Üzerimde rahat, göbeğimi saklayacak şekilde biraz geniş, üzerinde yer yer çıkarılamayan lekeler olan "yatış" tişörtüm var. Gece yatarken çok rahat ediyorum bu tişörtle ve boynu falan genişlese de gocunmayacağım bir tişört. Markasına bakmak daha önce hiç aklıma gelmemişti, şimdi baktım; Angelo Lirtico yazıyor. Sanırım pazardan almış olmalıyım.
 Altımda ise kombinimi tamamlayan penye pijamam var. Tişörtümün aksine o daha kalın ve daha sıcak tutuyor. Yazlık ve kışlığı bir arada kullanıp kontrast yaratmak istedim, renklerin uyumuyla ilgili ise tek bir şey söylemeyeceğim, gördüğünüz üzre çok uyumlular zira. Ayağımda ise en sevdiğim ayakkabım olan çıplaklık var. İnsanın doğa ile bütünlüğünü, yalınlığını anlatan minimal bir kompozisyonu daha iyi bir şekilde tamamlayabileceğimi hiç sanmıyorum. Bu arada altımdaki pijama da LCW ve bir zamanlar evine yatıya gittiğim arkadaş hediye etmişti, o zamandan beri benimdir kendisi.
Son yılların trendi olan bıyık ile karşınızdayım, onun yanında özensiz, taranmamış, adeta vahşi bir doğallık katan saçlarım da buradan net seçilemiyor. Kendi ördüğüm ip örgüsü bilekliğim ve İrlandalı bir arkadaştan hediye olarak aldığım lastik bilekliğimi de kombinime aksesuar olarak seçtim. İki kulağımda birer tane gümüş halka küpe ile aksesuar ve kombinimi tamamladım.

Eveet bugün bunları giydim, yorumları alayım canlarım 
dahası...


Daha önce şu solda gördüğünüz kutucukta görünen Feysbuk sayfasında yaptığım müzik paylaşımlarımı derleyip, toparlayıp bu linkte çalma listesi haline getirdim. Olur ya "ne dinlesek?" diye düşünüp dara düşersiniz, orası size Türkçe sözlü ya da Türkiye'den müzisyenlerin şarkılarıyla dolu, hatta taşmakta. Taşanları, yani bundan sonra paylaşacaklarımı da bu linkte toparlayacağım bundan sonra. Takdir edersiniz ki ikinci link henüz bomboş ama ileri de o da dolacak. Ne diyelim, keyifli dinlemeler efendim.

Ayrıca sol tarafta da gün içerisinde değiştirip durduğum vidyolar yer almakta, arada bir blogu yoklarsanız ona da raslarsınız.
dahası...


-Fotoğraf Linki-
Hiçlik ile heplik arasında ince bir çizgi var sanırım. Kendimin çok değerli olduğumun farkındayım. Bunun yanında bir hiç olduğumun da farkındayım. Yo hayır, hiçlik kötü bir şey değil, bilakis farkındalık için iyi bir şey bence.Aslına bakarsan bence hiçlik en üst mertebedir, Nasreddin Hoca'nın da belirttiği gibi. Bu yazıda ben hiç ahkâm kesmeyeyim, lafı üstada bırakıp çekileyim.

           Nasreddin Hoca'ya sormuşlar "sen kimsin?" diye. 
          "Hiç" demiş Hoca, "hiç kimse." Bakmış çok da ilgilerini çekmemiş bu cevap, bu sefer o sormuş
          "sen kimsin?" diye. 
          Karşısındaki adam göğsünü kabartıp, övünen bir ses tonuyla "mutasarrıfım!" demiş.
          "Peki" demiş, "daha sonra ne olacaksın?" 
          "Vali olurum herhalde" demiş adam.
          "Peki ya sonra?"
          "Vezir" demiş adam, biraz tereddüt ederek.
          "Daha sonra?" diye üstelemiş Hoca.
          "Bir ihtimal sadrazam olurum."
          "Ondan sonra?"
           Adamın başka verecek cevabı kalmayınca boynunu bükerek "hiç" demiş.
          "Gördün mü be adam! Senin yıllar sonra erişebileceğin mevkiiye ben çoktan vardım."

