Türkan nedir?

Türkan, 72 model Volkswogen marka T2 minibüsüme verdiğim isimdir. Neden Türkan? Böyle eski arabalara, özellikle Volkswogen'lere isim verilir, onlara sadece araba gibi davranılmaz. Arkadaşın, kardeşin, yaverin, yarin muamelesi yapılır ve bu yüzden hep isim verilir (etfrafımda tanıdığım bütün vosvosların ismi var). İsminin Türkan olmasının ikinci sebebi ise; Bir gün bilgisayar başında pinekleme günlerimdendi ve o sıralar henüz Türkan'a sahip değilim. Arkadaşa internetten bulduğum VW minibüslerin ilanlarını gösteriyorum "bak bunun fiyatı iyiymiş, bunun şusu iyiymiş" diye. O da aynı siteden bana Alfa Romeo ilanları yolluyor, "bak bu da ucuz, bu pek güzel" şeklinde. Tam o anda verdiğim tepki "abi ben Türkan Şorayı seviyorum, ne yapayım Jeniffer Lopez'i" oldu. Bu olaydan yola çıkıp alacağım minibüse Türkan ismini koymaya karar verdim. Etrafımda beni tanıyan herkes Türkan dediğimde neyi kastettiğimi bilir :)

Lakin şu anda kendisi ufak tefek arızalardan dolayı yatmakta. Bi de muayenesinin günü geçti ve bu halde muayeneden geçemez. O yüzden yaptırmaya kalkışmadım. Zaten param da yoktu yaptıracak. En son arkadaşları Bilkent'ten alıp Çayyolu'nda halısaha maçına götürmüştüm. Giderken frenler boşaldı ve nası olduğunu anlamadım arabayı halısahaya kadar götürebildim sağ salim.

Madem Türkan'dan bahsettik şu yazıyı da eklemeliyim. (Uzun biraz)


03.10.08

13:30 Kütahya'ya varış ve Türkan'a bi göz atma. Alacaktık zaten niyet belli 2'ye kadar
noterde işlemleri halledip aldık Türkan'ımızı.

15:00 suları Türkan'ı Küthaya'dan Tavşanlıya kadar kazasız belasız getirdim. O kadar ısrarıma rağmen babam arabayı şehir içinde de sen sür deyince ilk vukuat: 1 saat dolmadan ilk kazamı yaptım,eski renaultlardan birine yandan girdim hafifçe. Tutanağımızı tuttuk, sen sağ ben selamet.

04.10.08

13:30 Kahvaltıdan sonra eşyalarımızı yüklenip çıktık köyden Türkan'la, gayet güzel köyden Tavşanlı'ya kadar babam sürüyodu, tık yok bizim kızda. Tavşanlı'da frenlere ve lastiklere bi bakım yaptıktanve alışveriş, akraba ziyaretlerini tamamladıktan sonra yola çıktık, frenler hala adam akıllı tutmuyo,el freni zaten yok. Allaha emanet gidiyoruz.

15:45 Tavşanlı'dan çıktık, ben sürüyorum ve canavar gibi gidiyo, gazlı haliyle 110 bastım bi ara :)

16:20 Tabi o kadar basarsan ve dilinden anlamazsan ne olur, hararet! Dumanımız tütmeye başladı araba durdu.Yokuşu çıkmadağımızdan kaynaklandı hepsi. Neyse saldık aşağıya doğru 400-500 metre aşağıda bi benzinlik vardı,indik oraya, koyulduk beklemeye. soğursa gider sandık, bi kaç denemenin ardından yanıldığımızı anladık.Yağıydı bilmem nesiydi uğraştık, baktık olcak gibi değil.

19:10 Söyledik benzinliktekilere bize bi tamirci çağırdılar. Bekleyiş..

20:00 Sularında tamirci saolsun kırmadı geldi(!).

