Bazen bazı şeylere fazla tepki veriyorum, bazen ama
Bazen ise tepkisizim olan bitene.
Bazen anlayışlıyım, cidden,
Bazen ufacık şeylere bile tahammül edemiyorum.
Bazen kırıcı olabiliyorum,
Bazen ise bağışlayıcı.
Bazen kıskanırım,
Bazen -aslında sıklıkla- sikimde olmaz.
Bazen eskilere takılırım, belli bir noktada tutarım hayatımı,
Bazen bir saat öncesini bile düşünmeden ileriye dönerim yüzümü.
Bazen kontrol altına almaya çalışırım herşeyi, "habersiz kuş uçmamalı" modunda,
Bazen de koyveririm gider, aslında koyverdiğim vakitler daha çok sanırım mukayese edersek.
Bazen eğlenceliyim,
Bazen sıkıcı.
Bazen beklerim saatlerce, günlerce, yıllarca,
Bazen sabırsızım.
Bazen otlanırım,
Bazen paylaşırım.
Bazen dinlerim,
Bazen anlatırım.
Bazen kalabalığımdır,
Hiç yalnız olamam!

dahası...


Çok tembelim bu ara, öyle böyle değil önünü alamıyoruz. Ev bulduk mesela, taşınma işlemini 15 gündür bitiremedik. Ha evet bu arada taşındık. 38,5 m2 evde 4 kişi yaşarken şehrin biraz dışına doğru (yaklaşık 10-15 daha uzak bi yere) geçtik. Görgüsüzlük yapıp biraz bahsedeceğim. 100 m2 şimdiki evimiz ve tuvaletimiz içeride! 2 oda bir salon gayet kullanışlı, kocaman banyosu, küveti hatta evin kileri bile var. Gayet dayalı döşeli olmakla birlikte plazma tv bile var. Hiç bişey getirmesek bile yaşarız burada. Neyse biz taşınma işlemini yarına hallederiz artık heralde, sonrasında ise yemek organizasyonu, Christina'larda ev partisi ve ardından Abbas yolcu.

Aslına bakarsan 2'sinden önce gitmeyi çok istiyordum ama bir türlü denk gelmedi. Dönüşü halamlarla birlikte arabayla yapacağım. Dolayısıyla maliyet sıfıra inecek, o yönden şanslıyım. Ama yine de hem Anıl'ı görme hem de Efes One Love'a gitme ihtimalimi direkt olarak ortadan kaldırıyor bu durum, gidemiyorum. Nasıl da hevesliydim halbuki. Neyse sızlanmak bir şeyi değiştirmeyecek, buradayım 9 Temmuza kadar.

Hadi ben buradayım da Hildrun'a n'oluyor? Abi kız yerleşti resmen. 10-11 gün önce falan geldi, o zamandan beri zaptetti resmen evi. Bu arkadaşı daha önceki yazılardan da hatırlarsınız belki. Vienna Calling için gelip bizde kalmıştı, sonra diğer başka şehirleri gezdi ve tekrar geri geldi. Tamam gelir de bir insan ne bileyim temizliğin ucundan tutar, ya da yemek yapar, masayı düzenler, bulaşık yıkar, bişey yapar yani. Kölesi gibi çalışıyoruz kızın. Ama son 2 gündür yüz vermeyince markete falan gitmeye başladı. Evin markete gönderilen ufak çocuğu muamelesi yapıyoruz. "Hildrun koş bi ekmek kap gel" gibi. Arada bir bulaşık falan da yıkıyor. Gerçekten şaşırtıcı şeyler bunlar ama artık gitmesi lazım ya, muhabbet bile etmiyoruz kızla beynimiz sikilmesin diye. Resmen birşey anlatmaya başlayınca en yakınındakini kurban olarak sunup, hepimiz birşey yokmuş gibi davranmaya devam ediyoruz. Kızın çok konuşası varsa sırayla katlanıyoruz. Ortaya da komik sahneler çıkıyor tabi. Resmen koşar adım önden yürümeler, yanında kurban bıraktığımız arkadaşın "gitmeyin laaaağğn, bırakmayın olm beni!" feryatları sadece küçük örnekler. Şu anda karşımda kimseye "yer misiniz?" diye sormadan hapur hupur domates peynir götürmesine ne demeli? Neyse, sabrımız deneniyor resmen ama bir ara CS hesabımı kapatmayı düşünecek duruma gelmiştim, ciddiyim. Böyle misafir gelecekse bir daha gelmesin!

Bunların haricinde de pek sevgili ev sahibimiz Mustafa Amca maceraları falan var, onlara bir ara değinirim. Donauinsel Fest'e gittik, Vanillia Sky izledik, insanları izledik vs. Ha bi de bizim Jesus Christ Ali satranç sever çıktı, bundan sonra sık aralıklarla buluşup satranç oynayacağız.

