Doğal aydınlatma yavaş yavaş sönemkte, yerini yapayları almaktaydı.Şehir her zamanki şatafatlı ve ışıklı haline bürünmüş, gündüz olduğu halden çok farklı bir biçimde insanları kucaklarken o et yığınının arasında iki yakın dost göze çarptı.

- Yürüyecek miyiz eve?
- Evet, boşuna otobüs parası vermeyelim. Zaten yarına yetişmesi gereken makalem var gidip biraz bakınayım.
- Ama daha erken. Biraz daha vakit geçirseydik. Sinyalle iki bira daha alabiliriz.
- Yok abi ya, gidelim biz.
- Aa bugün perşembe değil mi?
- Evet, neden?
- Pilli Bebek var Baraka'da.
- Ee?
- Ee ne? Onu bari dinleyelim. Üç hafta oldu ben dinlemeyeli.
- Tamam hadi gidelim, bitince doğru eve!
- Anlaştık.

     İkişer bira ve kaliteli müzik. Gerçekten özlenesi bir tat. Yaklaşık iki saatlik enfes müzik dinletisinin ardından eve gitmek üzre yola çıktılar. Ev şehir merkezine ve gittikleri mekana çok uzak değildi. Yaklaşık 6-7 km. civarındaydı.

- Emre otostop mu çeksek?
- Yahu Kamil gideceğimiz yer hemen şurası. Hem şehrin göbeğindeyiz, buradan bizim oraya bulabileceğini mi düşünüyorsun?
- Deneriz.
- E hadi deneyelim bakalım.

     Kısa bir sürenin ardından beyaz bir Mercedes yanaştı.

- Gençler nereye?
- Dikimevi'ne bıraksan yeter abi.
- Atlayın, ben de o tarafa doğru gidiyorum.
- Ee anlatın bakalım, ne yaparsınız?
- Öğrenciyiz abi, derslerle uğraşıyoruz.
- Ha iyiymiş. Buyrun yakın.
- Yok abi sigara kullanmıyoruz, tek kötü alışkanlığımız alkol.
- İçer misiniz?

     Bir anlık göz göze geldiler ve Emre "hayır" manasında kaş göz yapsa da Kamil'in ısrarına dayanamayıp evet demelerinin ardından U dönüşü ile ters istikamette ilerlemeye başladılar. Adamın tekin ya da değilliğine aldırmadan beleş içki davasına nereye varacaklarını bilmeden yol aldılar. Demirtepe yakınlarında bir apartmana girip üst katlardan birisindeki adamın ofisinde aldılar soluğu.

- Orada radyo var, istediğinizi açın.
- Emre Radyo Odtü açsana, jazz var bu saatte.
- Tamam.
- Ne içersiniz?
- Likör?
- Kamil n'apacaksın likörü?
- Arkadaşın haklı, bu saatte likör bulunmaz.
- Rakı?
- Tamam.

     İki kişi için 35'lik rakı gelmişti. Meze yok. Sorun değil, alışıklar. Alkole dirençli ve idmanlı iki arkadaş için 35'lik rakı yarım saatten daha az süre dayandı. Sonrasında bir süre alkolsüz, sadece müziğin tadını çıkararak geçirdikleri zamandan sonra;

- Yetti mi gençler?
- Aslında bir kaç bira daha olsa iyi olurdu.
- Hemen aşağıda tekel var, hadi git al gel, biraz da çerez al.

     Bir yeşillik! On bira ve pahalı çerezlerden yarım kiloya yakın yapıyor. Emre bir koşu kapıp geldi, soluk soluğa koşaradım merdivenleri çıkıp sofralarına geri oturdular.
     Pısst! İlk biralar. Bunları biraz daha yavaş içiyolardı ancak vakit de hızla ilerliyordu. Sonuçta Emre'nın yarına yetiştirmesi gereken bir makalesi var.

- Film izler misiniz gençler?
- Birazdan kalkarız zaten, geç oldu hiç başlamayalım.
- Yok kısa bu film, amerikan filmi.
- Eve gideceğiz, geç oldu. Hem ben ödev yazmam lazım.
- Tamam biraz izleyelim, sonra kalkarsınız.
- İyi bari.

