arkasında bir bina daha varmış daha önce görmemiştim, mükemmel bir mimarisi var, betimleyemem. İçerisi sera gibi. Oranın kapısı bir avluya açılıyor ve çok güzel bir tabiat, ve bir de otoparkı var. Otoparktaki araçlar okula ait ve lazım olursa oradan çok cüzi bir miktara ödünç alabiliyorsun. Mesela ev taşıyacaksın, "abi ev taşıcaz minibüsü ödünç alabilir miyim?" dediğinde anahtarı veriyorlar eline. Oranın hemen yanında yanyana sıra sıra barakalar var, okul kantini, çocuklar için kreş (öğrencilerin çocukları için) ve sadece bizim bölümün bir barakası var. Peyzaj mimarlığı için yani. Bunları gördükten sonra kesinlikle bir gün daha fazla almanca kursu yapmam. Bir an önce bölüme başlıyorum. Zaten sınavlarımı verdim bir tek konuşma sınavı kaldı, onu da önümüzdeki hafta halledip bölüme başlıyorum. Mükemmel ya BOKU!

Neyse canlar öyle işte. Yarın da Berlin'den bi çift gelecek iki geceliğine onlardan iki gün sonra da Norveç'ten birisi daha. Bokunu mu çıkardık acaba diye düşünüyorum da, yoo bizim ev neredeyse hiç bir zaman sadece ev sahiplerinin konakladığı bir yer olmadı ki, mutlaka bir arkadaş oluyor evde. Hem her gelenden mutlaka yeni bir şeyler öğreniyoruz, gayet eğitici birşey yani böyle insanları ağırlamak.

Bi de dün WWF aracılığıyla yarım km2 yağmur ormanı kurtardık. Fazla sevgi doluyum bu ara. Herkesi bağrıma basasım var.

Gel öpüjemm.
dahası...

Dahası »


Sevgililer gününü tüm Viyana halkıyla beraber kutladım arkadaş! Free Hugs'ı mutlaka bir yerlerden duymuşsunuzdur. Beleş kucak. Aslına bakarsanız birisine sarılmaktan öte bir şey. Başka birisine, tanımasanız bile kucağınızı açabileceğinizin hayata geçmiş halidir Free Hugs. İnsanların birbirinin yüzüne bakmaktan bile aciz olduğu zamanda sadece gülümsemeniz değil, karşılık beklemeden sarılmanızdır Free Hugs (ulan cümleyi oturtamadım neyse) yani anlatmaya çalıştığım hakkaten güzel bişeydir Free Hugs. İşte böyle bir etkinlikteydim bugün.

Bu da en meşhur Free Hugs vidyosu:




Fikir anası Sofia idi, couchsurfingten. Etkinliği görür görmez Talha çocuğa haber ettim, ne zamandır böyle bişey bekliyordu zaten. Benim dersim olduğundan dolayı biraz geç katıldım. Ders biter bitmez koştura koştura gittim Stephansplatz'a. Talha çocuk eve gitmiş, o da oradan gelecekti. Bir kaç arkadaşı da peşimize takıp gittik meydana.

- Sofiaaaa.
- Bilaaaal.
- Başka kağıdın var mı?
- Bunu alabilirsin ya da kendin şunlardan birine yazabilirsin.
- Tamam bunu alıyorum.

İlk kucaklaştığım Sofia oldu, sonrasında diğer pankart tutanlarla kucaklaşıp başladık insanlara gülümsemeye. Sonrasında da Talha çocuk belirdi. İnsanlar biraz .ekingen, biraz anlamsız, biraz neşeyle bakıyorlardı. Yine de her türlü tepkiye hazır vaziyette "Free Huuugsss, Gratis Umarmungeeenn" diye bağırdık etrafta. İlgi yoğun denecek kadar vardı. İnsanları bir anlığına da olsa gülümsetsem yetecekti ve başardım. Bir çok insana sarıldım, inanılmaz bir deneyimdi. Gözleri kızarmış bi adam vardı, beni görünce gülümsedi, sıkıca sarıldı ve ardından "danke" deyip uzaklaştı. Sanırım biraz da olsa keyiflenmişti. Yaşlı bir teyzeye gösterdim kağıdı;

- O ne?
- Beleş kucak, sarılmak tamamen beleş.
- Eğer istersen tabii ki sarılabilirsin

Çok tatlı bi yaşlı teyzeydi, giderken arkasına gülümseyerek bakıyordu. Başarmıştım işte, asıl yapmak istediğim buydu. Dönüşte bana çikolata almış onu verdi.

