"Yapamadın değil mi?"
"Yapamadım."
Bankta suskunluğu bozan ilk tümceler olmuştu.
Neydi peki yapamadığın? Dersler mi ağır geldi? Neden pes ettin?"
"Düşündüm."
"Neyi?"
"Neden yaşadığımı."
"Buldun mu?"
"Bulsam burada olmazdım, hala arıyorum. İşte bu yüzden yapamadım."
"Avrupa'daydın, mis gibi yaşamın vardı, yediğin önünde yemediğin arkanda, her milletten kadın" dediğinde kafamı kaldırdım.
"Kadın mıdır hayatın anlamı?"
"Nedir?"
"Mutlu olmak."
"Mutlu değil miydin orada?"
"Hayır."
"Burada olacak mısın peki?"
"Denemeden öğrenemeyiz değil mi?" deyip kalktım ayağa.
"Nereye?"
"Yürüyelim biraz."
Birkaç adım attık, belki birkaç yüz, ya da birkaç bin. Saymadım. Bir büfenin önüne gelince durduk, puro bendendi, kolalar Anıl'dan. Başka bir bank bulup oturduk tekrar.
"Anlatmayacak mısın?"
"Anlatacağım. Biliyor musun Anıl, sen bile samimi gelmiyorsun artık bana."
"Neden lan? Ne oldu?"
"Eskiden kolayı bir litre alırdın, şimdi ise iki tane yarım litrelik kolalarla oturuyoruz bankta. İçtiğimiz puro bile iki tane."
"Nasıl yani?"
"Yani önceden paylaşırdık değil mi? Samimiydi her şey. Sadece şu anki manzaraya baktığımda bile samimiyetimizin ne denli azaldığını görebiliyorum, paylaşımımızın. İşte orası da öyleydi. Şarabı kadehlerle içmeye başlamıştık insanlarla. Halbuki önceden bir şişeyi çevirirdik beraber."
"Konuyu nasıl buraya getirebildin? Gidip litrelik alayım."
"Sence bunun farkına vardıktan sonra yaptığında bir anlamı olur mu? Önceden içgüdüseldi bu davranış, şimdi uyarılmadan farkına varmıyorsun."
"..."
"Bir dostu kaybetmenin hayatımın en büyük acısı olduğunu söylemiştim değil mi?"
"Evet."
"O kadar fazla dost kaybettim ki Anıl, nasırlandım artık, hiç acımıyor biliyor musun."
"Oğlum ne alakası var? Buradayım işte, aynı her şey."
"Değil. Neyse. Ne diyorduk? Hah, yapamadım."
"Neden peki?"
"Mutlu değildim Anıl. Denedim, yaparken keyif almayı denedim. Olmadı. En büyük etken neydi biliyor musun Anıl? Benimle birlikte yapacak kimsem yoktu."
"Mazeret bu. Kendi başına da yapabilirdin."
"Evet ama yapamadım işte, belki de ben beceriksizimdir."
"Yıllardır okuyorsun oğlum, bir karşılığı olsun artık bu sana verilen emeklerin."
"Var."
"Nasıl var? Hovardaca vaktini harcıyorsun sürekli, bir baltaya sap olduğunu gören yok henüz."
"Nasıl bir baltayı kastediyorsun."
"Okul diploması diyorum, kariyer diyorum, gelecek diyorum."
"Bunlar mı seni ayakta tutacak olan?"
"Ya ne?"
"Huzur, mutluluk. Mutlu değildim orada."
"Mutlulukla mı aile geçindireceksin ileride?"
"Sen diplomayla mı geçindireceksin?"
"En azından devlet tasdikli bir kağıdım var, o işi bildiğimi gösteriyor."
"Ben de bir çok işi biliyorum, birinin tasdiklemesine ihtiyacım yok. O kağıtla da iş bulamayabilirsin."
"En azından senden bir adım önde olacağım kesin."
"Muhakkak. Ancak mutluluk bir adım geride, farkında mısın?"
"Değilim. Saçmalamayı kes! Paran olmadan ne kadar mutlu olabilirsin?"
"Parasız olacağımı kim söyledi?"
"Daha az para ama."
"İhtiyaçlarımı karşılayacak kadar para kâfi gelir."
"İhtiyaçlar hiç bitmez ama, her zaman daha fazla para gerekli."
