Daha önce Giyim Kuşamın Gereksizliği Üzerine bir yazı yazmıştım. Şimdi biraz daha dallandırıp budaklandırayım bu fikrimi, sadece kıyafet odağından çekip biraz daha geniş bir açıyla bakmayı deneyeyim.

Kıyafetlerimiz fazla, evet. Yani ihtiyacımızdan çok daha fazla kıyafetimiz olduğu aşikâr. Ayakkabılarımız da aynı şekilde. Hatta ev eşyalarımız, mobilyalarımız, elektronik aletlerimiz vs. Mutlaka ihtiyaçlarımızı alacağız, yaşamak için, sosyal hayattan kopmamak için, konfor için, üşümemek için...

Benim anlamadığım noktalar ise telefonu sadece konuşma ve mesaj için kullanan insanların bin küsur liraya telefon almalarının maksadı ne olabilir? Ya da sadece Feysbuğa giren bir insanın Ayfon 5S'in çıkmasını dört gözle beklemesinin amacı ne? Fotoğrafa bile resim diyen insanları, ön kamerası 5MP olan bir telefon ne kadar cezbedebilir? Ya da ingilizce konuşmayan birinin (yermek için söylemiyorum) telefonunda SIRI olması ne kadar kullanışlı ve gereklidir? Hadi aldın diyelim, her sene değiştirmenin, model yükseltmenin ne gerekliliği var?

Oturduğun koltuk hala rahat ve yayları çıkmamış, perdelerin hala seni güneşten koruyor, altındaki halı hala yumuşak ve kullanılır vaziyette, mobilyaların hala işini görüyor ama yine de "moda"sı geçtiği için yenileniyor. Birkaç yılda bir önce perde, ardından onun rengine uygun mobilya ve halılar yenilenir. Peki bunun gerekliliği nedir? İşini görecek bir koltuk, ihtiyaç kadar mobilya, ayağını sıcak tutacak bir halın olsa kâfi değil midir?

Örnekler çoğaltılabilir, hem de fazlasıyla. Şimdi, o gözünüzden sakındığınız yaklaşık iki bin lira olan telefonunuzun ekranı çizilse içiniz gider değil mi? O yüzden kılıflar, cam koruyucu bantlar yapıştırırız, elimizden düşürmemek için insan üstü çaba sarfederiz ve ehemmiyetli bir yerde değilse aklımız onda kalır. Yani aklımızı meşgul eder.

Yine aynı şekilde yeni aldığınız bir mobilyayı kediniz tırnaklarıyla didik didik etse içiniz yanar, kediyi azarlar ya da kovarsınız o bölgeden. Eltinizin, kaynınızın çocuğu kola dökse yeni halınıza "çocuktur ya, önemli değil" derken gözleriniz dolar. O eşyaları muhafaza etmek, yeni kalmalarını sağlamak için sürekli diken üstünde durursunuz.

Ejderhaların, efsanelerde hiçbir işine yaramayan hazinesini korumak için yaşamaya döner yaşantınız. Artık o mobilya, o pahalı telefon, o eşya, o "şey" sizin hizmetinizde değildir, siz o kıyafetin, aletin, mobilyanın "şey"in hizmetindesinizdir. Fayt Kılap kitabında Chuck Palahniuk abimizin de dediği gibi "sahip oldukların sana sahip olur", farkına bile varmazsın. Bir bakmışsın elbisen kirlenmesin diye çimlere oturamıyorsun, mobilyana bir zeval gelir, ev kirlenir diye kedi beslemiyorsun, bir şey dökerler diye çocuklu aile çağırmıyorsun, çizilir diye telefonunu sarıp sarmalıyor, her eline aldığında tedirgin oluyorsun. Ejderha örneğindeki gibi hazineni korumak için yaşıyorsun artık.

Hatta bankada para biriktirmek de aynı şekilde. Birazcık azalır, aman sıfırlar gider diye ne tatile çıkıyorsun ne de özendiğin bir şeyi alıyorsun. Artık o para sana hizmet etmiyor, sen onu korumak için resmen yakın koruma görevliliği yapıyorsun.