20:30 Tamir bitti, yanlış anlaşılmasın zaten elimizde olan yedek platini taktılar ve 40 liramızı aldılar.Hadi bakalım bastık marşa bizim Türkan uçuşa hazır, araba ufak ufak hareket ediyo ordan bizim biraderin sesi "atla anne atla durmasın" Little miss sunshine'ı izleyenler benzer sahneyi görmüşerlerdir araba yürürken peşinden koşup binmeyi, aynısını yaptık :D. Verdim babama al sür dedim, o da "küsülmez öyle arabaya al yürü" deyince tekrar geçtik direksiyona ve nihayet Tavşanlı Küthaya arasını (50 km) saat 21:00 sularında tamamladık.

21:10 Hediyelik eşyalarımızıda yüklendik bi porselenciden tekrar yollardayım, yine yokuş. Çekmiyor kardeşim.Yarsından tıkanınca babam geçti direksiyona tek seferde kaldırdı Türkan'ı (şükür). Yardırdık gidiyoruz.

21:45 suları yine dik bi yokuş, ha gayret yarısına geldik yine tıkandık. Yakınlarda benzinlik yok! Yukarı çıksan çıkmaz, aşşa insen bi daha çıkmaz. Bekleyiş..

22:15 Jandarma! Kurtarıcımız. Geldi saolsun çeki halatımız olmadığından çekici çağırmak zorunda kaldık. Bekleyiş..

23:20 Çekici sonunda geldi. Yükledik Türkan'ımızı sırtına, "deh deyin lan benim atıma hep birlikte deh deyin" yokuşu aştık en yakın benzinliğe vardık. Araba deli gibi yağ akıtıyo, üstten boşalt, alttan bıraksın.

23:30 Benzinlikte benzin yok! En yakını 4 km ötede. Bİrader ordakilerden biriyle atladı oraya gitti başka bi arabayla bizde çay içiyoruz, yağ değiştiriyoruz. Tabi bide donduk, ısınma çabaları. Kuş uçmaz, kervan göçmez bi yerde 2 saate yakın beklersen sende donarsın. Bilmediğim marka bi infrared teknolojiyle ısındık.

00:00 suları 3lt benzinimizi koyup 4 km ilerdeki benzinliğe vardık (Kemal Kükrer Dinlenme Tesisleri). "30 liralık doldur abi" aldık benzini, pompacı baktı, "abi bunla yola çıkılmaz araba conta yapmış çok yağ akıtıyo, bide harareti çok" dedi bizde buraya kadar geldik gider heralde dedik içimizden. Bastık marşa. Motorun sesi değişti gitmiyo araba. O inatsa biz daha inadız. Devam.. Bozüyük, Eskişehir kavşağında ufak bi rampa. Kaldık. Bundan sonrasını siksen gitmez. Gitse de zaten saat olmuş 00:40

00:50 Ha gayret 500 mt ilerde bi benzinlik. öncesinde eşyaların bi kısmını indirdik. Kütahya Astur'u aradık. 4 kişilik yer ayırın kavşakta binicez. 01:00 gibi gelirler diye zamana karşı yarış var. Annemi eşyalarla birlikte bıraktık kavşaktta biz tabana kuvvet. Biraderle birlikte it bakalım, ter kıçımızdan akıyo. Koştuk resmen otobüste kaçmasın diye. İt it.. Nihayet
benzinliğe vardık ama nasıl vardık onu biz bide allah biliyo. Tekrar geri koş..

01:15 Soluk soluğa kavşağa geldik eşyaları yüklendik otobüsün durabileceği bi yere mevzilendik. Bekleyiş..

01:25 Otobüs geldi boş bulduğumuz yere oturduk, muavin hemen su getirdi ağzımızı açmadan, arabanın yolda kaldığını biliyodu. Babamla durum komedisini değerlendirdik, bolca güldük sonrasında yorgunluğa yenik düşerek uyuyakaldık..

03:50 Suları, Bademlik dinlenme tesisleri Sivrihisar. Açlıktan ölmek üzereyim bi gözleme, bi çay. Mola bitti oradaki geyikleri anlatmakla bitiremem.

