Merhabalar efendim,

Bloggerlar Çalıyor projesinin gelişmelerini haber vermek için yazıyorum. Bildiğiniz üzere Mr. Patates davullardan mesuldü ve on numara kayıt yaptı Kesmeşeker'in şarkısına (aynı güzelliği Leyla the Band için de bekliyoruz :) BangBang ise akustik gitardan sorumluydu ve iki şarkıyı da güzelce kaydetti, üstüne üstlük kendi bestesi olan bir şarkıyı da kaydetti. Ben ise her üç şarkının da perküsyon kayıtlarını an itibariyle kaydetmiş ve adreslerine yollamış bulunuyorum. Geriye sadece Debriyaj kaldı enstrüman olarak. Hepsinden sonra da ZeyneptünJüpiterdim şarkıları söyleyecek ^^

2 Haziran Blogstar Yarışması finaline yetiştireceğimizi umuyorum.

Gelişmeler bunlar, beklemede kalın ^_^
dahası...




“Yalnızsın yine” diyerek kadehini benimkinin yanına koydu. Yanımdaki tabureye oturana kadar yüzümü dönmemiştim. Sesinde sıkılmışlık seziliyordu. Aylardır, haftada en az iki defa gelirdim bu küçük bara. Arada bir gelen üç-beş kişilik gruplar haricinde, içeride her zaman müdavimler oluyordu. Mine de bu müdavimlerden biriydi. Öğrendiğim kadarıyla asıl adı Emine’ymiş ama kulağa cool gelmediğinden dolayı Mine olarak tanıtıyormuş kendini herkese.

Hafifmeşrep biridir Mine. Liman’a ilk takılmaya başladığımda dikkatimi çekmişti. Uzun zamandır takıldığı belliydi. Genelde, Kıbrıs gazisi Metin Amca’yla takılırdı. Onun bitmek bilmeyen savaş anılarını dinler, şuh kahkahalar ile cilveler yapardı. Bu cilveleşmeler Metin Amca’nın hoşuna gitse de Mine’ye sarktığını hiç görmedim. Sadece kendini beğenilmiş hissetmesi ve ilgilenilmek hoşuna gidiyordu sanırım. Her gece içtiği üç biradan sonra Metin Amca, Mine’ye ısmarladığı iki biranın da parasını gazi maaşıyla öder ve dilinde bir Türk Sanat Müziği ile bardan evine doğru yürürdü. Babacan biriydi.

Yağız vardı bir de, hız tutkusu onu tekerlekli sandalyeye mahkum etmişti. İki yıl önce yaptığı bir motorsiklet kazası sonucu belden aşağısı felç olmuştu. Hayata küskün biriydi, yüzünü ise ancak Mine güldürebiliyordu. Hatta Mine ile birlikte, kendi engeliyle dalga geçiyordu, “gel otur kucağıma, nasılsa benim kuş artık zararsız” diyerek Mine’yi kucağına oturtarak bar içinde turluyorlardı. Zamanında tavladığı kızların haddi hesabı yokmuş, bazen içlenip anlatırdı.

Mine’nin ise ısmarlanan içkilerden dolayı keyfi hep yerindeydi. Hiç ayık görmedim. Benim geldiğim saatlerde Mine çoktan ortamını kurmuş, Yağız ya da Metin Amca ile çoktan kadehleri yuvarlamış oluyordu. Nadiren kendi içkisini öderdi. İçeride Yağız ya da Metin Amca yoksa gözüne kestirdiği biriyle cilveleşir, bazen ufak oynaşmalar ile kendine içki ısmarlatmasını bilirdi. Mekandan yalnız çıktığı çok nadirdir ancak kimse yadırgamaz Mine’yi. Mizacı öyledir çünkü. Ne ise o. Kendine içki ısmarlatacak birilerini bulur, gözüne kestirdiği kişiler ile birlikte olur, ertesi gün aynı macera tekrar başlar. Hiçbir erkeğin peşinden koştuğunu ya da ertesi gün de tavlamaya çalıştığını görmedim. Kendinden de hiç bahsetmezdi, sadece o anı yaşardı.

“Evet” diye yanıtladım kayıtsızca, “her zamanki gibi.”
“Buraya neredeyse üç yıldır gelirim ve hemen herkesle bir muhabbetim olmuştur, hemen herkesi tanırım ama sen, sen kapalı kutu gibisin.”
“Beni de tanımayıver.”
“Öyle olsun bakalım. Burada oturmamın sakıncası var mı peki?” dedi büyük bir olgunlukla, Mine’den beklemezdim.
“Tabii ki hayır.”
“Tanımak isterdim seni.”
“Antik Yunan’da filozoflar, öğrencilerinin makatı kıllanana kadar ilişkiye girerlermiş. Birlikte olmak, bir insanı tanımanın, bir bağ kurmanın en iyi yollarından biri olarak düşünülürmüş.”
“İlginçmiş. Tanışalım mı o zaman?” dedi, sesinde her zamanki bilindik cilvesi vardı.
“Kaç kadeh içtin?”
“Bugün geç başladım, bu ilk bardağım. Ismarlatacak kimsem yoktu.”
“Hadi gidelim o zaman.”
“Nereye?”
“Tanışmaya.”
“Biraz daha içseydik.”
“Benimle de ayıkken seviş, diğerlerinden farkım olsun.”
dahası...




Yavuz olayım; kitaplar okuyayım sana, açamadığın tüm kapıları ardına kadar açayım, şarkılar besteleyeyim, kapında sabahlayayım, çiçekler alayım, her yerde karşına çıkayım.

İsmail olayım; kaygılarından arındırayım, hayata boşverdireyim, işverenine karşı haklarını savunayım, öğütler vereyim.

İskender olayım; pastalar, börekler yapayım, sorunlarına akılcı çözümler sunayım, baba gibi konuşayım, ütüsünü yapayım, üstünü örteyim, yatağımda yatırayım.

Erdal olayım; bakkalım dünyanın merkezi olsun ama gözüm yarimden başkasını görmesin, onun etrafında dönsün tüm dünya, bakkalım dahil.

Çakma Aksakallı olayım; yetmiş yaşına bile gelsem liseli aşıklar gibi seveyim, seranat yapayım, çiçekler dereyim kapısına.

Kubilay olayım; kimseyi sokmayayım yanına, ne kadar lüzumsuz kişi varsa müsade etmeyeyim hayatına girmesine.

Gözlüklü Çocuk olayım; teknolojiyi sonuna kadar kullanayım yare ulaşmak için, power point sunumlar hazırlayayım.

Mecnun olayım; başını türlü belalara sokayım ama hala beni sevsin, Leyla'm için dünyayı durdurayım, Mars'a çıkayım, evreni kurtarıp uzaylılarla kapışayım.

Ya da boşvereyim tüm bunları, o o olsun ben ise ben, kendi hikayemizi yazalım. Kimselere benzemesin, özenilmesin. İmrenilesi bir hikayemiz olsun 

dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.