Siz hiç eski bir telefonunuz yere düşünce "hiiih!" diye bir nida attınız mı? Ya da eski, kumaşı yer yer sigaradan dolayı yanmış koltuğunuzu kedi tırnakladığında aldırış ettiniz mi? Maddi değeri olmayan, sadece ayaklarınızı sıcak tutması için serdiğiniz halınıza şarap döküldüğünde içiniz yandı mı? Yanmadı değil mi? Peki o "şey"ler ile şu anda kullandığınız pahada ağır "şey"ler arasında kullanım açısından ne fark var?

Demek istediğim, tırnak içinde de belirttiğim gibi onların hepsi "şey"! Bırakın kırılsınlar, birakın dökülsünler, birakın çizilsinler. İnsani ilişkilerinizi kırmasından çok daha iyidir. Bırakın "şey"ler "şey" olarak kalsın. "Şey"leri korumak adına hayatı ıskalamayın. Eşyalarınız size hizmet etsin, gerçek manada!

Ayrıca bir şey daha, Einstein abimizin dolabında aynı takımdan bir sürü varmış, çeşit çeşit kıyafeti yokmuş yani. "Ne giyeceğimi seçmeye kafa yoramam, beynimi daha yararlı kullanırım" diyerek ihtiyacından fazlasına tamah etmemiş, hatta reddetmiş. Aynı şekilde, saçma sapan şeylere kafa yormamak, aklın bir köşesinde "şey"leri koruma güdüsüyle zihni doldurmamak için ihtiyacınız yoksa tüketmeyin!
dahası...


İslamiyet inancına göre bu dünya, çektiğimiz zorluklar, varlıklar, yokluklar, her şey birer sınav. Yaptıklarımız, bize yapılanlar...

Tekrar aynı düsturda yaklaştığımızda, bu sınavı geçmek için tek yapılması gereken kitabı düzgün okuyup anlamak ve kitabı insanlara taşıyan başöğretmenin sözlerini yerine getirmek.

Peki bu kadar imtihanlarla örülmüş bir dinin, insan iradesinin her şeyi belirlediği, kendi kaderine bile yön verdiği, yani imtihanın sonucunun tamamen kendi elinde olduğu bu sınavda tek sınandığımız nokta zorluklar mıdır? Seçim şansının sana verildiği ve inanarak, düşünerek, okuyarak doğruyu bulabileceğin dinin kendisi bile bir imtihan olamaz mı?

Yani İslamiyet'e inanan insanların rehber olarak kabul ettikleri kitap bile Yaratan tarafından "dur bakalım her dediğime balıklama atlayacaklar mı yoksa akıllarını kullanıp gerçek doğruya ulaşacaklar mı?" düşüncesiyle gönderilmiş olamaz mı?

Hiç düşündünüz mü?
dahası...


Necmettin. Yani dedem. yetmiş dokuz yaşında ya da seksen, tam bilmiyorum. Tanımıyorum ki. Babam da tanımamış elli beş sene boyunca.

Orman'da memurmuş, babam anlattı çok sonraları, aklım erince. Üvey baba elinde büyümüş. Sürekli dayak yemiş, yokluk çekmiş. Babaannemle evlendiklerinde bir merkebi ve taşıyabildiği kadar eşyaları varmış. O yoklukla yetiştirmeye çalışmış dört çocuğunu. En büyükleri babam. O sevgisiz, itile kakıla büyüyen adam aynı tutumu çocuklarına da yapmış, ders alıp aksini yapması gerekirken.

Çocuğu, gürültüyü, sesi sevmez dedem. Kendi çocuklarını da sevmezmiş, bilhassa babamı. Nedendir bilmem. İstediği gibi bir adam olamamış babam. Okumak istemiş, mani olmuş. Kaçak olarak kamyon kasasında sınavlara gitmiş. O zamanlar çok değerli olan endüstri meslek lisesi sınavlarına katılmış. Üçüncü olarak kazandığı sınavı oturdukları akşam yemeğinde büyük bir sevinçle açıklamasıyla suratının ortasına kaşığı yemesi bir olmuş.