"Hiç" olabilenlere ne mutlu.

Son bir özlü söz ile bitireyim o zaman;

"Bir şey olmak istediğiniz andan itibaren artık özgür değilsiniz" Jiddu Krishnamurti
dahası...


fotonun linki
Arkadaşlardan dönüyordum, hava biraz serin. Viyana'nın olağan akşam manzarasıydı, hava kararmış, insanlar evlerine çekilmiş, ergenler gece kulübüne gitmek için şıkır şıkır giyinmişler. Bir çifte gözüm takıldı, sağır ve dilsizdi ikisi de ve hararetli hararetli tartıştıklarını görebiliyordum, merdivenlerden çıkarken gözlerini birbirlerinden ayırmadan el işaretleriyle kavga ediyorlardı. Çok ilginç geldiğinden izlemeye devam ettim, beni farketmiyorlardı ne de olsa. O kavganın ömrümde gördüğüm en acıklı sahne olacağını nereden bilebilirdim.

Kız trabzanlara yaslandı, eleman hala el işaretleriyle bir şey anlatıyordu, tek bir şey bile anlamadım ama izlemeye devam ettim, ikisi de öfkeliydi. Kız karşılık veriyordu, o da ellerini oynatıyordu sürekli, sonra o içimi buran sahneyi gördüm; eleman tam hararetli bir şekilde hala derdini anlatmaya çalışırken kız gözlerini kapayıp arkasını döndü. Evet görmüyordu artık elemanın anlattıklarını. Eleman omzundan tutup çevirse de kızı, kız gözlerini kapatıp konuşmayı bitirdi kendince ve arkasını dönüp merdivenlerden hızla indi. Eleman çaresiz, ne yapacağını bilmez halde kaldı orada. Bir an bana baktı, çaresizliğini gözlerinde görebiliyordum. Çöpe bir tekme atarak kızın peşinden koşmaya başladı ve inanır mısın gözlerim doldu. Ömrümde gördüğüm en trajik sahnelerden biriydi. Muhtemelen sevgiliydiler ve bir adım ötesindeki sevgilisine derdini anlatamıyordu eleman, kız gözlerini kapattı diye. Bundan daha çaresiz hadiseler mutlaka oluyordur ama o olay içimi çok burdu.

Metro geldi, bindim. Yol boyunca ise o çifti düşündüm. Aralarından biri gözlerini kapadığı anda tüm iletişimleri kopmuştu. Sonra duyan ve konuşabilen bizleri düşündüm, anlaşmak bu kadar kolayken, konuşma ve dinleme gibi lükslerimiz mevcutken neden kullanmadığımızı, hangimizin daha acınası olduğunu.

İneceğim durak anons edildi ve ben o çifti elele ve sessizce gülerlerken görmeyi diledim. Ben görmesem de onlar aralarındaki sorunu halletmiş olmalarını diledim, hala diliyorum.
dahası...


Bir sevgilim vardı. İki yıl boyunca beraberdik. Dile kolay iki yıl! Kimilerine göre kısa, kimilerine göre çok uzun olan bu süre zarfında iyi kötü günlerimiz geçti. Her şey iyiydi, güzeldi, sadece az muhabbet ediyorduk, çok sevişiyorduk. O da kabulümüzdü, sürdürdük.

Kıskançtı o sevgilim. Elinden gelse annemle bile görüştürmeyecek kadar -evet abartıyorum-. Yalnız durum neredeyse o raddedeydi. "Onunla niye görüşüyorsun? Şuna niye güldün? Berikiyle neden arkadaşsın? Benimle vakit geçirmiyorsun da arkadaşlarınla mı geçiriyorsun? Şu anda neredesin? O arkadaşlarında kalma demedim mi ben sana?" vb bir çok serzenişe maruz kaldım. Onun gözünden bakınca dünyanın en hovarda erkeği görünüyordum sanırım.