- Buyur, bu bana sarıldığın için.
- Çok teşekkür ederim ama bu beleş, vermek zorunda değilsiniz.
- Yok yok al, ben teşekkür ederim.

Olabildiğince yaşlılara sarılmaya çalıştım, diğerlerinden daha çok ihtiyaçları var bence ve gerçekten mutlu oluyorlar. Bir kaç kez gezmeye gelen öğrenci gruplarının arasında kaldık, toplu sarılmalar gerçekleşti, boğulacaktım ama neşeliydi piçler. öhöm neyse kabalaşmayalım. Üç kızın arkamdan saldırısını da diğer arkadaş önledi, koşturarak geliyorlar, Mert eğer "abi arkana bak geliyorlar" demeseydi yere yığarlardı. Başka bi abla da "bugün kimseye sarılmamıştım" dedi.

Saat 6'yı geçene kadar insanlara sarıldık. Epeyce üşüdük ama değdi.

Ve tekrar teşekkürler couchsurfing, teşekkürler Sofia

dahası...


- Off çok kalabalık.
- Napalım?
- Bilmem, girsek mi?
- Sen söyle.
- Sen seç.
- Girelim diyorsan girelim, istemiyorsan gideriz. Var mı tanıdık etrafta?
- Yok. Gel girelim ya.

Basamakları ağır ağır indikten sonra kalabalığa karıştık. Hala etrafta tanıdık birilerini bulmayı umuyorum. Tanıdık olmasa da olur, sadece bir yerlerde bir kere görmüş olsam yeter, güvenim artacak.

- Aa bak bu adamı tanıyorum.
- Hah iyi.
- Ama öyle çok muhabbetim yok. İçeriye yürümeye devam et abi.
- Tamam.
- Aa Oğuzhan! Naber abi?
- İyidir senden naber?
- İyi ya. Boş mu burası?
- Boş boş.
- Eyvallah.

Oh be tanıdık bir yüz. Şimdilik etrafı süzmeye devam. Mutlaka birileri muhabbete girecektir diye umarken beklediğimizden daha çabuk vuku buldu umudumuz. Manuel ve Justyna. Baya muhabbet ettikten sonra Manu bira ısmarladı, keyfimiz daha da katlandı. Meğerse o da perküsyoncu arıyormuş, dedim uzaklarda arama buradayım işte. Böylelikle kendime grup bulmuş oldum sevgili okur. Müzik yapacağım yine. Bak bu da Manu'nun şarkıları. Sonrasında Manu bir yerlere kayboldu, ben de tuttuğumla muhabbet etmeye devam ettim. Achtung desen zaten birilerine sarmış durumda. Masanın karşısında oturan Avusturyalı bayanla konuştum, Josh geldi onla biraz muhabbet ettik, İranlı bi eleman geldi rastalı falan onla epey İstanbul'dan konuştuk. Sonra o geldi işte. Theresa en azından Achtung adının Theresa olduğunu söylüyor, ben unuttum. Muhabbet etmekten adını öğrenmeye vaktim olmadı. Zaten "ot var mı ot" diye geldi yanımıza. Dedik ne gezer. Prag'tan geliyormuş, otostopla. Salzburg'ta kayak hocalığı yapacakmış. Uzunca süre otostoptan konuştuk, farklı kültürlerden, birbirimizin işlerinden, okullarından, herşeyden. Nefes kesiciydi. Harbiden çok tatlı bir arkadaştı kendileri. Fotoğraf falan da çekti halbuki ikimizi birden, yanak yanağa. Neyse. Kalacak yerlerinin olup olmadığını sordum, sonuçta otostopla geziyolar ve Couchsurfing sayesinde bir yerlerde kalıyorlar. Varmış. Sonra şapkama taktı;

