Anne, baba, iki çocuk kayanın üstünde oturuyorlardı. Kaya dediysem dekor için konmuş büyükçe bir taş. Karşılarında Ankara’ya özgü zincir marketlerden bir tanesi, hala açık. Saat 10 olmamış demekki. Derin bir sessizlik, ara ara sarfedilen birkaç cümle.

- Nerede kalacağız şimdi?

- Düşünüyorum!

Ankara’ya yeni gelinmiş, tanıdık kimse yok. Yine de elde telefon kartı, kulübeden aranabilecek kişileri arama telaşı, yüzlerdeki tedirginlikler çok çabuk farkedilebilir. Dokunsanız ağlayacak ailenin ebeveyinleri.

Çocuklar ise herşeyden habersiz, tek bildikleri başlarını sokabilecek bir yerleri olmadığı ama yine de büyük şehrin tadını çıkarıyorlar çocuk akıllarıyla. Biri 14 diğeri 11 yaşında iki erkek. Ümitsiz ve meraklı bir şekilde etraflarını inceliyorlar, geldikleri yerden çok farklı burası. Sonuçta Ege’nin bir ilçesinden gelmişler ve böylesine kalabalık ve geniş bir şehirle ilk kez tanışıyorlar.

Hava gittikçe serinliyor, sanırım market de kapanmak üzre.

Yeni kiraladıkları evin kaporasını verip – zaten toplasan 5 koli yapan – eşyaları içeri yığmış ardından daha önce atıldıkları evin hesabını sormaya ve diğer geçimleriyle ilgili kaygılara dalmışlardı ki “eşyalarınızı kapının önünden alın, evi kiralamıyoruz” diye bir telefon geldi. Apar topar işlerini yarım bırakarak etap etap ayrılmış olan merkezden uzak olan semte geldiler.

Cepte sadece verilen kaporanın iadesi, 125 lira, Bir otele ancak 2 gün yeter dört kişilik aile fertleri için.

Baba bir sigara daha yakar. Ailenin fertleri üşümektedir artık zira saat geç olmaya başladı.

O sırada marketten çıkan 25 – 28 yaşlarında bir genç kız aileyi farkeder, müşkül durumlarını da.

- Evim hemen şurası, isterseniz gelin bir çay içelim.

- Gerçekten mi? Çok hora geçer. (umut)

- Tabii ki, buyrun.

- Kızım sen öğrencisin galiba, evinde belki çay, kahve falan yoktur alalım istersen.

Zaten kısıtlı olan paradan evin babası bir miktarını kahve almak için ayırır. Eve varıldığında iki oda bir salon mütevazi bir öğrenci evi olduğu görülür. Kalın perdeler, ucuz mobilya ve halılar, kitaplık, kitaplar dağınık bir şekilde raflara dizilmiş.

- Çok teşekkür ederiz.

- Rica ederim, ne içersiniz?

- Ben kahve alayım.

- Ben de.

Bir müddet muhabbetin ardından çocukların uykusu gelir, diğer odada çekyatların üstüne kıvrılırlar, ebeveyinler ve ev sabihi ise hala muhabbet etmektedir. Böylelikle geceyi sıcak bir yerde geçiren aile tedirgin de olsa mutludur bir nebze. Sabah kahvaltı için baba alışverişe çıkar. Peynir, ekmek, zeytin vs. Birkaç gün boyunca kimse kalabilir miyiz ya da kalabilirsiniz muhabbeti yapmaz, geçiştirilir. Ev resmen işgal edilmiştir tanınmayan bir aile tarafından. 3. günün ardından ev sahibi öğrenci kız kibarca kapı dışarı eder aileyi

- Ben, çocuklar uyuyunca birkaç saatliğine kestirip, siz evden giderken uyandırırsınız diye bekliyordum ancak burada kalmaya başladınız. Benim bir düzenim var, kusuruma bakmayın sizi de anlıyorum ancak daha fazla burada kalamazsınız. Tekrar özür dilerim

- Hiç önemli değil kızım, Allah razı olsun bize evini açtın.

- Hoşçakalın.

Kızın adı Gülşen’di ve bu hikaye onların Ankara macerasının başlarında yaşadıkları ve ileride sürekli hatırlayacakları bir iyi niyet göstergesi idi. Bir daha hiç karşılaşmadılar, hoş, karşılaşsalar da birbirlerini hatırlamazlardı bile...

dahası...


Bu ara çok deli şeyler öğrendim lan. Aslında çok deli, 10 numara müzik enstrümanları keşfettim. Belki bir çoğunuz çoktan beri biliyordunuz da benden sakladınız ama ben eninde sonunda öğrendim onları.

Biri ağız arpı (jews harp, mouth harp, khomus, ağız komuzu vs. gibi bir çok ismi var. Bkz: EkşiSözlük )
10 numara alet. Ağzına dayıyosun, ortasındaki teli gerip bırakıyorsuni o da ağzının içinde titreşerek boingboingboing ses çıkarıyo.
Eski şaman çalgısıymış, saykodelikmiş adamlar meğerse bu nasıl bi enstrümandır. Merak edenler araştırsın biraz, çok keyifli birşey.