Benim tarafımdan bakalım bir de. Arkadaş çevresi geniş bir insandım, vaktimin çoğu dışarıda geçiyordu, bazen sabaha kadar hatta. Ama tek yaptığımız bir puba gidip içip muhabbet etmek ya da bir konsere gitmek. Sevgilimin ailesi böyle şeylere izin vermediğinden o evde olurdu, benim de çıkmamı istemezdi (kontrol elinde olmadığından). Haftada en az bir kere, iki kız arkadaşımın yaşadığı öğrenci evinde kalırdım. Çok eğlenirdim çünkü orada. Yemek yapardık hep beraber, batak oynardık, türk filmi izlerdik, içerdik, dağıtırdık. O evde çok sarhoş olduğumuz da oldu, kendimi hatırlamayacak kadar içtiğim de oldu, o arkadaşlardan biriyle aynı yatakta, o kafayla yatmak zorunda olduğum zamanlar da. Ancak bırakın sarkmayı, sevişmeyi, öpüşmeyi, yan gözle bile baktığımız olmamıştır birbirimize. Arkadaştık çünkü. Yalnız sevgilim onlarda kalmamı da hiç istemezdi.

Ben hala aldırış etmeden olduğum kişi olmaya, ondan önce görüştüğüm insanlarla görüşmeye, yaptığım alışkanlıklara devam ettim. Kendimden ve ona olan sevgimden emin olduğum için de bir kere bile aldatmadım, aklımdan bile geçirmedim. Fakat o kıskanmaya, hayatı bana zehretmeye, olduğum kişiyi, benliğimi değiştirmeye çalışmaya devam etti. Aldırmadım. Aldırmama da laf etti sonraları. Ona da aldırış etmedim.

İpleri koparan en önemli cümlelerden birisi ne oldu biliyor musunuz? "Eğer ben iki tane eril arkadaşımın evine gitseydim ve orada kalsaydım, o evden arkadaş olarak çıkmazdım." Bu cümleyi bire bir kurdu ve o an anladım ki nerede okuduğumu hatırlamadığım bir söz çok doğruydu; "kimseye güvenmeyen insana güvenme! Kendisi güvenilmez olduğu için kimseye güvenmiyordur."

O yüzden bana "kıskanan insan çok sevdiğinden, paylaşamadığından kıskanıyordur, güvenmediğinden değil" şeklinde laflarla gelmeyin, komik geliyor zira.

Aynen böyle görüyorum bahsettiğim insanları.

dahası...



Kendimce komplo teorisyenliği yapmak istiyorum, müsade var mıdır? Demin (bu arada demin çok ilginç bir zaman belirteci, zamanında üzerine kafa yormuşluğum var ama konumuz bu değil) annem televizyonda film seyrederken ki korku/gerilim tarzında bir film, adı Tuzak'tı sanırım. Neyse işte filmin konusu hani ev değiş tokuş yapılıyor ya. Hani atıyorum sen Helsinki'ye gideceksin bir haftalığına, Helsinki'de birisi bir haftalığına senin memlekete gelecekmiş de ev arıyormuş falan. İşte o evleri anlaşarak bedelsiz takas ediyorsunuz bir haftalığına. İşte öyle bir anlaşma ile iki kız evlerini takas ediyorlar, biri Paris, diğeri de Amerika'da bir yer sanırım, izlemedim filmi. İşte Paris'ten gelen psikopat katilmiş de, evleri takas yaptıkları kızın pasaport bilgilerini değiştirmiş. Paris'teki Amerikalı kızın başına kalmış bir cinayet, asıl katil olan kız, diğerinin anasını falan da öldürüyor falan diye her yer kan, revan (bu arada revan ne demek bilmiyorum), kıyamet. Vücudu olmayan başlar falan, öyle herkes ölmüş. 

Başka bir filmde otostop çeken adam meğer seri katilmiş, arabasına bindiği insanları öldürüyormuş vs.