05:35 Ankara tabelaları..

05:50 Home Sweet Home

Uzun lafın kısası Türkan sevdam nelere mâl oldu. Pişman mıyım? Sanmam. Gene olsa gene yapar mıyım? Tartışılır. Tek bildiğim bu hikaye bitmez, detaylara inlir, ayrıntılar anlatılır falan filan. Ama Kütahya Ankara arasını resmen 16-17 saat kadar bi sürede katettik. Ama Türkan alacağın olsun beni mahcup ettin ya aileme ne diim ben sana..
dahası...


Çok feci uyurgezerim ben ya. Bi de hatırlıyorum ne gördüysem ne yaptıysam. Bikaç örnek vereyim siz de gülün, biz çok güldük evde :) Mesela biraderle aynı odada kalırken (yeni ayırdık odaları) babam üstümüzü örtmeye geldiğinde ben üstüme silkelenen dallardan kaçtığımdan dolayı biraderin üstüne çıktım ve o rüyaya inanarak böyle böyle diye anlatmaya çalışıyorum babama. Birader de hiçbişeyden habersiz bıdı bıdı konuşmaya başladı (o da uykusunda çok konuşur ben gibi). Adam bizim odadan nası kendini attığını hatırlamıyomuş tüm ev çıldırdı diye :)

Bi keresinde de örümcekler saldırıyodu kocaman kocaman, annem de eğer örümcekler saldırırsa bizim duvarı tıklat(!) demişti. Gece apar topar uyanıp annemlerin duvarı tıklattıktan sonra salona kadar koşa koşa gittim, annem kalkıp yanıma gelince rüya olduğunu idrak edebildim :)

Geçen hafta vize başvurusuna gidicem erken kalkmam lazım. Saat 4'te bi kalktım geç kaldım diye elimde yorgan evin içinde dolanıyorum. Gittim saate baktım saat daha erken, salonda koltuğa kıvrıldım yattım nasısa yorgan da elimde. Gerçi o gün tüm belgeler tamam, pasaportu evde unutmuşum. Sabahın 8'inde babamı kaldırıp konsolosluğa kadar getirdim, baya küfretti :)

Dünden önceki gün de evde Peru'lu misafirler vardı(!) anne, baba, çocuk. İngilizce de bilmiyolar nası anlaştık bilmiyorum. Gece bi ara uyandım "ya bu misafirler nerde yattılar acaba" dedim, kalkıp bakıcaktım hangi odada yattılar acaba diye (zaten 3 oda var bi de salon, odalar herkese eşit paylaştırıldı ancak salonda yatarlar) sonra "amaan salona annem yatak yapmıştır, orda yatıyolardır, sabah bakarım" deyip tekrar yattım. Sabah ise bunun sadece rüyadan ibaret olduğunu anladım salona baktığımda :)

Bi de bu ara kendimi bildiğin yoyoya adadım. Dün geçtim odaya 3 saat falan hareket çalıştım. Mesai ayırıyorum resmen merete ama değdi, 3 hareket daha çıkardım. Advanced hareketlerden az bişey kaldı, baya baya hakim olmaya başladım alete. Yeni yoyo lazım. Mesela Virüs ya da Dark Magic.

Bi de bu bilgisayar yüzünden kitap okuyamıyorum. Mevlana'nın Mesnevi'sine başladım yarım kaldı, onu bitirmem lazım. 6 cilt kitap, daha ilki bitmedi. Ne alaka demeyin, bi keresinde İstanbul'da Hindistan Kültür Merkezine gitmiştim orda 2 hindu, bi yahudi (hıristiyanmış yeni yahudi olmuş) bi müslüman ve de ben (haha fıkra gibi, bi ingiliz, bi fransız, bi türk). Bi başladılar Mevlana'yı tartışmaya, ağzım açık dinledim sadece.