Bir diğeri iste Theremin. Bak bu da 10 numara bişey, synthesizerin atası imiş, ben onların yalancısıyım. Modem gibi bi alet ama dokunmayınca çalışıyor. İlginç dimi? Elini uzaklaştırdıkça ton alıyosun. Bildiğin hayalet sesi gibi ses çıkarıyor. İlk kez Softa'da görmüştüm ama ne olduğunu anlamamıştım. Bunu da bir araştırın süper birşey. Araştırın deyip duruyorum ama muhtemelen siz zaten biliyodunuz bunları ve benden sakladınız. Alacağınız olsun.
dahası...


Kendimi böyle bi kül kedisi gibi, Endonezya'da bodrumlarda bişeyler diken çocuk işçi gibi hissediyodum 3 gündür. Evden dışarı sadece ekmek ve sigara almak için çıktım son 3-4 günde. Kamburum çıkmış, kıçım oturmaktan acımış, parmaklarım iğne tutmaktan morarmış ve gözlerim artık yakını seçemez hale gelmişti ki sonunda bu ızdırap bitti. 3 günlük emeğimin karşılığı olan tişörtüm nihayet giyilmeye hazır. Baaak işte bu :)

Tamam gri fona o sakallar pek olmadı, kayboldu biraz ama ne yapayım elimde işlemediğim boş tişrt kalmamış. Ve bu tişörtü hemen yapmak istiyodum, yenisini alana kadar bekleyemezdim.
Aranızda "yok artık böyle şeyler mi yapıyorsun?" diyen de olacaktır çünkü o tepkiyle çok karşılaştım. O yüzden size bikaç işimi daha göstermek istiyorum müsadenizle.



Evet efendim, bunların hepsini ben yaptım ama bunlar sadece bir kısmı :)
dahası...


Başlıktaki cümle kime ait? MŞŞ diyenlere yıldızlı pekiyi. Peki Kimdir MŞŞ?

MŞŞ : Mehmet Şenol Şişli. "aa bu Kargo'nun elemanı değil miydi?" dediğinizi işitir gibiyim. Ya da hiç bir anlam ifade etmiyordur. Neyse MŞŞ Kargo'da olduğu sıralarda Kargo'nun Kargo olmasını sağlayan elemandı. Zaten ne zamanki MŞŞ gitti, Kargo "içimdeeeee bu, ateşleeeeeer su, isterleeeeeeer ki, sönebil-sin-ler" gibi dandik bi çıkış parçasıyla karşımıza çıktı. Halbuki MŞŞ zamanı öyle mi idi? Yıllar Sonra, Renklerin İçinde, Bad'lik Amiri (bu şarkıya ölünür, başyapıttır) gibi şarkılar var idi. Bayadır da Kesmeşeker ile birlikte çalıyordu (belki hala devam ediyordur bilmiyorum) ama duydum Kargo'ya dönmüş. Çok şaşırdım, dönmez diyodum. Kaldı ki şarkılarının sahnede çalınmasına bile izin vermiyodu Kargo tarafından. Neyse üstad yaptıysa doğrudur, sorgulamam. Ama Kesmeşeker'de de devam etsin ya. Zaten nadir olan Kesmeşeker konserlerine gittiğimde izlemekten büyük haz aldığım insandır. Çok deli bas gitar çalar :). Ondan öte, Türkiye'de taptığım iki sanatçı vardır; Biri Cenk Taner, diğeri de MŞŞ'dir. Bu iki sanatçının da aynı sahnede müzik yaptıklarını düşünmesi bile güzel iken sahnede izliyosunuz. Var mı böyle bir haz?

Neyse MŞŞ insanı aynı Cenk Taner gibi kutsal bir insandır, dinlenesi, okunası insandır. Okunası? Adamın 2 tane kitabı var. Biri Şua (kitapçılarda bulduğumda param yoktu :'( şu anda da hiç biyerde bulamıyorum. Bulan, getiren, haberini veren kim olursa minnettar olurum) bir diğeri de Bahar Artıkları (bu da yok elimde, zaten yayın şirketiyle anlaşmayı feshetmiş, sitesinden sipariş veriliyormuş ancak sitesine giremiyorum). Merak edeniniz varsa MŞŞ Şua yazarsa google arama motoruna, karşısına birkaç şiiri çıkacaktır.

Ayrıca Kendi solo çalışmaları da vardır. Mşşbend. Evet adı bu Mşşbend. Kendi şarkılarını çok farklı bir müzik tarzıyla yorumlamış. Hakkaten dinlenesi. Myspace linkinden şarkılara ulaşabilirsiniz. Deliler Evi ve Uykuyu Beklerken favorimdir.

Ayrıca Bad'lik Amiri demiştim ya, işte o şarkı (temsili klip yapmışlar, başka bi yerde bulamadım şarkı olarak)

Vidyo olarak koyamadım buraya :/ Buyrun linki: Bad'lik Amiri

Sözlerini de gugıldan bulup hem dinleyin hem okuyun derim.
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.