Buna benzer daha nice şeyler görüyoruz filmlerde ama beni rahatsız eden nokta şu; bence gayet bilinçli bir şekilde böyle otostop olsun, ev takası olsun, misafirperverlik siteleri aracılığı ile birbirlerine misafirliğe gidenler olsun, gönüllü projeler için Afrika'ya gidenler, Doğu Avrupa'ya, Afganistan'a gidenler falan olsun, bunlar hep bir şekilde baltalanmak isteniyor gibi geliyor. Hadi o gönüllü projeleri bir yana bırak, ondan önceki saydığım gönüllü ve paylaşımcı seyehat teknikleri kesinlikle kasıtlı olarak baltalanıyor. Yeminle bak! Yani insanlar bu filmleri izlesin, böyle şeylere kalkışmasın, bilindik, pahalı, zincir otellere gitsinler, onlar para kazansın düsturuyla hazırlanmış senaryolar gibi geliyor. Kaldı ki Amerikan halkı da gerçek manada böyle galeyanlara gelip, bunları ciddi ciddi gerçek sanabilecek insanlar olmalarından mütevellit gayet de inanıyorlardır diye düşünüyorum. 

Bunların haricinde bir çok Holivud filmindeki nükleer karşıtı kahramanlıklar da sırf Orta Asya'da nükleer sahibi olunmasın, nükleer bomba çok tehlikeli ve yıkıcı bir şey ama bizde olsun, biz insanlık hizmeti olarak kullanırız bunları.

Aşk filmlerinin bir çoğu da ata erkil kafa yapısıyla ve genel olarak erkek senaristler tarafından yazıldığı için o konuya girmeyeceğim bile. 

Neyse sevgili insanlar, yanlışım var ise tokat gibi yüzüme çarpmaktan geri durmayınız. Yanılma ihtimalim mutlaka var, benim düşüncelerimdir bunlar.

dahası...




Hani olur ya, bazen sanki yapabileceğin hiçbir şey kalmaz, her taraftan köşeye sıkışırsın. Tüm doğruların yanlış olur, tüm inançların yıkılır, tüm dalların kırılır ve kimsesiz gibi kalırsın ortada, etrafında çevrili birçok insanla.

Hani olur ya, bazen hatırlarsın hayal kurduğun zamanları. Astronot, itfaiyeci, şarkıcı olmak istediğin zamanları. Sonra da vazgeçişlerin gelir aklına. Arada bir arkana dönüp bakarsın, "çocukça hayaller işte" dersin, ay sonundaki kredi borcuna odaklanırsın tekrar.

Hani olur ya, bazen düşünürsün. Nadiren de olsa bir anlık durup düşünürsün, doğru yolda mıyım diye. Kurulu düzeni o anlık duruşla bozarsın, gideceğin yere o düşündüğün süre kadar geç gidersin. Yapacağın işi o düşündüğün süre kadar ertelersin, akşam eve o düşündüğün süre kadar geç gidersin, yatağa o düşündüğün süre kadar geç gidersin, uykuya o düşündüğün süre kadar geç dalarsın. Zamanda kırılma yaparsın, tüm düzeni bozarsın, zaman değişir, sen değişirsin.

Hani olur ya, bazen de kendi yolundan gidersin. Gitarı sırtına atıp yola düşersin, sokakta yalınayak poi çevirirsin, tuvalini karalarsın, şiir yazarsın, pandomim yaparsın, domates yetiştirirsin. Doğrusundur, dünyadaki tek doğru sensindir hatta.. Yalnız bu sefer de şüpheye düşersin, senin doğruların toplumun doğrularıyla çelişir. Kazık kadar adam olursun, isminin önünde etiketin olmaz, maaşın olmaz, "vasfın" olmaz. Kendini sorgulamaya başlarsın ve o bıçak sırtı durumda kalırsın; acaba bu yolda yürümeye devam mı etmeli yoksa toplum doğruları göre kendini yontmalı mı?