On dördünde ayrılmış evden babam, okumak için. Seksenlere denk gelmiş bu okuma sevdası. Girişimciymiş de. Halkevlerine gidermiş o zamanlar. Kütüphaneden istediği bir kitabı vermediler diye Ülkü Ocakları'na gitmiş, orada bulmuş o kitabı. O saatten sonra da ideolojisi milliyetçilik olarak gelişmiş. Bir çok eyleme katılmış, on altı yaşında ocak başkanlığı yapmış, seminerler vermiş. Kendi başına hayatta kalmış, kendi parasını kendisi kazanmış. Yetmemiş, ailesine de para göndermiş arada bir. Yaranamamış.

Hakkını da yememek lazım, babamın kardeşlerini severmiş dedem. Hala sever. Sözlerini dinlediler diye mi bilmem. Babamı ne kadar yerer, aşağılarsa kardeşlerini de o denli severmiş. Bayramlarda bile, biz ne zaman yanına gitsek, tek kelime etmez, elinde kumanda STV izleyip ibret alır. Kendi hayatından, yaşadıklarından alamadığı ibret için Kalp Gözü'nden medet umar. Diğer torunlarıyla yaptığı sohbetleri gıpta ile izlerim. Anlatacak hiçbir şeyleri de olmamasına rağmen boş boş konuşurlar. Halbuki benimle konuşsa o kadar çok şey var ki anlatmak istediğim, sormak istediğim. Dokuz yıldır üniversitedeyim, hala ne okuduğumu bilmiyor. Geçen sene üniversiteyi kazanan kuzenimin okulunu dahi biliyor.

Halbuki dese ya bana; "neden yakıp yıkıyorlar yavrum memleketi" diye, sövse hatta. "O küpeler ne?" dese, bağırsa. Derslerimi sorsa, zihin açıklığı dilese Allah'tan. Neden sakal bıraktığımı merak etse. Herhangi bir şey ya, sohbet etse benimle. Varsın söylediklerimi anlamasın, varsın aklına yatmasın ama sorsun. İletişim kurmaya çalışsın. Ben de ona ağaç budamayı sorayım, kalem aşıyı sorayım, "bir zamanlar buralar dutluk muydu dede?" diye sorayım, anlatsın. Sormuyor. Anlatmıyor.

Üç - dört yıldır bir ayağı çukurda ihtiyarın. Huysuzlukları arttı. Kalp ameliyatı olduğundan beri resmen ölümü bekliyor. Çok büyük hevesle diktiği ceviz fidanlarına bile bakmaya gitmiyor. Çekyatın üstünde, elinde televizyon kumandası STV izliyor gece gündüz. Yaşamaya dair ufacık bir isteği yok. Aslına bakarsan çoktan ölmüş de vücudu yaşamaya direniyor. Yürümüyor bile kendini bırakmışlığından.

Yanına ziyarete giderken bunları düşündüm hep. Ne yapabilirdim ki kendini bu denli kapamış birine? Yine de kararlı bir şekilde gittim, çaldım kapısını, babaannem açtı kapıyı;

"Nasılsın babaanne?" deyip öptüm elini.
"Nasıl olalım oğlum, deden hasta işte" diyerek buyur etti içeriye.
"Nasılsın dede?" deyip onun da elini öptüm.
"İyiyim, iyiyim de babaannen çok konuşuyor, boşayacağım valla, gidip öte köyden karı alıp geleceğim" dedi dili dönmeyerek. Sağlığında konuşmazdı, şimdi de sağlığı el vermiyor konuşmasına.
"Başkası çekmez kahrını dede, sen sağlam yapış babaanneme" dedim gülümseyerek.
"Yok, şart olsun boşayacağım!"
"Ağrın sızın var mı?"
"Bacağımın şurası ağrıyor bir tek, ayaklarım da şişti" dedi bileğine yakın bir yeri işaret ederek. Kalp kapakçığı düzgün çalışmadığından sızıntı yapıyor, böbrekler düzgün çalışmıyor, bu da tüm vücuda etki yapıyor artık.
"İlaçlarını alınca geçer dede" dedim inanmayarak.