     Bilgisayarı açtı ve dev porno arşivinden bir kuple sundu. Bizim kafadarlar olup bitene anlam veremese de yarım saat kadar izledikten sonra -ki adam izlerken gözü sürekli bizimkilerde idi, ekranla pek ilgisi yoktu- kalkmaya yeltendiler.

- Kalksak mı artık?
- Tamam ben sizi bıırakayım.
- Olur. Biralar?
- Alın onları da yanınıza.

     15-20 dk kadar araç sürdükten sonra evin iki sokak arkasına geldiler. Rasgele bir evi de kendi evleri gibi göstererek ineceklerdi ki adam numaralarını istedi. Emre numarasının birkaç hanesini yanlış yazdı ancak Kamil tam doğru yazmıştı. Amacını sonradan anlattı.Araçtan inip eve vardıklarında alkolün etkisi hepten baş göstermişti. Çekyata yığılıp durum değerlendirmesine başladılar.

- Oğlum niye gerçek numaranı verdin?
- Mp3 çalar aldıracağım ona.
- İyice kitledin mp3 çalara. O kadar para verilir mi o alete?
- İstiyorum abi.
- İyi tamam.
- Aa hani sen bira almaya gittin ya, adam anladı heralde benim gay olduğumu işte yanaklarımı falan sıkıp "sen daha kafa olmadın mı?" diye sordu, baya ilgilendi. Biraz da o yüzden numaramı doğru verdim. 40 milyon istedim, yanımda yok dedi ama daha sonra verecek, sözü var.
- Aah  ah, sen adam olmayacaksın. Dikkat et bari.
- Ederim. O değil de ne içtik be! Biralar da bize kaldı, çerezler de. Adam beni götüreceğini sanınca kaz gelecek yerden tavuk esirgemedi.

     Sonrasında kahkahalar eşliğinde keyifle biraları yudumlamaya devam edip adamın üzerinden geyiği sürdürdüler ve Emre yine makale vermesi gereken dersten kaldı. Eğlenmişlerdi sonuçta ve kimse zarar görmemişti. Yine doğaçlama gelişen olaylar silsilesi içinde iki kafadar uykuya daldı...
dahası...


- Yürü hacı yürü, ne uyuşuk adamsın, bu metroyu karçırmamamız lazım.
- Tamam ya tamam...

Yine dersane günlerinden birisiydi, üstüne üstlük bir de deneme sınavı. Oldum olası yarış atı gibi koşturulmayı sevemedim, hele ki deneme sınavı gibi lüzumsuz birşeyden ötürü asla kılımı kıpırdatmak istemiyordum.

Ve birden içimi bir anlık kavuran bir çift göz gördüm ve mutlaka yaklaşmalıydım o ateşe.

- Hacı ben gidiyorum, soru sorma ve peşimden gelme. Akşam ya da yarın görüşürüz, hocaya da bi yalan uydur işte ne bileyim ben.
- Nereye lan! Hoop!
-...

- Boş mu acaba?
- Evet buyrun.
- Aaa Zardanadam mı çalıyor?
- Evet. Neden?
- Bir kulağı da ben alabilir miyim? Çok severim de.

Gülümsedi. Sonrasında bir süre beraber müzik dinleyerek, konuşmadan yolculuk yaptık. Metronun ilk durağıydı ve ikimiz de aheste adımlarla ilerlediğimiz için vagonlara, yer kalmamıştı. Ancak o bir şekilde yer bulmayı başarmış ve yanına da çantasını koymuştu. Kulaklığını takıp müzik dinlemeye dalmış vaziyetteken bir an göz göze geldik. İyiki de gelmişiz. Zardanadam'ı böyle eşsiz bir güzellikle paylaşarak yolculuk etmek sanırım beklentilerimin ötesinde birşey. Birkaç şarkıdan sonra müziği durdurdu. Kulaklığı çıkarıp yüzüme baktı.

- Kimsin sen?
Çok basit bir soru aslında ama o an doğru kelimeleri bulamamıştım.
- Sadece sizi ilk gördüğünde beğenen birisi
Gülümsedi belli belirsiz. "
-Ben Nihal.
- Ben de Hasan ama arkadaşlarım bana Enteresan der.