İşte özetle geçen günler böyleydi, internette bağlandığına göre artık daha sık yazabilirim, gerçi az vaktim kaldı burada ama olsun, olduğu kadar artık.

Şu kız bi gitse artık ya :/
dahası...


Bunu baya geç kaleme alabildim. CS'nin Vienna Calling isimli partisi vardı geçenlerde. Öyle böyle bir parti değildi. Beş gün boyunca hergün ayrı bir etkinlik. Çarşamba günü Kick-off Parti ile başlayan etkinlik pazar günü Goodbye Partisi ile sona erdi. Hepsine birden katılmasakta yine de oralarda boy gösterdik.

Tabi böyle bir parti için de heryerden akın akın insanlar geldi. Bunlardan tabii ki bizde de kalmak isteyenler oldu, biz de hayır demedik. İlk teklif Hildrun'dan gelmişti.26 yaşında, gayet alımlı, kıvırcık sapsarı saçları olan bir ablamızdı kendileri. Enerjisi bitmek tükenmek bilmeyen, bilakis enerjisiyle bizi tüketen biriydi. Sonrasında Violaine'da kalmak için teklifte bulunmuştu. İlk bakışta kabul etmemeyi düşünmüştük, ev çok küçüktü ve zaten bir tane misafirimiz vardı. Anck Violaine'nın Türkçe yeteneği ve cana yakın mesajı ister istemez kabul ettirdi.

İkisi de birbirinden hareketli, ikisi de yerinde durmayan insanlar olduğundan dolayı idare etmekte zorlandım açıkçası. Violaine türkçe biliyor ve bizle sürekli türkçe konuşuyor, bu sefer Hildrun'un canı sıkılıyordu. Arada bir Hildrun'la almanca konuşunca da Violaine sürekli "ne diyor ne diyor?" diye diye arada bırakıyorlardı insanı. Olsun yine de çok eğlendik.

Açılış partisine Begüm'de kendi misafirleriyle geldi. Ona da bi kız bi oğlan gelmiş. Onu geçte dans falan ederken Begüm resmen bizim ortama kız yığdı, işte o an Begüm'ü çok sevdim. Hatta iki tane yarı Japon getirdi ki keyfimize diyecek yoktu. Biri Japon/Avusturya, diğeri Japon/Fransız ortak yapımı. Japon/Fransız ile muhabbeti koylaştırdıktan sonra mekan değiştirip Travelshack'e geçtik. Oraya has içkilerden içtik yine ve Mimai'nin kafasını Japonca siktik. Durmadan Japonya ve Japonca ile ilgili sorularla boğduk kızı, olsun bir daha ne zaman ele geçer bilinmez.

Açılış partisine, Base'deki pikniklere, asıl partiye katıldım. Kızlar daha çok katıldılar VC'e. Cuma boş gün olunca ne yapacağımızı bilemedik ama benim nicedir istediğim bi konser vardı Didge&Bass ona gidelim dedik. Drumm&Bass gibi bir müzik türü düşünün ve basın yaptıklarını didgeridoonun yaptığını hayal edin, mükemmel bir uyum! Hatta alın bak bir tanesi bu:


O konsere gitmemiz çok iyi oldu, kızlar da gayet memnun kaldılar. CS partilerinde de daha önce çok muhabbetim olamayan insanlarla kaynaştım. Gayet güzel ve verimli geçti. Sonrasında ise Önce Violaine sonra Hildrun evden ayrıldı. En eğlenceli misafirlerimizdendi, mutlaka bir daha görüşeceğiz ikisiyle de.

Bir Vienna Calling böyle geçti. Partiler için seçilen mekanlar, organizasyon herşeyiyle süperdi. Hiç beklemezdim bu kadar iyi geçeceğini. Seneye tekrar görüşmek üzre. Ha bu arada Misafirlerimiz şunlar:

Soldaki Violaine (Funda), diğeri Hildrun :)
dahası...


Eveet konseri de geride bıraktık ve burada sadece konserle ilgili şeyler yazayım dedim, gerisini de bir ara yazmalı tabi. Vienna Calling'e katıldık, misafirlerimiz vardı falan. Onlara hiç değinmedik bugüne kadar. Bugün de değinmeyeceğiz.

Öncelikle gerçekten çok mutluyum. İlk kez adam akıllı bir konser verdim ve gerçekten çok eğlendim. Krallar gibi ağırladılar, sanatçı odası, odada meyve ve içecekler, kafa başı beş içkilik kupon, yani 5 bira hakkımız vardı. Soundchecki hallettikten sonra yemek yemeye gittik.