Hani olur ya, bazen böyle bir karar anında ne yapman gerektiğini sorgularken bulursan kendini, siktir et toplum doğrularını, kendi doğrularında yürü. Acı çekeceksin belki, yadırganacaksın, yargılanacaksın, hor bile görülebilirsin ama bilesin ki kolay yol olsaydı eğer o yol, değerli olmazdı. Sadece biraz cesaret ve biraz kararlılık, üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok şu hayatta, toplum doğrularının bile üstesinden gelebilirsin.

Sevgilerimle.

hani olur ya bazen, kaçarsın herşeyden
hani olur ya bazen, şarkı biter aniden
işte böyle günlerde, hep uyumak istediğinde
tam da böyle günlerde; umudu büyüt içinde...


dahası...



Allah seni inandırsın yazmanın ve çalmanın dışında ben bunlarla da uğraşıyorum. Keçe işlerine yeni başladım ama zevkliymiş gayet, iğneyle dread (rasta) yapar gibi girip çıkıyorsun.




Keçeden yusufçuk

Keçeden çiçek

Manga çizme denemelerim oluyor aşağıdakilere benzer. Öyle çok usta işi değil ama seviyorum manga çizmeyi.


Cessie -tık-





                                                               
Mügü -tık-
Kevin -tık-





Tuğba
İstanbul'daki manevi ailem!



Arkadaşın mangası ->  
doğum günü hediyesi -> 
olarak hazırlamıştık ->


kitap halinde.
Aka Hime -tık-




Fotoşopta böyle şeyler deniyorum bazen de.















Bu linkte görebileceğiniz tişörtleri yapıyorum.

Burada örneklerini gördüğünüz dreadlockları (rasta) da yapıyorum. (Ayrıca bkz: Rastala Yavrum & Rastala Yavrum 2)




Buna benzer Japon yemekleri falan da yapıyorum (fotoğraftakiler maki ve okonomiyaki) ve daha nice kek, pasta ve yemekleri yapıyorum falan canım sıkıldıkça. 






Daha bir çok şey var da uğraşıp durduğum, bunlar el emeği olanlar. Allah'ım ne kadar boş vaktim var benim! Amacım bir şey satmak falan değil, hepimizde olduğu gibi egomu okşamak ^_^





dahası...



Polislerin sürekli başvurduğu kabahatler kanunu bu işte (Kabahtler Kanunu), ben hiçbir maddesinde "sokakta içki içilemez, müzik/cambazlık yapılamaz vs." diye bir ibare görmedim. Resmen kafalarına göre altını dolduruyorlar ki onunla ilgili de madde var;

Kanunîlik ilkesi 
Madde 4- (1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir.

Yani gayet kafalarına göre altını doldurabilirler ki amaç ve kapsamı da şu şekilde belirtilmiş;

Madde 1- (1) Bu Kanunda; toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak

Şimdi buradaki genel ahlak kimin ahlakı oluyor? Her geçen gün küreselleşme yolunda koşar adım ilerleyip, Avrupalı olma aşkıyla yanıp tutuşan hükümet politikasında sadece genel ahlak(!) kavramına bu kadar bağlı kalınmasına anlam veremiyorum. Ve dediğim gibi, nedir bu genel ahlak? Televizyonlarda tek elinde içki şişesi, tek elinde silah olan bir insanın içki şişesini sansürleyip silahı apaçık gösterilmesi midir genel ahlak? Ya da sigara/alkol tüketiminin ahlaka aykırı fakat ensest ilişkilerin meşru olması mıdır?

Neyse o kısma girersek çıkamayız ancak bu kabahtler kanunu gayet insiyatif kullanılan bir yasaymış gibi geliyor. Eğer yanılıyorsam lütfen düzeltin, hukukçu değilim zira.
dahası...


Müzik endüstrisinin yeni ve güzel gelişmelerinden birisi, onlayn konser! Büyük Ev Ablukada ve Kadın Sesi Değmiş Şarkılar konserlerini değerlendirdiğim BlogUM dergisindeki yazım için buyrun göz atın. Sol taraf ^_^


dahası...