Gereksiz bir detaydı, neden söyledim ki sanki, milletin bana ne dediğinden ona ne. Fakat tepkisi olumlu olmuştu, böylelikle endişelerim de gitti. Gülümsemesi resmen ışık saçıyordu, gözümü alamadım. Biraz daha yolculuk sırasında sohbet ettikten sonra ineceğimiz durağa geldik. Alışveriş yapacakmış, davet etti. Her ne kadar yorulacağımı bilsem de kabul ettim, böyle bir fırsatı kaçıramazdım. Dersanede deneme sınavı vardı zaten yine ve ben bu deneme sınavlarından hiç hazetmiyordum. Nasıl asarım diye düşünürken böyle bir fırsat çıktı karşıma. Ancak böylesine bir gün geçireceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.

Düşündüğümden daha eğlenceli bir alışveriş geçirdik, sonrasında bir Burger King'e uğrayıp en büyüğünden menüler seçtik. Hamburger ve kolalarımızı afiyetle götürürken bir taraftan da hala birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Tam işlerimizi halletmiş bir şekilde alışveriş merkezinden çıkacaktık ki ikimizin de beklediği bir film vizyona girmiş. Göz göze geldik ve hiç birşey söylemeden iki bilet aldık.

Birkaç gün boyunca sadece telefondan mesajlaşabildik ancak herşey yolundaydı. Sınav yaklaşmıştı ve ikimiz de aynı üniversiteye girmek için var gücümüzle çalışıyorduk. Ve olmuştu. Sınav yerleştirme belgelerinde ikimiz de Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi matematik öğretmenliğini tutturmuştuk. Ufak tefek şehir keşiflerinin ardından hemen uygun bir ev bulup beraber yaşamaya başladık. Derslerimizi hiç aksatmıyor ve sürekli beraber takıldığımız için sevgi ve mutluluğumuzdan hiç birşey kaybetmiyorduk.

Bu tempoya dayanamayan okul dört senede eridi gitti. Ben askerliğimi hallederken -ki yedek subay olarak beş ay yapmıştım- Nihal de  iş arama ve ufaktan evlilik planlarını kurmaya başlamıştı. Askerden döndüğümde eniştemin bir akrabasının dersanesinde stajer öğretmen olarak işe başladım. Bu arada Nihal'le birlikte KPSS'den çok bir puan alamadığımızı söylemiş miydim? Gerçi olsun, bu dersanede ikimize de iş vardı. Bir süre stajer kaldıktan sonra evlilik hayallerini iyice plana dökmüştük.

O hayallerin üzerinden ne kadar geçti bilmiyorum ama şu anda ikimiz de öğretmen emeklisi olarak Ayvalık'a yerleştik ve biri 38 diğeri 44 yaşındaki çocuklarımızın dünyalık işleri ve torunların neşesiyle avunuyoruz. Yazın yazlıkçı arkadaşlar geldikçe de tavla, okey derken günler geçip gidiyor. Torunlar falan da zaten yazın mutlaka en az bir hafta uğrarlar. Hayatımızı başlangıcından şimdiye kadar çok güzel geçti, sonrası için de çok birşey kalmadı zaten. Hah İsmet Beyler'de geldi, şimdi gidip İsmet Bey'in ifadesini alma zamanı...

"Son istasyon Kızılay. İnişler için lütfen kenar platformu kullanınız".

- Amma kestin be kızı.
- N'olcak oğlum, çok tatlı ama.
- Tamam tatlı olmaya tatlı da bakmaz o sana.
- Neden bakmasın hacı, gidip konuşsam mı?
- Yahu ne konuşması, deneme sınavı var bugün. Zaten karnım da aç, poğaça falan alıp gidelim de kantinde çay içeriz. Girmeden de bir sigara yakarız.

Ben o sigarayı kurduğum hayallere yakarım anca. Yine bir mutlu hayat kurma hayallerim metronun ilk durağında sadece bir kere göz göze geldiğim kızla beraber başlayıp, son durak anonsuna kadar sürdü.

Bari emekliliğin tadını çıkarttırsaydın metro hattı! Bu kadar çabuk gelinir mi?
dahası...


Kaç mb fotoğraf var bilgisayırında? Kaç tane foto albümün var rafta? Feysbukta kaç tane fotoğraf albümün var? Kaç kişi seni fotoğraflarda etiketlemiş? Ben başlayayım saymaya. 234 etiktetlenmiş fotoğrafım, 13 fotoğraf albümüm, 13,6 gb'lık 8000 küsur tane fotoğrafım var. Bunların binde birindenden daha az oranında suratım asık, hiç birisinde de ağlamıyorum. Ben neymişim de hiç neşesiz anım yakalanmamış(!) Hadi diyelim tamam ben genelde neşesini yüksek tutmaya çalışan bi adamım, toplum içinde ender olarak keyifsiz takılıyorum da hepimiz mi aynıyız? O zaman neden hep somurtan suratlar, olumsuz cümleler geziniyor etrafta?