Aslında baştan alsam daha iyi. Jocham, Karin ve ben, Jocham ile gidecektik. Babası götürecekmiş arabayla. Yolda Manu ve Sebastian'a rasladık. Onları da Manu'nun ailesi getiriyordu. Yarım saat bile sürmeyen bir yolculuğun ardından vardık Stockerau'ya festivalin yapılacağı yere geldik. Festival gerçekten ufak bir festivalmiş, bir mekanın arka bahçesine sahne kurmuşlar, en fazla 100 kişiyi kaldıracak kapasitede bir bahçeydi ama yine de 50'den fazla insan vardı. O günün son grubu bizdik. Bizden önce birkaç grup çıktı, fena çalmadırlardı ama ne bileyim, yavandı.

Jocham ile biraları lüp lüp götürüyodurduk, heyecan da ufak ufak katlanmaya başladı tabi. Konsere az birşey kala bizim çocuklar geldi. Beklemediğim Sarah ve Ilona da geldi. Çok sevindim.

Neyse biraz fotoğraflarla süsleyip ardına da vidyoyu koyayım.
Afişlerde ilk sıradayız :)
Sanatçı Konukseverlik Odası
Karin

Sebastian
Ben

Jocham
Manu (Büyük Başkan)



die Bundbagage - Hunted Hens
Vidyonun sonundaki mikserin devrilmesi ve ardından benim şişeyi devirmemi es geçebilirsiniz :)
dahası...


Müzikle uğraşmaya başlayalı aşağı yukarı 7-8 yıl oluyor. Ergen zamanlarımda gitar hevesiyle başladı müzik sevdası, sonrasında elime bir kez bile gitar almadan Görkem isimli arkadaşımız (kendine buradan şükranlarımı yolluyorum) "abi senin parmaklar gitara elverişli değil, henüz bir enstrümana başlamamışken davula başla" dedi. Pekte iyi etti. Arkadaştan aldığım gazla önce bir çift baget alıp yastık yorgan dövmeye başladım. Gitar çalma yetisine sahip arkadaşlarla da stüdyoya gidip Zombie, Herşeyi Yak, Smells Like Teen Spirit çalmaya uğraştıkça rtim duygusu kulakta git gide oturdu tabi. Hep biraz daha biraz daha derken rtimlerde sorun yaşamaz hale gelmiştim ancak ataklarda halen sorun vardı (hala var). Onu bir türlü toparlayamadım tabi. O sıralarda hep konserlere, şenliklere yeltensekte grup olarak, olmadı. Hiç sahne deneyimim olamadı.

Eve davul kuramamam, sürekli çalamamamdan ötürü alternatif vurmalı enstrümanlara doğru bir kayma yaşandı gönlümde. Darbuka çalmayı çok istedim, parmaklar yetişmiyordu. Eğitim şarttı! Hiç eğitilmemiştim vurmalı çalgılar konusunda. Taa ki Bilkent'te "rtim atölyesi kayıtları başlamıştır" ilanını okuyana kadar. Öncelikle yanıma birilerini aradım, beraber gitsek daha eğlenceli olurdu. Gelen olmadı ilk gidişime. Sonrasında Zuhal'i de ritmime katarak, beraber rtim eğitimi almaya başladık. Meğerse ben rtimle ilgili hiç birşey bilmiyormuşum. Neredeyse herşeyi en baştan öğrendim. Her ders benim için ibadet edasındaydı. O kadar insan tek bir rtimle melodi tutturmak güzel deneyimdi. Kaldı ki ilk kez rtim hakkında birileri birşeyler öğretiyordu.

İlk sahne deneyimim için Musa Hocam'a büyük bir alkış. Evet Bilkent şenliklerinde sahne aldık, rtim grubu olarak. Hayatımda ilkti bu ve gerçekten inanılmazdı. Çok basit şeyler çaldık, en temel rtimler ve onların arasında herkes sırayla kendi solosunu atacaktı. Bir saat bile sürmemiştir muhtemelen ama yapmıştım, sahne almıştım hem de rtimle. Sonrasında ritmi bir daha bırakmama kararı alıp yoluma devam ettim. Kim bilir belki Musa olmasa müziği çoktan bırakmıştım. Ya aslında bırakmam zor da askıya almıştım diyelim.