Kadir Aydemir ile Yitik Ülke hakkında bir röportaj.
www.kadiraydemir.com - @yitikulke
  
Röportaj, blog tutanların imece usulü çalışıp, birbirinden farklı konularda yazılar hazırladığı http://www.bloglifetr.com/ dergisinde 83, 84 ve 85. sayfada yer almaktadır. (Paylaşım kodlarına ya da linklerine ulaşamadığım için bu şekilde paylaşıyorum malasef, yukarıdaki internet sitesinin anasayfasından derginin Şubat sayısına ulaşabilirsiniz)

*Ayrıca derginin 78 ve 79. sayfalarında Güzel Nedir? yazım da yer alıyor.

Merhaba Kadir Bey, öncelikle sizi ve Yitik Ülke’yi biraz tanıyabilir miyiz?
Merhaba; Yitik Ülke 1997 yılının sonunda kurduğum bir şiir-edebiyat oluşumu. 2000 yılında www.yitikulke.com adresiyle Yitik Ülke Edebiyat Dergisi, 2006 yılında Yitik Ülke Yayınları kuruldu ve hem dergicilik hem de yayıncılık alanında yeni projelerle ilerliyoruz. 

Neden Yitik Ülke ismini seçtiniz? Bir öyküsü var mıdır?
Yitik Ülke pek çok şeyi kapsayan bir isim; şiiri, aşkı, ayrılığı, yoksulluğu, yokluğu, özlemi özetliyor. Kavafis'in "Kent" şiirinden Ritsos'un "Boyun  Eğmeyen Ülke"sine, Soysal Ekinci'nin "Biri Yitik İki Ülke"sinden Neruda'nın "Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı"sına uzanan kişisel şiir sevgimle/serüvenimle de şekillenen bir düş "ülke"si. Düşsel bir kaçış Yitik Ülke. Şimdi, onu kafamda projelendireli yaklaşık 16 yıl olmuşken, iyi ki yaratmışım duyorum. Bu ülkede mutluyum, yeni bir ülke arayıp bulamayan herkes gibi.

Yitik Ülke 2000’den beri faaliyet gösteriyor ancak biz Yitik Ülke’yi sanırım "80’lerde Çocuk Olmak Kitabı" ile tanıdık. O projeyi bize biraz anlatır mısınız? Çıkış noktası neydi? 90 yazarı nasıl bir araya getirdiniz?
Yitik Ülke Yayınları şiir kitapları ve öykü yayımlayarak yola çıkmıştı ama zamanla yayın dizisini genişlettim ve bugün, Ocak 2013 itibarıyla 7-8 kategoride 72 kitaba sahibiz. "80'lerde Çocuk Olmak Kitabı" Türkiye'nin ve dünyanın 80'li yıllarını anlatan,eleştiren, tanıtan acı-tatlı anılarla örülü özel bir kitap. 90 yazarı var bu kitabın ve bir özelliği de herkesin kendi "yaşanmışlığını" kaleme alması oldu. En sevilen kitabımız oldu desem yeridir, gönlümde yeri ayrıdır. Nostaljik bir kitap olmasının yanında bir sosyoloji kitabı bu aynı zamanda. Sanırım 80'lere dair hazırlanan çok yazarlı ilk kitap 80'ler kitabı.


Eşine az raslanır bir projeydi bu ve devamını da 90’lar kitabı ile getirdiniz ardından da yazar sayısını  artırıp Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı’nı hazırladınız. O projelerinizi de kısaca anlatır mısınız?
"90'lar Kitabı" 111 yazarlı bir 90'lar seçkisi. Bu kitapta da 80'ler kitabında olduğu gibi 90'ları, o dönemi yaşamış insanlar kaleme aldı. Herkes kendi kişisel tarihini yazdı bu iki kitapta. "Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı" ise çok farklı bir kitap. 126 yazar bir araya geldi ve en bilinmeyen, en gizli takıntılarını, kimileri de korkularını yazdı. Tuhaflıklarla dolu bir dünyada ve ülkedeyiz, konuları seçmek zor olmadı. Çok eğlendim hazırlarken, umarım okuyanlar da neşeyle gülümserler. Obsesyonlar bazen gerçekten de komik oluyormuş, kitabı yeniden inceleyip okuduğumda bunu daha iyi kavrıyorum. "Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı" kendi içinde bir de rekoru sahip: Yitik Ülke Yayınları'nın en geniş kadrolu özel derleme kitabı.