Şimdi de konuyu başka yere çekeyim. Sen şimdi o bilmem kaç gblık fotoğraflarına bakarken hep neşeli misin? Baktığın an "anaa ne güzel eğlenmişiz lan, bak falanca da varmış, harbi ona n'oldu?" gibilerinden sözler sarfediyor ve yüzünde tebessümle geçiyorsun değil mi fotoğrafları? Hah işte bakma eylemini bitirip bilgisayarını/albümünü kapatınca nasıl hissediyorsun? Biraz suçluluk, ulan neden şimdi o kadar eğlenmiyorum, neden o kadar neşeli değilim diye, biraz hayal kırıklığı, biraz özlem vs değil mi? Eee n'oldu? Neticede olumlu şeyler kalmadı elde.

Gaza gelip fotoları kaldırasım geliyor o yüzden. Seyrederken çok keyifli de o seyir hali bittikten sonra kalıyorsun mal gibi. Bi hüzün çöküveriyor üstüne.Ama sonra yemiyor işte onca hatırayı kökten sökmek. Zaten fotoğraflar neye yarar? Eski egolarını tekrardan tatmin etmek. Şu anki başarısızlığını yahut neşesizliğini gölgelemek. "Hafız o kadar da hıyar değilmişim ben, bak bir sürü karı kız var yanımda, muhabbet gırla gidiyor. Şimdi memlekette olsam bunların aynısı yine olurdu, bakma sen" diyerek buradaki bahtsızlığı örtmek bir nevi. Mazeretlere sığınmak. Diyelim bu seni kesmedi bu sefer eşe dosta gösterip "bak la nasıl da punkmuşuz kehe kehe, biz var yaa bi oturuşta bir kamyon içki içerdik önceden, ortamımız krallarda yoktu. Bak bunlar da çok sağlam arkadaşlarım, dünyada benzerini bulamazsın vs" ego taşımı yaparsın. Başka neye yarar fotoğraf?


Bu kadar aşağılamak hoş olmadı fotoğraf mevzusunu ancak nasıl anlatsam böyle hoş anıları sözlerle aktarsak hoş olmaz mı? Tüm insanlar zihnimizde olmasını istediğimiz gibi kalırlar. Yani diğer ademoğullarına aktarırken betimlemeyi daha çok kullanırız, bizim penceremizden gösteririz o anlarımızı, o sevdiklerimizi. Bu biraz da şey gibi fantazi kurgu oyunları bilgisayardan grafiklerle oynamak yerine masa başı FRP oynamak veyahut Harry Potter'ın filmini izlemek yerine kitaptan okumak gibi. Tamamen sana kamış mekan ve karakterler. Yazarın yaratıcılığı kadar, betimlediği kadar görüyorsun herşeyi. Objektif bir şey yok. Olmasın da zaten. Birisi canım ciğerim olan bir insana bakıp anlattığımdan daha çirkin görebilir ancak o kişi gözümde dünyanın en güzel insanıdır ve herkes tarafından öyle algılanmalıdır. Yalancılık değil bu, sahtekarlık da değil. Ben nasıl görüyorsam herkes öyle görsün o insanı, o mekanı, o olayı.

Düşünsenize fotoğrafın olmadığı zamanlarda torunlara anlatılan her hikaye, her anı bir destan, bir masal gibiydi. Yalan yoktu, sadece üslup farklıydı. Vidyo ya da diğer zaman yakalayıcı gereçler olmadığından aksi de iddaa edilemezdi hiç bir vakit. Ölen her birey güzel, her insan eşsizdi. Herşey Big Fish filmi gibiydi. İşte herşey yine öyle olsun istiyorum. Farz-ı misal ben babamdan bahsederken hiç bir zaman göbekli, gözlük takan, saçları kır, elli yaşındaki bir adamdan bahsetmem ki. Benim gözümde dünyanın en karizmatik ve yakışıklı adamlarındandır o. Keza annem. Herkes ben nasıl görüyorsam öyle görsün isterim. Biri tutupta fotoğraflara bakıp sadece sonsuz anlardan bir tanesinde yakalanmış bir an içerisindeki bir imgeye bakarak "hacı baban da yaşlanmış" gibi  bir laf etse hoşuma gitmezdi. Ağzının orta yerine çarpasım gelirdi muhtemelen.

