Ormanların birinde, henüz filizlenmekte olan bir tohum varmış. Her gün biraz daha, biraz daha boy atıyormuş, günden güne serpiliyormuş. Ne ağacı olduğunu o da bilmiyormuş, daha fidan olduğu için de diğer ağaçlara benzemiyormuş. Yaprakları fikir verse de büyüyünce tam anlaşılacağı için ne ağacı olduğuna dair düşünülmüyormuş. "Nasılsa ağacım, cinsim önemli değil" deyip ormandaki kuşlarla, sincaplarla oynayıp vakit geçiriyormuş.

Bir de Ormancı varmış, arada bir ormana geliyor, kurumuş, miyadını doldurmuş ağaçları kesip, kulübesine götürüyormuş. Bazen tam kurumamış olanları, hatta fidanları bile kestiği oluyormuş. Gördükleri karşısında dehşete düşmüş Küçük Fidan. Fidan'ın en çok sohbet ettiği kişi yaşlı Ardıç imiş.

Bir gün muhabbetleri esnasında Ormancı tekrar gelmiş, hemen yanıbaşlarındaki kocaman yaşlı çınarı kesmeye başlamış, bir taraftan da Fidan ile Ardıç'ın sohbetlerine kulak kabartmış.
"Ormancı ağaçları neden kesiyor Ardıç Amca? diye sormuş Fidan, biraz ürkerek.
"Vakitleri geldiği için Küçük Fidan" demiş ihtiyar Ardıç.
"Bazıları daha fidan ama!" demiş anlamayarak.
"Vaktin ne zaman geleceği belli olmaz küçüğüm" demiş Ardıç, "bazıları daha tohumken çıkarılır topraktan, bazıları ise benim gibi yıllarca büyür gelişir."
"Peki ben?" diye sormuş Küçük Fidan "benim vaktim ne zaman gelir?"
"O hiç belli olmaz" diye araya girmiş Ormancı. "Afedersiniz" demiş Ormancı "sohbetinizi bölüyorum."
"Sorun değil" demiş Ardıç, şefkatle. Fidan ise tek kelime edememiş korkusundan.
"Benden korkma Küçük Fidan" demiş Ormancı, çınarı kesmeyi bırakıp oturmuş Fidan ile Ardıç'ın karşısına, baltasını da Ardıç'a dayayıp başlamış konuşmaya. "Senin tohumunu hatırlarım" diye girmiş lafa Ormancı. Elleri balta tutmaktan nasırlanmış,  cildi yaşlılıktan kırışmış, sert görünmesine rağmen güven veren bir hali varmış Ormancı'nın. "Senin olduğun yerde önceden asırlık bir meşe vardı. Bir süre önce onu da kesip götürdüm barakama."
Korkudan bir şey söyleyemeyen Fidan, yaprakları titreyerek Ardıç'a bakmış, Ardıç da dallarını eğerek onaylamış.
"Ardıç ile iyi anlaşırdı Meşe ancak vakti dolmuştu artık, ben de kestim onu."
"Vakit nedir?" diye sormuş Fidan, korkusunu biraz yenerek.
"Vakit, bu topraklar üzerinde geçireceğin sürenin toplamıdır" demiş Ormancı.
"Peki ne kadardır o süre?" diye sormuş Küçük Fidan.
"Kimse bilemez" demiş Ormancı. "Ben bile bilemem. Onu anca vaktinin geldiğinde anlarım" demiş anlayışla. "Bak küçüğüm, bazen fidanları bile kestiğim olur, sanırım birkaçına sen de şahit oldun. Onların da vakti gelmişti. Vakit adil bir şey değil Küçük Fidan. Benim bile isyan ettiğim kıyımlar oluyor bazen, vakitsiz gidenler oluyor" demiş. "Ben her zaman vaktini beklerim. Mesela sen..." demiş Ormancı bakışlarını Fidan'a dikerek "eğer Meşe'yi kesmeseydim sen burada olamazdın. Ormandaki sürekliliği sağlamak zorundayım. Vakti gelenleri kesip, senin gibi gençlere yeni alanlar açıyorum yahut Ardıç gibi fazla gelişen sağlıklı ağaçlara yer açmak için."
"Yani güçlü olanı kayırıyorsun" demiş Küçük Fidan, sorar bir şekilde.
"Ormanda güçlü olmaz yavrucuğum" demiş Ardıç. "Sırf ben daha çok gelişeyim diye mi bu Çınar kesiliyor sanıyorsun?"
"Ama Ormancı dedi ki..."
"Ormancı, ormanın sürdürülebilirliği için dedi" diye lafını bölmüş Ardıç "tabiat ormandaki her ağaca aynı yağmuru sunar, aynı gün ışığını verir, aynı toprağın üzerinde serpiliriz. Ancak bazıları bunlarıiyi değerlendirir, ihtiyacı kadarını kullanırken, bazıları ya diğer ağaçların hırsından ya da kendi tembelliğinden bu imkanları yeterince kullanamaz. Aynı şekilde hırsa kapılan bazı ağaçlar da bu imkanları fazla kullandığından vaktini erken doldurur" diye açıklamış Ardıç "ihtiyacından fazla yağmur köklerini çürütür, ihtiyacından fazla güneş yapraklarını kurutur. Her şeyden ihtiyacın kadar almazsan, fazlası da, azı da sana zarar verir."