Karşımda beş yılda günden güne eriyen bir adam vardı. Nerede o bayramlarda kuzenlerle oyun oynayarak ses yaptığımız için azarlayan dedem, nerede şimdi konuşmaya bile takati olmayan adam. Kendisine kızmak için o kadar fazla sebebim varken, üzülüyordum adama. Sağlığında yanından ayrılmayan çocuk ve torunları yoktu şimdi yanında. "Geçmiş olsun" deyip ayrılıyorlar yanından. Bir şeyler yapmak istiyordum beni sevmeyen dedem için. Bu yaştan sonra zor ama belki birisinin onu gerçekten sevdiğini hissederse bir şeyler değişir diye. Sırf bu yüzden kitap getirdim yanımda. Bu zamana kadar okumuş mu bilinmez ama bari son zamanlarında bir kitapla tanışsın diye.

"Dede kitap okuyayım mı sana?"
"Ne kitabı?"
"Roman dede."
"N'olcakmış o?"
"Hiç işte dede, kafan dağılır."
"Sigaran var mı?"
"Ne sigarası dede, sigara içecek halin mi var?"
"Ya bırak doktorları da babaanneni de, yarına çıkacağım şüpheli, bu saatten sonra zaten düzelmem, bırak da sigaramı bari içeyim, bu karı içirmiyor bana!"
"Sigaram yok dede."
"Tütün sarıyordun sen, sar bir tane."
"Tamam dede" diyerek önce babaannemi kontrol ettim, namaz kılıyordu. Çıkardım tütünleri, iki tane sardım. Biri dedeme, biri bana. Zippomu çıkarıp yaktım ikimizinkini de.
"Amerikan çakmağı değil mi bu?"
"Evet dede."
"Güzel oluyordu bu çakmaklar, biz de muhtar çakmağı kullanırdık, o da benzinli, aynı böyle kokuyordu. Tütün nerenin?"
"Adıyaman herhalde."
"Ne kitabı okuyacakmışsın sen?"
"Roman işte dede, ben günlük, gün aşırı gelir devamını okurum hep böyle, olmaz mı?"
"Yok, sen ince bir kitap bul. Ya da en iyisi kısa öyküler olan bir kitap getir, onu oku."
"Neden dede?"
"Kitabın devamını merak edip ertesi günü beklemek istemiyorum. Beni hayata bağlama tekrardan."
"..." Çantamdan çıkarmak üzere olduğum Oğuz Atay - Tutunamayanlar'ı yerine bıraktım. Boğazım düğümlendi. Sigarayı kül tablasına bastık ikimiz de, sonra dedem tekrar uykuya daldı. Bu kadar sohbet bile fazla gelmişti adama, bana da...


dahası...


Selamlar efendim,

Bildiğiniz üzre yeni projeye giriştik ve hali hazırda olan Bloggerlar Çalıyor ekibiyle başladık bu işe tekrar. Onlar kimdi?

Ben - Perküsyon
BangBang - Akustik Gitar
SenbonZakura - Vokal
Mr. Patates - Davul
DebriyajBlog - Elektro Gitar
ZeyneptunJüpiterdim - Vokal/Bas Gitar

Bu kadroyla ilk şarkımızı başarıyla tamamladık. İlk kez beraber çaldığımız için ufak tefek acemiliklerimiz oldu ancak yeterince tatmin edici bir kayıttı. Ve kollarımızı tekrar sıvayarak yeni şarkıya başlayacağımızı ilan ettikten sonra bu oluşumun içinde yer almak isteyen yeni blog tutan arkadaşlar çıktı. Buna da çok sevindik çünkü maksadımız müzik yapmak olsa da bu müziği olabildiğince paylaşımcı bir şekilde yapmaktı.

Peki o dahil olmak isteyen yeni arkadaşlar kimler?

Mirage: Proje başladığından beri bir ucundan girmek için çırpınan ama elinden bir şey gelmediği için boynu bükük uzaktan izleyen Mirage, bu projeye blok flüt ile katılmak istiyor. Kafaya koydu, dahil olacak.
Baykuşun Notları: Projeden haberdar olur olmaz piyano ile katılmak için teklif getirdi, seve seve kabul ettik.
Baykuş Tüyü: Baykuşun Notları ile bir akrabalığı olduğundan şüpheliyim. Hazel yani Baykuş Tüyü de projeden haberdar olduktan sonra gerek vokal, gerek klasik gitarla, en olmadı eliyle rtimler tutarak yani herhangi bir şekilde projede yer almak istiyor.
Emrah Güngör: Aramızda kendi isim ve soyismini kullanan bir tek Emrah var sanırım. O da Baykuş Tüyü gibi vokal ve klasik gitar ile katılabileceğini, bir şekilde bu projede yer almak istediğini belirtmiş.