Toparlayamadım, umarım anladın biraz. Çekmeyin fotoğraf, anları ölümsüzleştirmeyin. Bırakın her güzel an zihninizde yer etsin, yeri gelince dışarı çıkar, taşar zaten. Hem de fotoğraflardan daha güzel, daha duru, daha "arı" halleriyle.
dahası...


- Hey! Bu taraftayız!
- Naber?
- İyi. Yalnızsın.
- Bekledim bekledim gelmedi. Ben de şuraya baktım, giriş beleş mi diye, değilmiş. Eve gidiyorum.
- Otur istersen.
- Yok, size iyi geceler.

     Bir süre önce beraberdik, sokak sanatçılarının bir partisi vardı. Sürekli olmasa da bir süre beraber takıldık. İki yabancıydık birbirimize sonuçta. Havadan sudan, okuldan Viyana'dan... Bir kaç kez mekandan çıkmaya yeltenmiş, arkadaşı içeride birileriyle tanışınca o da yalnız kalmış, bir süre daha bekledikten sonra el mecbur çıkmış mekandan.

- Eve kadar yürüsem mi ben de onunla beraber?
- Git tabi oğlum, durduğun kabahat.
- Hakkaten ya gideyim ben de dur.

     Adımları biraz sıklaştırdım, acelesi olmayan bir edayla adımlıyordu sokakları. Teknik Üniversite'nin önündeki küçük büfe gibi, stand gibi bir şeyin içerisine bakmaya çalışırken yetiştim.

- Eve mi?
- Evet.
- Eşlik edebilir miyim?
- Tabii ki.

     O anlattı ben dinledim. 1,5-2 km'lik yolu onun hobilerini dinleyerek geçirdim. Memnundum. Ayaklarımda derman olmamasına rağmen o yolda kuş gibiydim. Sarfettiği her kelimeden keyif aldım. Maksadım tanımaktı, bu da ilk adımlar...
dahası...


Hemen her fırsatta ailemi ne kadar çok sevdiğimden ve ne kadar mükemmel olduklarından bahsediyorum zaten. Bu sefer daha önce hiç değinmediğim aile üyelerinden Behlül'ü konu alacağım.

Behlül benim bir sonraki sürümüm. Benden üç yıl sonra piyasaya çıktı. Babamın 85-86 yılları sırasında holdingleşme hedefi ve şirketin adının Emre olması münasebetiyle ikimizin de ikinci ismi Emre. Behlül Emre, Bilal Emre kardeşleriz biz.

Benim aksime o biraz daha maddi açıdan sıkıntılı bir dönemde yetişti. Benim bebekliğim bir elimin yağda diğerinin balda olduğu dönemlerdi, Behlül'ün böyle bir şansı olmadı. Sanırım bu sebepten ötürü onun karakteri daha çok para biriktirme, dikkatli harcama ve aileyi koruyup kollama ile şekillendi. Benimki ise daha çok ertesi günü düşünmeme vs. Muhtemelen ticarete benden daha çok aklının yatması bu yüzdendir. Sürekli para kazanması gerektiği bilinçaltında yer etmiş. Bu benim varsayımım.

Ergenliği de benzer geçti. Dünyaya olan öfkesini kusar gibiydi. Sürekli kavga ve vukuatları vardı. Sorunlarını kaba kuvvetle çözer, kalıbından ötürü de çok sopa yemezdi. Ancak girdiği sağlam kavgalarda üstü başı parçalanmış, bazen burnu falan kanamış şekilde gelirdi. Özetle hırçındı ergenlik dönemlerinde. Bize karşı da öyleydi. Biraz dediğim dedik, biraz başına buyruk, laf söz dinlemez... Aramızda da çok kavga ederdik. Benim yegane kavga ettiğim insandır kendisi. Dışarıda hiç kavgaya bulaşmadım.