- Şapkan çok güzelmiş.
- Teşekkürler, annem yaptı.
- Hadi ya? Bana versene.
- Annem yaptı, veremem.
- E annen hala hayatta değil mi? Yapar sana yine.
- Burada hala kış ve hala ihtiyacım var ama yaza doğru buluşursak veririm.
- Ya yaza çok var. Karşılığını veririm. Bak bu bilekliği arkadaşım yapmış, 10 sene falan önce, çok değerli.
- İnan veremem, ama istersen benim bilekliği verebilirim, onu da ben yaptım.
- Yok, ben şapkanı istiyorum. Çok güzel.
- Üzgünüm.
- O zaman yazın buluşuyoruz, ben de şapkayı alıyorum.
- Anlaştık.
- O zama seni feysbuğa eklemem lazım. Adın ne?

Telefonuna "yufkayureklikelgobekli" yazdım, böyle ararsa bulacağını da. Hala eklemedi. Aslına bakarsan yolda falan olacak ve gittiği yerde interneti var mı bilmiyorum. Ne couchsurfingte ne feysbukta bulabildim kızı. Kayıplara karıştı resmen ama umudumu yitirmedim.

Ertesi gün Oğuzhan'la buluşacaklardı bir mevzu için, ben de gidecektim aslında 12 gibi Karlsplatz'a, uyanamadım tabi. Neyse "Biz gidiyoruz, yarın görüşürüz" dedi, öptü ve gitti. Öylece kaldım. "Kalsaydın" diyemedim. Neyse. Onlar gittikten sonra ben de kendime bi Japon eleman buldum onla muhabbet ettim. Yarı Japonca yarı Almanca yarı İngilizce muhabbet ettik. Çok konuşkan değildi, tam sıkılmaya başlamıştım ki Manu geldi, yanına çağırdı;

- Abi buradan çıkışta bize gidiyoruz, bira var evde, devam ederiz muhabbete.
- Olur.
- Olur? Tamam süper ama herkese haber etme, o kadar kişiyi kaldıramayız.
- Tamamdır, şu bizim oğlan da gelsin uzun saçlı olan.
- Tamam o gelsin.
- Tamam o zaman ben onu bulayım.
- O zaman şimdi bikaç kız bulmak gerek.
- İyi şanslar.

Sonunda Achtung'u buldum, Manu da hazır, gidiyoruz. Kapının önünde pineklerken bikaç sarhoş elemanla da ayak üstü muhabbet ettik, komikti adam. Atladık taksiye ben, Achtung, İrlandalı bi eleman bi de Nijeryalı bi abla. Manu ile diğer eleman diğer taksiyle gelecekler. Viyana'da ilk kez taksiye biniyorum. Yolda çokça gülüştükten sonra kapının önüne vardık. Manu'yla diğer eleman da geldi. Şu dialoğu da yazmam lazım.

- Manu evin nerede?
- Burası işte, sokakta yaşıyoruz biz.
- Ya hadi ama işemem lazım.
- Biz işemeyiz.
- Hadi canım, insan değil misin sen?
- Hayır Avusturyalıyım.

Son cümleden sonra koptuk sonra Achtung altına etmesin diye eve koştuk. Ev on numara. Betimleyemem şu an ama süperdi. Neyse geçtik bi odaya, yerde cajon, üç tane gitar, bongo falan gayet müzikle içiçe bi ev. Ben direkt olarak cajona atladım, diğerleri birer gitar aldılar başladık doğaçlamaya. Bi süre sonra komşulardan çekinip bıraktık müziği. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi Manu kız bulma konusunda başarısız olmuştu ve evde kız bulabilen sadece İrlandalı eleman vardı. Bir süre sonra biz sigara içmek için Manu'nun odasına girdiğimizde yan odanın kapısı kapandı ve "ah, oh, tak tak tak" sesler gelmeye başladı. Hepimiz birbirimize bakıyoruz, "ulan adam resmen daldı başka bi odaya" diye. İşleri bitmeden önce evin diğer sakini Justyna girdi kapıdan. Polonyalı şeker bi kız. Biraz tepesi attı içeridekileri duyunca, bize dert yandı falan ama artık saat 05:00'i geçiyordu, biz de ufaktan yollanmalıydık. Manu süper ev sahipliği yaptı, muhabbeti de süperdi, her türlü geçer not veririm adama. Sonra Justyna ve Manu sarılarak uğurladılar bizi. Uykusuzluktan ölmek üzereydim. Saat 07:00'da girebildiğim yatağıma, ertesi gün ise 13:00'de kalkınca Theresa kaçtı tabi. Ah ulan.