O zaman detaylara geleyim;

- Bu projede ZeyneptunJüpiterdim bas gitar ile katılacak, bu projede şarkı söylemeyecek. Yani o şekilde konuşmuştuk, tekrar teyit ederiz.
- İlk kadrodaki diğer arkadaşlar aynı pozisyonda devam ediyorlar.
- Mirage'e blok flüt notalarını SenbonZakura verecek (muhtemelen bugün), Mirage işi kıvırırsa şarkıda blok flüt çalacak.
- Baykuşun Notları piyanosu ile katılacak.
- Emrah ve Hazel ise biri klasik gitar, diğeri vokal olarak yer alacak projede (hangisinin neyi çalacağını ikisiyle de görüşüp karar vereceğiz, aslında kendileri karar verecek).

Şimdi arkadaşlar, görev dağılımını şöyle düşündük;

- Mr. Patates: Zaten üzerine düşeni yaptı, beklemede. Onun davul kaydı tamam.
- Ben: Perküsyonu kaydettim ancak farklı rtimlerle birkaç kez daha kaydedeceğim, hangisini beğenirsek onu koyacağız. Ben de üzerime düşen kısmı bugün hallederim.
- BangBang: Akustik gitar kaydını bugün deneyecek, en kötü ihtimalle haftasonunda tamamlamış olacak.
- SenbonZakura: Vokal kaydını hafta sonu kaydetmeyi planlıyor. Ayrıca blok flüt notalarını çıkaracak bugün.
- DebriyajBlog: Geçtiğimiz pazar elektro gitar kaydını deneyecekti, ne yaptı bilmiyorum. Ona bugün erişip ne durumda olduğunu soracağım. Onun da başka önemli işi çıkmazsa hafta sonu halleder diye düşünüyorum.Şarkının tüm elektro gitar ile çalınan kısımları ve overdrive solo kısmı onun ellerinden öpüyor.
- ZeyneptunJüpiterdim: Bas gitarları çalacaktı, ona da bugün tekrar ulaşıp soracağım.
- Baykuşun Notları: Şarkının klavye ile çalınan kısımlarını piyano ile çalacak. Şarkıya çok güzel bir hava katacağı kanısındayım. Ne zaman başlayıp ne zaman bitirecek kaydı, onu bilmiyorum. Baykuşun Notları, eğer bu yazıyı okursan lütfen ne alemde olduğunu, kaydı ne zaman yapacağını haber et.
- Mirage: Sana da şarkının girişindeki clean tonda olan soloyu uygun gördük. Eğer becerebilirsen o kısmı blok flüt ile çalarak şarkıyı bambaşka bir havaya sokacağız.
- Hazel: Sesinin tonunu bilmiyoruz ama sen de geri vokal yapmak ister misin? SenbonZakura'nın ses tonunu ilk şarkıda az çok anlamış oldun. Onunla harmoni ya da çift ses yapabilir misin?
- Emrah: Mirage'in çalacağı clean tondaki solo şarkıda iki yerde geçiyor. Eğer ilkini Mirage çalacağım derse ikinci kısımda da klasik gitar ile o soloyu atmanı rica ediyoruz. Eğer Mirage "ben çalamadım" derse iki yerde de senin soloyu kullanmak niyetimiz. Çok az görev düşüyor gibi görünüyor ama şarkı için güzel renk katacak bir dokunuş olacak.

Aklıma gelenler bunlar. Dahası için mail ile, buradan yorum ile, tivitır üzerinden yani herhangi bir şekilde iletişime geçebilirsiniz.

Acaba hepinizden rica etsem hafta sonu işiniz olmazsa ilk deneme kayıtlarını yapar mısınız?

"Nasıl yapacağız kaydı?" derseniz eğer; Benim önerim akıllı telefonlara Miidio Recorder yüklemek. Kayıt yapmadan önce de programın ayarlarından wave 176 KB/s stereo seçmeniz. Çok kaliteli bir ses kaydı var. Kendi başka imkanlarınız varsa da onlarla yapabilirsiniz.