  
Bu kitap projelerine katılım nasıl gerçekleşiyor?
Tüm projelerimiz herkese açıktır ve genelde edebiyat projeleridir. Gönüllülük esası da var yazılan şeylerin niteliği de önemli. Bir derleme kitap projesine başladığımda bunu www.yitikulke.com adresli Yitik Ülke'de ve Facebook/Twitter sayfamızda da duyuruyorum. Projeler yazan herkese açık, katılımcı çalışmalar.



Gönüllü proje demişken, sosyal sorumluluk adına imza attığınız projeleriniz de var, onlar hakkında da bilgi alabilir miyiz?
Yitik Ülke Yayınları olarak sosyal sorumluluk projesi olan kitap projelerine açığız ve bu tür çalışmaları destekliyoruz. Kısa zamanda 6 baskı yapan "İmza Kızın" adlı kitabımız yoksul kız çocuklarının eğitimi için basıldı ve büyük ilgi görmeye devam ediyor. "Prens Ali'nin Macerası" adlı çocuk kitabımız LÖSEV'e destek için, "Tekrarı Olmayan Öyküler" adlı kitabımızın geliri ise Cumhuriyet Üniversitesi'nde yoksul üniversite öğrencilerine burs sağlaması amacıyla basıldı. Bir yayınevinin de sosyal sorumlulukları vardır bana göre; unutmadan, pek çok yoksul okula, öğrenciye, işsiz insana da kitap desteğinde bulunmaya çabalıyoruz. Bu konuda sosyal medyayı aktif kullanıp elden geldiğince paylaşımlarda bulunuyoruz.

Sizin genç yeteneklere de sıkça fırsat verdiğinizi biliyoruz, aynı şekilde blog tutanların da dostu olduğunuzu. Blog tutanlar ile ilgili de bir projeniz var bildiğim kadarıyla. Onun içeriği hakkında da bilgi verir misiniz?
Genç arkadaşları önemsiyorum, Yitik Ülke'yi de katılımcı ve paylaşımcı bir anlayışla temellendirdim. 2013 için birçok yeni projemiz var, bunlardan biri de bloggerlar için hazırladığım kitap. Blog tutan herkesin başvurabileceği, gizli bir yayın kuruluna sahip, iyi yazıların yer alacağı özel bir çalışma bu. Kitabın ana özelliği sadece blog yazarlarının yer alacak olması. Hazırlıyorum yavaştan, bakalım nasıl olacak... sanırım Eylül 2013'te çıkmış olur.

Derleme projelerinizde kimler yer alabilir? Ve size nasıl ulaşabilirler?
Kitap projelerimizde facebook.com/yitikulkekitap ve @yitikulkeyayin takipçisi olan, kitaplarımızı bilen/tanıyan, yayın anlayışımızın ve yayın çizgimizin farkında olup yazılar yazan herkes yer alabilir. Yazmak bir tutku; teknik yetenek olduğu kadar yürek ve kalem işi de aynı zamanda. Yitik Ülke edebiyat için kuruldu, yazmadan yaşayamayanlarla büyüyen bir yapı. www.yitikulke.com ve www.yitikulkeyayinlari.com adresli web sitelerimizden geniş bilgi alan herkesi sosyal medya sayfalarımızda da aramıza bekliyoruz.



Roportaj: Bilal Emre Arslan
http://yufkayureklikelgobekli.blogspot.com/
https://twitter.com/kelgobekli
https://www.facebook.com/yufkayureklikelgobekliblog


dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.