Ha bi de iki gün önce Odtü'nün ordan, Eskişehir Yolu'ndan gece 11.30 gibi otostop çektim ve 5 dk sonra araba buldum, eve kadar (Ümitköy) bıraktı abi. Çok mutlu oldum :)

Ha bi de bu ara çok sıkılıyorum. Bomboş geçiyo günler. Herkesin okulu falan var ben anca bataktaki yancılar gibi gidiyorum yanlarına.
dahası...


Ayaklı çanta gibiyim, bi silkeleseler herşey düşücek üstümden. Bu durum en çok iksreyden geçerken sıkıntı yaratıyo. Yoyo, gözlük (yuvarlak çerçeve, o gün ne renk giyindiysem o renk gözlük) anahtar, kulaklık, telefon (Nokia N-gage, kocaman telefon ama oyun oynamak için bire bir) çakmak, sigara (sigarayı bile çıkarttırıyolar) pantolon zinciri (amaçsız takmıyoz, ucunda kurmalı cep saatim var :). Bunların hepsi cebimden çıkıyo. Bazen kendimi Maske gibi hissediyorum, bi filminde onun da cebi kara delik gibi herşey çıkıyodu. Tabi bunları çıkarırken görevli insanın bakışlarını da görmeniz lazım. Gözleri büyüyo resmen.

Nedense yanımda çanta olsa da hepsi cebimde duruyo. Güvensiz miyim neyim. Zaten o kadar doldurduktan sonra donum da düşüyo kemer de hak getire, çekip duruyorum yürürken.

Önceden, üniye ilk başladığım sıralarda bu durumum daha vahimdi. O sıralar daha bi paçozdum. Ne giyimime ne kendime dikkat ediyodum. Saçlarımı sırf üşenip berbere gitmediğimden omzuma kadar uzatmıştım, yıkanmıyodum, sadece kıçımı kapatmak için kıyafet giyiyodum. Bi gömleğim vardı, büyük gelen. Onun ceplerine elime ne geçerse koyuyodum. Ders notları, walkman (o zamanlar mp3 çalar falan yok) , bisküvi, kalem falan filan. Gömleğin cepleri sarkık tabi sürekli. Bi keresinde arkadaş "abi acıktım ben var mı atıştırmalığın" dediğinde ışık hızında cepten bisküvi çıkarmıştım, ardından "su" demeye kalmadan arka cepten de ufak şişe su (mübala yoktur). Bunun üstüne kahkahayı bastıktan sonra "olm yangında ilk kurtarılacak şeysin, deprem meprem olsa cebinden bi ketıl çıkartır, diğer cebinden de makarna çıkarır anında yemek yaparsın" demişti. Adam haklı ya, üstümde bi insana 3 günlük yetecek eğlence malzemesi var :) N-gage ve yoyo. N-gage'de 15 kadar oyun, 120 kadar müzik var ve saolsun benim emektar dostumdur.

Ha bu arada bu yuvarlak gözlükleri satma işine geri döndük (Adem efendiye ayıp etmedik umarım) Eğer varsa ilginiz, "arıyoz bulamıyoz" diyosanız geçin irtibata. Ankara'dayız efendim ama nereye derseniz yollarız da.



dahası...


Böyle dinlerken tüylerinizi diken diken eden şarkılar vardır dimi? Aşk şarkıları mıdır onlar? vay efendim "öldüm geberdim aşkından, ben napıcam şimdi sensiz" gibilerinden şarkılar mıdır?

Aşk şarkıları etkileyemedi beni o kadar ya. Bi tek Cenk Taner, aşk şarkılarında tek geçebileceğim isim. Neyse. Benim böyle tüylerimi diken diken eden şarkılar hep politik şarkılar oluyo.

Mesela Anti-Flag'tan No Borders No Nations


No Borders, No Nations - Anti-Flag

No borders, no nations
No flags, no patriots!

En etkili sözlerinden birisidir.