Ayrıca Feysbuk kullananlar için bir Feysbuk Topluluğumuz var, oradan da iletişimde olabilirsiniz.

Bununla birlikte Tivitır adreslerimiz;
Ben
SenbonZakura
BangBang
Mr. Patates
DebriyajBlog
ZeyneptunJüpiterdim
Mirage
Baykuşun Notları

Sevgilerimle
dahası...


Yazdığım Dut hikayesine ekleyeceğim ama henüz yeri belli değil.

(...)
"Canım" dedim kürek kemiğinin omzuna yakın olan kısmını öperek.
"Hıı."
"Uyan hadi Dut'um."
"Yaaa" dedi ellerini yüzüne kapayarak.
"Uyumaya mı geldik buraya, hadi canım."
"Ben kızgınım sana" dedi, ellerini yüzünden indirmeden. Kelimeleri zor seçiliyordu.
"Ne?"
Birden doğrulup bağdaş kurdu, başı çadırın tavanına değiyordu. Gözlerini gözlerime dikerek "kızgınım ben sana!" dedi.
"Niye? N'oldu?"
"Aldattın beni!"
"Kim?"
"Sen işte, beni bırakıp başka bir kadınla uyumaya gittin." 
"Tüm gece buradaydım Dut'um, nereye gitmişim?"
"Ya rüyamda! Öpüşüyorduk, sonra sen gttin."
"Haa" dedim gülümseyerek, "sen baştan anlatsana şunu."
"Büyükçe bir bahçedeydik" diye başladı söze, hatırlamakta zorlanırmışçasına gözlerini yumup başını yukarı kaldırdı "sen geldin yanıma, biraz farklıydın ama. Sendin ama daha farklı görünüyordun. Bahçenin en köşesine gittik, sarılıp öpüşmeye başladık. Çok güzeldi. Elini kalçalarıma doğru indirdin..."
"Böyle mi?" diyerek elimi kalçalarına doğru götürürken elime şaplağı yedim.
"Şşt, uslu ol! Bir şey anlatıyoruz burada. Hem hala sinirliyim sana. Neyse, ne diyordum, bahçede bir süre öpüştük öylece, sonra eve girdik beraber, ev baya kalabalıktı, böyle akraba eşrafı gibi, oturmuşlar. O sırada küçük bir oğlan çocuğunun elinden tutan bir kadın geldi. Sen benim elimi bırakıp onun yanına gittin. Çocuk, kadın, sen, hepberaber odaya geçtiniz. Çok kötü oldum. Ağlayarak dışarı çıktım, yürüyordum. O sıra bir araba yaklaştı, 'gel' dedi, nedense bindim arabasına. Yolda hızla gidiyorduk, yağmur yağıyordu. Adam kontrolünü kaybetti, yoldan çıktık, bir ağaca çarptık. Bende çizik bile yoktu ama adam öldü! O sırada da sen öptün işte" dedi dudaklarını büzüp.
"Buna neden kızdın ki yarim?"
"Nasıl neden kızdım, beni bırakıp gittn!"
"Ben olduğumdan farklı görünüyordum değil mi?"
"Evet."
"Sonra bir oğlan çocuğu ve bir kadınla odaya gittim."
"Aynen."
"Sen geleceği gömüşsün yarim."
"Nasıl yani?"
"Orada öpüştüğüm kişi de odaya geçtiğim kişi de sendin. O çocuk da oğlumuz. Sen geçmişten gelmişsin, gelecekteki beni görmüşsün. Öpüşmüşüz. Sonra eve geçtiğimizde gelecekteki sen ve oğlumuzla odaya geçmişim."
"Peki o arabasına bindiğim adam?" diye sordu ilgiyle.
"O da seninle birlikte geçmişten gelen adam. Zamanda kırılma olmasın diye seni geri götürmek için gelmiş. Seni geçide geri götürmek için acele ediyormuş ama yolda kaza yapmışsınız. Ancak sana bir şey olmamış. Uyandırmasaydım geçide yetişecektin" dedim sırıtarak.
"Ayy" diye bir çığlık attı Dut, yüzünde güller açarak. Sımsıkı sarılıp üstüme çıktı, öpmeye başladı. Kafasını geri çektiğinde "ne güzel de yorumladın, bendim değil mi o?" dedi gülerek.
"Evet canım, gelecekteki halimizi görmüşsün işte."
"Oğlumuz mu olacak yani?"
"Demek ki" dedim gülerek. "Bu arada kalçalarını böyle mi tutuyordum" dedim kavrayarak.
"Hı hı" dedi, dudakları dudaklarımda.
(...)
dahası...