Neyse işte bu yazdığım olayların hepsi couchsurfing'in Stammtisch buluşmasından karelerdi efendim. Her ayın 11'inde toplanıyor bu cemaat (aslında her yıl, o yılın son iki hanesinde toplanılıyor. Geçen sene her ayın 10'undaydı buluşmaları, bu sene 11'inde). Avrupanın büyük toplantıları arasında geçiyormuş. Öyle işte, tekrar teşekkürler couchsurfing, tekrar teşekkürler tanrım.
dahası...


Misafirlerin gitmesine dayanamayan yürek kendini sokaklara vurmuştu. Hava rüzgarlı da olsa tam gezilesi, güneşli falan. Onlar evi terkettikten sonra biz de sokaklara attık kendimizi. Sokaklar boyunca dolaştık, durmadan Ekatarina ve Indre'yi anlattım bizim oğlanlara. Yoksa o başka bi gün müydü ya? Yok yahu o gündü işte. Her neyse. Havanın güzel olmasından mütevellit önce şehir meydanını gezdik ardından taa şuralarımda birşey (yazar burada sağ elini sol göğsüne koyarak anlatmaya devam eder) Burggarten'a gitmemiz gerektiğini söyledi. Oturduk banka, başka bir arkadaşın gelmesini bekledik (yok yahu bu olay p.tesi olmuştu). "Gelirken şarap al lan, beyaz olsun!" dedikten sonra kapadık telefonu, gelince de ufak ufak şaraplandık. Derken, yüreği güp güp ettiren o an geldi. Nele. Birden karşıdan belirdi.

- Merhabaaa, nasilsiniz?
- Aaa naber Nele?
- İyiyim ama çok zaman türkçe konuşmadım, unuttum.
- Yok canım, unutmazsın.

Havadan sudan devam etti muhabbet. İlk başlarda yüzüne bakamadım, garip oldum, sonrasında da %11 alkol oranlı beyaz şarap çarptı resmen, bi sersemletti, çarptı resmen. Sonra ufak ufak, daha az çekinerek muhabbete devam ettim. Yanında da ev arkadaşı vardı, sevimli biri. Sonra o arkadaşı gitti, başka bi arkadaşı geldi. O gelen kızı birkaç partiden tanıyordum zaten, ayak üstü sohbetin ardından Nele'nin yanına oturdu, onlar aralarında muhabbete daldılar, biz de kendi halimize döndük. Bi ara gözlerini kaçırarak ve biraz tripvari bir tavırla bizim misafirleri sordu, gittiler mi diye. Sadece o kadar, uzatmadı hiç o muhabbeti. Bi ara üç tane Türk genci gelip binanın önünde fotoğraf çekiliyolardı, Nele bana döndü; "bak biz böyle tanışmıştık". Sonra arkadaşına tanışma faslımızı başından anlattı. Biraz gülüştük, anılar tazelenince. Okullardan bahsettik, ayrı olduğumuz sürece yaptıklarımızdan falan. İspanya'ya gitti dün, 2-3 hafta oralarda olacakmış. geldiğinde daha sık görüşürmüşüz, umarım öyle olur. Sonra hava ufaktan kararmaya başladı, arkadaşıyla birlikte gözden kayboldular. Hala çok tatlı, hala gözlerinin içine içine bakmak tedirgin ediyor, hala... Neyse. Hayatta pek çok yanlış yaptım, yapmadan bu zamana gelemezdim zaten ama hiç birinde keşke demedim. Bu olayda da demiyorum ama bi şarkı dinledim bi anlık cız etti, benim olayla biraz bağdaştırdım. Sormasaydın yerine sormasaydım diye dinleyince cuk oturuyor. Hem güzel de şarkı, siz de dinleyin.