"Sanırım anlıyorum" demiş Küçük Fidan. "Peki Ormancı, vakti gelmemesine rağmen gidenler oluyor demiştin, onlar nasıl gidiyor?" diye sormuş Ormancı'ya Küçük Fidan.
"Dikkatsizlikten çıkan yangınlar, korunmak için yapılan barınaklar..."
"Korunmak için yapılan barınaklar mı?" diye araya girmiş Küçük Fidan.
"Evet."
"Neyden? Kimden?" diye heyecanla sormuş Küçük Fidan, anlam veremiyormuş.
"Diğerlerinden."
"Diğerleri kim?"
"Aslına bakarsan diğerleri diye bir şey yoktur, onlar öyle söylediği için öyle dedim. Ancak insanlar kendilerine, vakti gelmeyen ağaçları keserek barınaklar yaparlar, geri kalan her şeyi dışarıya hapsederler, aslında hapsettiklerini düşünürler, halbuki kendilerini içeriye hapsettiklerinin hiç farkına varmazlar."
"Neden hapsederler her şeyi dışarıya?"
"Güvende olmak için."
"Güvende olmak için mi?"
"Evet."
"Güvende değil miyiz?"
"Pek alâ güvendeyiz."
"Onlar mı güvende değil?"
"Onlar da güvende."
"Peki neden barınak ihtiyacı duyuyorlar?"
"Tüm canlıların doğası benzerdir ancak insanların fıtratı bizden farklıdır. Yerküre tüm insanlara yetecek gereksinimi karşılar lakin bazı insanlar, diğerlerinin gereksinimlerini de tüketir ve böylelikle bir kısım insanların vakitleri erken dolar."
"Fazladan tüketen insanların da vakitleri erken dolmaz mı?"
"Çabuk öğreniyorsun Küçük Fidan. Elbette onların da vakitleri erken dolar fakat onlar sizinkinin aksine madden yaşamaya devam ederler. Kökleri çürümesine, içinde yaşam kalmamasına rağmen hala ayakta duran ağaçlar gibi. Yalnız o kütüklerin aksine insanlar tüketmeye devam ederler. Hem de gereksinimlerinin üzerinde bir tüketim."
"Nasıl yani?" diye sormuş Küçük Fidan.
"Şu ağacı görüyor musun?" diyerek kuru bir ağaç göstermiş Ormancı.
"Evet, görüyorum" demiş Küçük Fidan.
"Aslında vakti çoktan dolmuş olması gereken bir ağaç o, içinde canı bile yok ama güneşten, yağmurdan ve topraktan yararlanıyor. İhtiyacı olmamasına rağmen tüketiyor. O insanlar da bu ağaç gibiler."
"Peki onu neden kesmiyorsun o zaman?" diye sormuş Küçük Fidan.
"Tepesindeki incecik dalı görüyor musun? Bir tane yaprağı olan."
"Evet."
"İşte bir umut. O dal bu ağacı tekrar yaşatır belki diye."
"O küçücük dal, bu ağaca hayat verir mi?"
"Son dal kuruyana kadar hala umut vardır."
"O zaman o insanlarda da hala umut olduğundan mı vakitleri gelmesine rağmen gitmiyorlar?"
"Aynen öyle. Son dal kuruyana kadar vakit dolmaz."
"Peki Ormancı, kesilen ağaçlar öylece yok olup gidiyorlar mı?"
"Olur mu hiç?"
"Odun olarak mı yakılıyorlar?"
"Bazıları evet ama bir çoğu işe yarar bir şekilde kullanılıyor."
"Onu sormuyorum" demiş Küçük Fidan "o kesilen ağaçlardan geriye hiçbir şey kalmıyor mu?" diye sormuş tekrar.
"Hayır dedim ya" demiş Ormancı, "senin gibi genç fidanların filizlenmesi için tohumlar bırakıyorlar geriye. Onların ardından bıraktığı yegâne varlıklar senin gibi bir çok genç fidan ve tohum" demiş Ormancı.
"Ailemiz gibi yani" demiş Küçük Fidan.
"Gibisi fazla" demiş Ormancı "sen tohum olana, kendi başına toprakta yetişebilecek duruma gelene kadar seni dallarında taşıyıp, uygun ergenliğe erişince seni toprağa bırakır ailen" diye açıklamış Ormancı.
"Benim ailem hangi ağaç o halde?" diye heyecanla sormuş Küçük Fidan.
"Yaprakların hiç tanıdık değil, muhtemelen bu ormanda değil senin ailen" diye yanıtlamış Ormancı. "Bu ormandaki tüm ağaçları bilirim, sen hiç birine benzemiyorsun. Üzgünüm Küçük Fidan, ailen malesef bu ormanda değil." demiş Ormancı. Sonra da baltasından destek alarak ayağa kalkmış "ben işime devam edeyim" diyerek Çınar'ı kesmeye devam etmiş.

- Devam Edecek -
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.