Tekrar merhaba,

Bildiğiniz üzre ilk şarkımızı tamamladık ve içimize sindi. Bunun ilk proje olduğunu zaten belirtmiştik, eylemlerimizin devam edeceğini belirtmiştik ve yeni şarkı için adımları atmaya başladık bile. İlk şarkıya başlarken kararlaştırdığımız şarkının davul kayıtlarını gönderdi Mr. Patates, ben de perküsyon kaydını yapmıştım zaten. Akustik gitar yine BangBang'in, elektro gitar Debriyaj'ın, vokal ise SenbonZakura'nın elinden öpüyor. ZeyneptunJüpiterdim'e ise bu projede bas çalması için teklif götürdük.

Bu ekip aslında bizim kemik kadromuz gibi görünüyor ama her katılımcıya açık olduğumuzu her fırsatta söylüyoruz. Eli enstrüman tutan herkesi bekleriz yeni şarkımıza. Her türlü teklife de açığız, "hacı ben alkış tutayım, hacı ben parmak şıklatayım, ben ıslık çalayım vs" gibi tekliflerle de gelebilirsiniz, hepsine açığız. Yalnız özellikle aradığımız bir klavye/piyano var. Sanırım onun için de Baykuşun Notları talip, resmi bir açıklama bekliyoruz.

Katılım ve tekliflere açığız, bekliyoruz sizi de ^_^

Ha bu arada şarkımız da bu:

dahası...


Mutluluğumu size nasıl tarif edeyim bilmiyorum. 5 Aralık'ta, etrafımda müzik yapacak kimse bulamamamdan mütevellit "hadi müzik yapalım" diyerek karşınıza çıktığımda bana inanıp, güvenip bu yola gireceğinizden emin değildim. İlk proje patlayınca ümitsizliğe kapılmadım değil. Herhalde bu prensiple ilerlediğimizde bir sonuç alamayacağız dedim ancak en azından bir kez daha denemenin faydalı olacağını düşündüm ve yeni proje için blog tutan arkadaşlarla istişareye başladım. Bu sefer davulcumuz da vardı. Ve aslında sanırım hepimizi toparlayan da o oldu.

8 Nisan'da başladığımız yeni projeyi ilmek ilmek işledik, yeri geldi kaydı beğenmeyip tekrar çaldık. En önemlisi sabrettik. 2 Haziran'daki BlogStar yarışmasına yetiştirmek için çırpındık ancak direnişten ötürü hepimiz kayıtlarımızı askıya alarak gerek meydanda, gerek bilgisayar başında direnişe destek verdik. 2 hafta boyunca başka hiçbir şey ile ilgilenmedik, dolayısıyla kayıt da askıya alındı.

Haziran'ın sonuna geldiğimizde ise tüm kayıtlar elimizdeydi. Öncelikle çalışma koşullarımızdan bahsedeyim;
Mr. Patates'in stüdyosu olduğu ve davul işi biraz daha teferruatlı olduğu için muazzam bir stüdyo kaydı yaptı ve fitili ateşledi.
Debriyaj ise gitarını jak ile bilgisayara bağlayıp titretti telleri. Öyle aman aman bir kayıt programıyla da değil hem de.
BangBangSenbonZakura ve ben ise akıllı telefonlarımıza MIIDIO Recorder yükleyerek (kesinlikle muhteşem kayıt kalitesi var) gerçekleştirdik kayıtlarımızı.
ZeyneptunJupiterdim de şarkısını tablete söyledi, basını bilgisayara bağladı.