O günü de öyle harcadık işte. Önceki akşam ya da misafirlerin gittiği akşam bi sokak çalgcısı görmüştük. Hang Drum çalıyodu. Ondan bana iş çıkabilir, yani çalışma manasındaki iş. Çok değerli bilgiler edindim.

Ararsa falan haber ederim ;)

O değil de bu ara hava ne güzel lan! Ama yaz kurak geçer böyle devam ederse, ben razıyım güneşsiz bikaç aya daha, yağmur yağsın.
dahası...


Nasıl anlatsam, nereden başlasam? Couchsurfing etkinliklerine devam, bu seferki misafirlerimiz İtalya'dan vardılar buraya. Gelmeden sadece iki gün önce talep göndermişlerdi, biz de seve seve kabul ettik. Tabii ki gelene kadar nasıl birisi çıkacakları belli değildi. Neyse adresi telefonu biliyorlardı, biz de gelecekleri saati. Başladık beklemeye. Metrodan çıkınca ararlar diye bekliyoduk, telefon çaldı, sonrasında bi mesaj; "we are down, open the door please"

- Hasiktiiirr!! Güneş çık çabuk banyodan gelmişler.
- Nereye?
- Aşağıdalarmış olm, çık hadi.
- Oha! Tamam.

Dese bile kızlar geldiğinde hala banyodaydı. Banyo da mutfağın orta yerinde olunca, hoş bir karşılama olmadı tabi. Neyse indim aşağııya, karşıladım arkadaşları, güler yüzlü iki kız. İlk izlenimleri gayet tatlı. Çıktık yukarı, güneşi bir takım kapılardan saklayarak giydirdik sonrasında çaylarımızı yudumlamaya başladık. Günü evde öldürmek uygun olmayacağı için arkadaşlara tarhanayı tanıttıktan sonra dışarıya bıraktık kendimizi. Bolca gülüp, şehri gezdik. Sonrasında Rhiz adındaki bir barda süper bir deneysel müzik dinledik, Nele'nin "neredesiniz?" mesajı keyfime keyif katmıştı ancak gelmedi. Litvanya ile ilgili epeyce geyik döndü. Litvanya'nın toplam nüfusu üç milyonmuş. Neyse. Metro bitmeden eve döndük, yorgunlardı, bıraktık onları uyudular.

Ertesi gün onlar erkenden kalkıp dolaşmaya çıktılar, öğleden sonra, akşam üstü gibi yakaladık onları şehirde, biraz dolandıktan sonra bu sefer başka bir mekanda yine deneysel bir müzik dinlemeye gittik, İndre'ye yeni lakap bulduk; "Sosis!" günler hakkaten eğlenceli bir şekilde geçiyordu.

Cuma günü ise yeni uyandığımız saatlerde Ekatarina "evde misiniz?" diye. Indre'yi kaybetmiş. Telefonla ulaşmaya çalıştık ama nafile, bulamadık. Biz de şehir merkezine gitmeye karar verdik, belki oralarda karşılaşırdık. Birkaç ayakkabıcı dolaştıktan sonra hakkaten yolda yürürken İndre'ye rasladık.İtalya'dan gelen diğer arkadaşlarıyla buluştuk, Donauturm'a çıktık, Sacher yedik, Melange içtik (Viyana'nın yöresel tadlarıdır efendim bunlar). Kule sürekli dönüyor ama baya hızlı bir şekilde, yazın da bungee jumping yapılıyormuş 140€. Indre yazın yapmaya gelecek. Ardından bi klisede klasik müzik konseri dinledik. Bildiğin gotik gibi çalıyolardı klise orguyla. Bizim mevlütler falan daha eğlenceli, ona karar verdik Güneş-kun'la. Sonrasında biryerlere gidip bira içtik, İtalya'dan, Türkiye'den, onların gönüllü olduğu projeden, alkolden falan konuştuk, diğer arkadaşlarının bize alışması biraz zaman aldı ama sonrasında gerçekten eğlendik.