Öyle bir insandan da içten içe duygusallık, yufkayüreklilik görmek çok ilginç geliyor insana. Kaç kez yolda bulduğu ufak kedileri eve toplayıp biberonla beslediğini bilirim. Utangaçtır da. Arada bir karıya kıza laf atsa da birisi cevap verse kulaklarına kadar kıpkırmızı olur. Ya da ince mevzulardan konu açıldığında yine kulaklarına kadar kızarır. Duygularını da kolay dile getiremez. Sever ama göstermez, öyle içinden sever. Zaten öyle konulara girince yine kızarır.

İş bu yüzden oldum olası yakın olamadık Behlül'le. Çok istedim, olamadı. Arkadaşlarımla çok iyi geçindi, ortamlarda da aranan insandı ama bir türlü sürekli beraber takılan kardeşlerden olamadık. Zevklerimiz ayrıydı vesselam. Aslına bakarsan punk olduğum sıralarda o da bulaşmıştı o işlere. Benimle birlikte 12-13 yaşlarında köprü altlarında içmeye, köpeköldürene, mekanlara kaçak girmeye, pogoya dalmaya başlamıştı. Sanırım bu yüzden erken yaşta elini eteğini çekti böyle işlerden. En çok beraber takıldığımız zamanlar onlardı sanırım.

Hep imrendim aslına bakarsan, kardeşiyle kanka gibi takılan insanları.Sanırım bu takılamama mevzuunda eğitim olarak sınıf farkımızın çok olması da etken rol oynadı. Etrafımızdaki insanlar arasındaki yaş uçurumu en az beş falandı. Onun çevresi ile benim çevremdeki.

Sonuç olarak gelmek istediğim nokta şudur ki sanırım artık o aramızdaki iuçurum git gide aşılmaya başlamış. Daha fazla muhabbet ettik, daha fazla beraber takıldık, daha fazla şey paylaştık. O kadar sevindim ki bu duruma. Her ne kadar Edward ve Alphonso Elric kadar yakın olmasak da git gide yakınlaşıyoruz. Ayrıca o kendini kaba kuvvetle kanıtlamaya çalışan çocuk gitmiş, resmen tuttuğunu koparan, her işin altından kalkan bir işadamı olmuş. Fikirleri olgunlaşmış, kriz yönetebilen, tek başına kararlar alabilen bir birey haline gelmiş. Babam daha önce iş konularını bana danışır, sadece fikir alırdı ama Behlül resmen yönlendiren olmuş, sadece fikir vermekle kalmayıp uygulamaya koyan olmuş.Pişmiş yani.

Vel hasılı kelam aile ilişkilerimi bu gidişimde iyice pekiştirmeme çok memnun oldum hele ki Behlül'le yakınlaşmamız daha bir memnun etti beni. Allah hepinize böyle kardeş nasip etsin :)
dahası...


Amma olmuş be yazmayalı! Neyse telafi ederiz. Ufak bilgi vereyim önce. Bir kaç aksilik vardı gelir gelmez onları çözdüm, Ders seçimlerini biraz hallettim, gerisi için de bakacağız işte. Memleket semalarında ise 2 ay boyunca ailemle vakit geçirdim, kediyle vakit geçirdim. Burnmuda tütüyor ufaklık. Sarılıp uyuması, mırıl mırıl ninni okuması ne güzel imiş meğer. Buraya da uyum sorunu yaşadım resmen, nasıl alıştıysam memlekete. Hiç bir şey yapmamama rağmen çok eğlendim, çok huzurluydum. Aile huzuru hiç bir yerde yokmuş. Neyse detaya girmeye gerek yok. Güzeldi memleket. Ankara'ya da gittim bir haftalığına. Dostları gönülledik. Tam doyamadıysak da görüşmüş olduk.

Detayları sonra anlatırım, daha müsait zamanda. Epey kitap okudum iki ayda onlara değineceğim biraz. Bundan sonra biraz daha şunu yaptım, bunu ettimden ziyade fikir ağırlıklı şeyler yazacağım sanırım. Çünkü düşününce çok da umrunuzda deil ne yaptığım. Beni tanıyanlarla paylaşıyorum yaptığım şeyleri sonuçta ^^

Bir ara da izlediğim animeler üzerine falan yazılar yazacağım.

Bu yazı sadece hala hayattayım demek içindi. Düşünsel açıdan kendimi değiştirmeye başladım, bu da vücüduma yansıyacak kısa zamanda.

Neyse canlar, daha sık yazarım.
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.