Gördüğünüz üzre öyle devasa paralar harcayarak, stüdyolara saatlerce kapanıp kaydetmedik şarkıyı. Herkes elinden gelen imkanlarla ve Debriyaj'ın dediği gibi "bir avuç blog yazarının tamamen kendi imkanları ile steril olmayan ortamlarda, stüdyolarda değil çalışma odasında, yatağın üstünde veya salonda kaydedilmiş bir Kesmeşeker şarkısını sizlere sunuyoruz" kaydettik kulağımızdan sakındığımız değerli projemizi.

Tüm kayıtlar hallolduktan sonra etrafta başka ilgilenen olmayınca iş başa düştü, miks aşamasında da sınırlarımı zorladım. Ayıptır söylemesi 2010 model 10' netbookumla, harici bir fare bağlamadan, tamamen touchpad ile ve o ufacık ekranda hallettim tüm miksleri.

Çalışma koşullarımız bu şekildeydi ve kesinlikle amatör ruha uygun bir kayıt oldu.

Bana inanan, güvenen ve projenin tamamlanması için çalışan tüm arkadaşlarıma, ayrıca projenin ilk fikir aşamasından beri bizi destekleyen Bloglar Mahallesi'ne ve muhtarlık çalışanlarına, ilk günden beri hem tanıtım hem motivasyon için uğraşan Mirage'a, projemizi Kesmeşeker grubunun elemanlarına taşıyan Mutlu Cihan'a, yine desteğini esirgemeyen Shirin Serkan Abi'ye, projeyi Feysbuk ve Tivitırdan izleyen, sabırsızlıkla bekleyen tüm arkadaşlara sonsuz teşekkür ediyorum. Hepinizi çok seviyorum.

Ha bu arada, SenbonZakura'nın arkadaşı Unsafeact Yapım da öyle bir vidyo hazırladı ki kaydımıza, neşemize neşe kattı!

Şarkının vidyo ve yalın hali aşağıda, afiyet olsun.

Son bir hatırlatma; bu, sadece ilk proje, eylemlerimiz sürecek, siz de katılabilirsiniz. Projenin ne olduğuyla ilgili fikir edinmek isterseniz buradan önceki denemelerimizi okuyabilirsiniz.







dahası...




Her gece olduğu gibi sıçrayarak uyandım uykumdan. Yirmibeş yaşında sağlıklı bir birey olmama rağmen yalnız uyuyorum geceleri, uzunca bir süredir. Gözlerim bile aralanmadan, yerini ezbere bildiğim, komidinin üzerindeki paketten bir sigara çıkarıp yaktım. İlk çıtırdının ardından gelen uzun ve kuru öksürük nöbetini yerimden doğrularak kafama diktiğim su şişesiyle bastırdım.

Ne denilebilir ki, bu nöbetlere alışmam gerek artık sanırım. Gözümü her kapadığımda sen geliyorsun aklıma. Mümkün olsa, en azından geceleri yatarken aklımı komidinin üzerine bırakmak istiyorum, sigara paketinin yanına. Vücuduma onbeş kilo yük bindiren göbeğim bile tüy kalır beynimin ağırlığı yanında, kaldıramıyorum.

Aylardır kimseyle konuşmadım. Kendi kendime sorular sordum hep, sana sorar gibi. Alamadığım her cevap için öfkelendim sana. İçimdeki öfkeyi dizginleyemiyorum artık.

Birkaç kez karşına çıkıp konuşmak istedim, içimde ne kaldıysa haykırmak. Götüm yemedi. Telefonu aldım elime, rehberdeki ismin bile hala kadınım olarak kayıtlı, arayamadım. Taslaklardaki sana yazdığım mesajlar ise yirmiyi geçti, gönderemedim, cevap verirsin diye korktum.

En çok da seni bu kadar sevdiğime öfkeliyim. Bir insan başka bir insanı neden kendinden fazla sever zaten anlamış değilim.

Onu düşünürken ne kadar süre öylece boş boş sigara dumanını izlediğimi hatırlamıyorum. İkinci sigaranın izmaritini kül tablasına değil de yüreğime söndürmüş gibiydim, acıyordu.

Ben, izlediğim pornolardaki kadınları düşünerek çektiğim otuzbirlerden bile vicdan azabı duyarken, o beni sevdiğini söyleyerek başkasına otuzbir çekmişti aylarca.

Uyuyamıyorum.
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.