"Barınma ve yeme içme haricinde ne gibi bir ihtiyacın olabilir? Geri kalan şeyler egonu beslemek için. Onlar için hiç bir zaman para yetmez. Elinde nakit kadar ihtiyaç yaratırsın. Benim tek ihtiyacım olan huzur."
Sustuk bir süre. Elimdeki kolaya baktım, o an hiç bir şey düşünemedim, sanırım Anıl da düşünemedi. Bir nefes daha alıp arkama yaslandım, dumanı iyice sindirdikten sonra saldım dışarıya bir kısmını, geri kalanı ciğerlere yapışmıştı yine.
"Biliyor musun Anıl?" diye konuya girdim tekrar "her nefes alışımızda, her sigara çekişimizde, her yudum kolada ölüyoruz."
"Biliyorum."
"Peki bunu senin yanında, ailemin yanında, huzurlu olduğum yerde yapmak varken neden Isi'nin yanında, Manuel'in yanında yapayım?"
"Daha iyi bir gelecek için."
"Gelecek yerin dibine batsın" dedim biraz sesimi yükselterek. "Özür dilerim. Senin gelecekten tek anladığın daha fazla para kazanmak değil mi?"
"Bir nevi."
"Kafam ne kadar rahat olursa o kadar huzurlu olurum, ne kadar huzurlu olursam o kadar başarılı olurum. Hem de senin başarı anlayışındaki başarı bu."
"Neymiş başarı anlayışım?"
"Para kazanmak. Stres altında ben bunu yapamam, bu yüzden buradayım."
"Bir tek sen miydin orada stres altında olan? Herkes stres altında ve bir şekilde başarıyorlar."
"Başarmıyorlar, çırpınıyorlar."
"Korkaksın sadece."
"Bilakis, aralarında en cesur olanlardanım, dönebilme cesaretini gösterenlerdenim."
"Peki senin gibi oraya giden diğerleri? Onlar ne yapıyorlar?"
"Dedim ya, çırpınıyorlar. Her geçen gün daha da saplanıyorlar oraya ve dönecekleri günü erteliyorlar sadece. Her gün yeni hayallerle çıkıyorlar birbirlerinin karşısına ve her yeni gün o okulun bitmesi bir dönem daha, bir dönem daha uzuyor. Aynı durumda olduğumdan biliyorum, her gün 'şu dersleri verirsem 4 yıla biter okul' dedim. Şu anda o süre 6. senesine ulaştı, o dersler hiç verilmedi."
"Bence sen bir anlık cinnetle vermişsin o kararı, çulsuzluktan çektiğin sıralar."
"Aksine, tam da her şey düzeldiğinde verdim bu kararı. O zamanlar sağlıklı düşünemiyordum."
"Yine de paran olsa nasıl yaşardın orada biliyor musun?"
"Huzurum olsa yaşardım, param değil."
"Huzursuzluğun parasızlık değil miydi?"
"Hayır, samimiyetsizlik, amaçsızlık."
"Amacın okumaktı."
"Amacıma ulaşamayınca amaçsız kaldım işte."
"Fevri davranıyorsun bence, dünyanın en yaşanılası şehri orası, istatistikler söylüyor."
"Neyin istatistiği bu? Caddeden kedi bile geçmiyor! Nasıl yaşanılabilir bir yer olabilir? İnsanlar birbirinin yüzlerine bakmıyor, yaşlıların hepsi yalnız, aile denen kavram yok, arkadaşlıklar sadece bar masalarında, ilişkiler ona keza. Hangi istatistik bunu göz önünde bulunduruyor? Yeme içme alışkanlığı bile yok, kuru fasülye yok mesela, rakı masası yok. Nasıl dünyanın en yaşınabilir yeri olabilir?"
"Elin boş geri dönüyorsun yani?"
"Yoo. Daha önce sana iki yıl boyunca neler yaptığımı anlatmıştım. Çok fazla şeyle dönüyorum geriye." (bkz:
iki yılın özeti) Ayrıca insan nasıl kendi ayakları üzerinde durur öğrendim. Hala öğreneceğim çok şey var ayaklar üzerinde durmayla ilgili ama epey yol katettim."
"Bildiğin gibi yap Bilal, daha ne diyeyim."
"Deme bir şey, çek bir nefes, arkana yaslan, tak şu kulaklığı da."
Muhabbet sonu alışılagelmişlerinden Kesmeşeker açtık tekrar, purodan bir nefes daha alırken kapadım gözlerimi, tüm Viyana hayatımı kısa film tadında izledim, fonda İşte Güneş, hiç batmadı ki...