Ertesi gün artık ayrılma vaktiydi. O kadar alışmıştık ki gitmesinler istedim. Sabah kalkıp son kalan birkaç yeri daha gezmeye gittiler, çğleden sonra eve gelip bavullarını alacaklardı. Son kez çay içtik beraber ve hatıra fotoğrafı çekildik (aslında bir sürü fotoğraf çekilde o günler içerisinde ama bu toplu olan ilk fotoğrafımız olacaktı). Artık ayrılık vakti, kapıdan uğurladık, sonra Güneş-kun'la sarılıp ağlama numarası yaptık, apartmandan kahkaha patlaması geldi, biz de koptuk. Gitmişlerdi. Prag'a davet ettiler defalarca, sonraki durakları Prag'tı. Güneş'in kursu vardı, benim de almanca konuşmaya başlamam lazım, konuşma sınavı yaklaştı, kibarca reddettik ama Milano'da buluşma sözü verdik birbirimize. Haziran bitmeden önce mutlaka ziyarete gideceğiz.

Bak bu da elimde olan tek fotoğrafımız. Diğerlerini onlar gönderecekler.


Sol baştan; Indre, Ekatarina, Ben, Yukarıdaki Talha, diğeri de Güneş-kun.

Sonraki birkaç günüm onları özlemekle geçti, kendime gelemedim. Yine gelsinler, hep gelsinler.

Her giden CSer'ın ardından böyle olacaksam işim zor.
dahası...


Couchsurfing yüce bir şey. Neredeyse iki haftadır sadece couchsurfingle ilgili şeylere takılıyorum desem abartmış olmam. Bu seri iki hafta önce Schnupwinkel'da almanca pratik yapma toplantısına katılmamla başladı. Tek başıma bilmediğim bir ortama katılmanın vermiş olduğu gerginlikle "hadi bakalım" diyerek çıktım evden. Zaten mekanı bulana kadar canım çıktı. Neyse zor da olsa buldum mekanı, içeri girer girmez tombul ve yaşlı olan barmen amcaya sigara içilmeyen bölümün neresi olduğunu sordum, o da direkt olarak "couchsurfing mi?" dedi. Gösterdi oturanları ki epey fazla kişi vardı, daldım aralarına.

- Couchsurfing meeting?
- Yes!
- All of you?
- Yes.
- It is more crowded than I thought.
- hehe.

Bu kadar bağırlarına basacaklarını hiç düşünmemiştim. Yeniyim diye herkes ilgilendi neredeyse. Gitmeden önce etkinliğe katılanlara baktım bi tane de Japon hatun vardı. Kesinlikle tanışmalıydım. Her neyse başladım tuttuğumla almanca muhabbet etmeye, havadan sudan. Öğrenci misin? Çalışıyor musun? Ne işin var burada? Nereden geldin, nereye gidersin falan filan.

Uzatmadan, gecenin sonlarına doğru muhabbet çemberinde ben, Japon kız, Ekvatorlu bi kız daha, Estonyalı bi hanım kızımız, İtalyan bi amca, Fransız bi abi vardı. Toshimi'yle baya muhabbet ettik, japonca ingilizce karışık :)

Sonraki hafta perşembe günü Toshimi Japon yemekleri günü düzenledi, yine tek başıma atladım gittim. İyi ki de gitmişim. Bir sürü süper insanla tanıştım, muhabbet falan süperdi.

Son olarak dün uğurladığımız Jang var. Adam ilginç biriydi, Viyana'ya varır varmaz cüzdanını kaybetmiş, onunla uğraşmaktan gezemedik adam akıllı ama kafi geldi çocuğa, baya da sevdi bizi, "nasıl ödeyeceğim hakkınızı bilmiyorum" falan dedi dakka başı. Adam iki gece kaldı ama o sorumluluk duygusu ağırdı harbi. Rahat ettirme durumu, düzgün yemek yedirme falan derken yolcu ettik adamı, biz de derin bir nefes aldık.

Sol baştan; Talha, Güneş-kun, Jang Oh, Bilo

Şimdi evi tekrar temizleme zamanı ve yeni CS'ciler ağırlama :)

Gelmek isteyen olursa couch request göndersin ;)

Bilo'nun couchsurfing hesabı :)
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.