Sonrası da malumunuz buraya taşındım, bendirimi de yanımda taşıdım tabi. Elimi sürmedim uzunca süre. Nerede çalacaktım ki? Altı ay kadar rtimden uzak yaşadıktan sonra ilk girişimim sokakta çalan geçnlere katılmamdı.(bkz: Life is Beautiful) Ama asıl olay CS aracılığı ile gittiğim bir partide Manu ile tanışmamdan sonra başladı. Müzik serüvenim yeniden başlıyordu. Manu diğer grup üyelerini de tamamladıktan sonra provalara başladık. Bazı seyehat düzensizliklerimizden dolayı bazı provalarda fire versekte müziği rayına oturtmaya başladık. Grubun adı Bundbagage, yaptığımız müziği tasvir etmek biraz zor. Akustik şarkıları grupla yorumluyoruz diyor Manu ama içinde bolca jazz ve funk ögeler var. Grup elemanları ise şöyle;

Manuel Bund: Akustik Gitar
Jocham Huber: Bas Gitar
Karin Waldburger: Saksafon
Bilal Emre Arslan: Perküsyon
Sebastian: Davul

Fotoğrafta soldan sağa: Sebastian, Karin, Manu, Ben, Jocham





İşte bu grup bugün saat 21:00'de Viyana'ya yakın bir yerin yerel festivalinde çalacak. Ve evet benim ilk sahne deneyimim olacak. İlki şenlikti ve sadece rtim atölyesiydi, o yüzden bir grupla çıktığım ilk konser olacak. Bunda en büyük paya sahip olan kişiler ise şüphesiz davula ilk başlatan Görkem ile ritmi öğreten Musa'dır. Size şükranlarımı sunarım.

Konser bitiminde ise eve glip ertesi günki otostop için hazırlıkları bitirmem gerek. Fotoğraf ve videoları yine buradan yayınlarım ^_^

Şans dileyin, yakınlarda iseniz de buyrun gelin. Zaten arkası gelecek bu konserlerin, bu ilki ;)
dahası...


Piknik beni mahvetmiş geçen hafta. Bir hafta boyunca öyle camış gibi yattım, hele pazartesi prova iptal olunca gece 1'e kadar uyudum! Çok değil mi? Bence de öyle.

Bu hafta sadece eylemlerle ve eylemcilerle geçti. WSI (türkçe olarak Viyana Öğrenci İnsiyatifi) çatısı altında toplanmış arkadaşlar. Oradan da yeni arkadaşlar edindik, hatta Talha çocuk aralarından birine gönlünü de kaptırdı, alıştım onun bu durumlarına. Kızma panpa, sen de biliyorsun kendini :) Hafta içi resmen eylemlerle, o eylemleri nasıl planlayacağımızın toplantılarıyla, açık hava kahvaltılarıyla falan geçti. Ha bir de film gösterimi oldu o grupla beraber. "Çoğunluk" diye bir film izledik, çok basit bir film, dingin, alttan akıp giden ama mükemmeldi. Bu kadar beklemezdim. Sünepe bir çocuğun başından geçenler gibiydi. Gündelik yaşam, kendi kararlarını veremeyen yirmili yaşlarında bir eleman baş roldeydi.

Bu kadar arayı açmamam lazım yazarken neler yaptığımı tam hatırlamıyorum. Kesin o kadar önemli olmayan şeyler yapmışım ki aklıma bile gelmiyor. Cuma günüydü sanırım yok perşembe yine CS aracılığı ile 2 Ermeni arkadaşı ağırladık. Çok takılamadım, işim gücüm vardı, sadece öyle kendi kendine takıldılar ve uyuyup uyanıp gittiler.

Pazar günü yine pikink vardı, 30'u geçtik bu sefer. Gurbetçi arkadaşlar bolcaydı bu sefer, çok fazla takılmasakta onlarla, yine de bizimlelerdi. İlkine nazaran daha sıkıcı geçti ama sıkıldığımızın farkına varmadık, öyle akıp gitti. 21:20'de mekandan ayrıldık. Aslında piknik yerinin değişmesiyle de alakası var sıkıcı geçmesinin. Tuna kenarına gittik bu sefer. Topumuz da kaybolmuş diğer piknikte o yüzden top da oynayamadık ama bolca çaldık söyledik. Çağkan belgesele devam etti, bazı sahneler bildiğin ıssız adam tripleriydi.

- Abi şimdi şu banka otur, gün batımına doğru bak.
- Böyle mi? Oratalayayım mı yoksa kenarda mı?
- Ortala abi, hah güzel.
- Şarap içeyim mi?
- Yavaş yavaş iç abi.
- Tamamdır.
- Tamam kestik, güzel oldu. Şimdi de git abi şu dere kenarına yürü gel, sonra dere kenarından ufka doğru bak.
- Abi burada ufuk yok! Ne tarafa bakcam?
- Abi bak işte bir yerlere alla alla.
- Tamam tamam.

Pikniği tamamlayan ise Mert'in Dayı'ya laf yetiştirirken yere yığılması olmuş, kaçırdım.

Ertesi gün yine prova patladı. Sebastian hala Amerika'da. Manu'ya sorduğumda ise haftaya yapacağız prova dedi. Hadi hayırlısı.

Ya işte couchsurfingçiler falan geldi, onu sonraki yazıda yazayım.
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.