Anti-Flag'ın bu şarkıya benzer 1 milyon tane daha şarkısı vardır, hepsinde de bi gaz gelir insana (ya da sadece bana)

Ya da mesela böyle hayata dair, nasıl anlatsam işte böyle Tool'un Parabol şarkısı gibileri

"This body makes me feel eternal. All this pain is an illusion."

Parabol şarkısının son cümlesi, ardından distörşın açılır ve Parabola'ya geçer şarkı.

Ha bide bu vardır

Şeker - Gevende

Şarkıdaki çocuğun hikayesi ve melodi alır götürür beni ve ne zaman ki çocuk "komik şeyler söylüyorum bak, çok komiğimdir. Şimdi, sonra kihkihkih" diye girip öyle içten, samimi ve sıcak gülüşü vardır ki o an benim gözler dolar. Ne kadar da temiz, hiç bişey umrunda değil, tek derdi altı bacaklı böcek. "Bundan sonra bu çocuk gibi gülemicem heralde hiç" diye geçiririm içimden hep.

Aslında maksadım "şarkıların politik şeyleri de anlatması gerekir mi? Ya da ne oranda karışmalı bu işlere?"yi sorgulamaktı ama olmadı, napalım elimizden gelen bu.
dahası...


John Lennon üstadımızın Imagine şarkısını illaki bir yerlerden duymuşsunuzdur ya da ilgilisinizdir Lennon abimize ve dinlemişsinizdir o şarkısını. Şarkıyı kulaklarınızda hissedin şu an ya da açın bilgisayarınızdan bi dinleyin, sizde de böyle bi hüzün, biraz sitem, biraz acı hissetiriyor mu? Bana hissettiriyor. "Keşke" diyor musunuz dinlerken?

O bahsedilen dünya düzeni hep ütopyam oldu böyle bir düzenin mümkün olduğunu idrak ettiğimden beri. Çocukken sosyalisttik. Eylemler yaptık, gazeteler sattık, bildiriler dağıttık, afişler astık.. Sonra bu böyle mümkün değil boşa kürek çekiyoruz diyerek vazgeçtik. Lakin o sistem hakkında da kafa yormaya devam ettik. Kendi kanaatim sosyalizmin iyi bir yönetim şekli olmadığıdır. Tamam şu anki demokrasiden yahut liberalizmden, kapitalizmden çok çok iyi bir yönetim şeklidir. Ancak benim ütopyam giderek anarşizme kaymıştır.

Hani anarşizm derken "kıralım, dökelim, kaos yaratalım"dan ziyade nacizane düşüncem "eğer ben bir insansam ve özgürlüğümün haddini biliyorsam ve herkesi kendimle eşit görüyor, kimse benden üstün ya da alçak değidir" diyebiliyorsam benim koyun gibi güdülmeye de ihtiyacım yoktur diye düşünüyorum.

Bu kanıya da köy yaşantılarını inceleyerek vardım. Mesela bir köyde yönetim olmasa da tarlalar hepberaber sürülüyor, bir komşu diğerinin işine koşuyor yani imece usulü bir yaşam söz konusu. Bu anarşizm değil midir? Tabi yerel yönetimin kattığı hiç birşey yok mudur? Tabiki vardır ancak normal yaşam sürecinde orada pek hissedilmez diye düşünüyorum.

Sosyalizmi neden sevmediğime gelince. Tamam sosyalizmde halk eşittir, herşey devlete aittir ve herkes devlete çalışır ve yaşamak için gereken nafakasını devlet sağlar. Buraya kadar gayet güzel. Yalnız, devletin başındakiler de insan ve iallaki insna olmanın getirdiği egoları var ve bir yerden sonra bu gücü kendileri için kullanmaya başlıyorlar ve caanım sosyalizm monarşiye benzer bir hal almaya başlıyor. Tek farkı babadan oğula geçmeyip, halkın istediği birisine geçmesi.

Sonra düşündüm yine dedim dünyadaki tüm tarih kitapları yakılsa, sanal alemdeki tüm tarih bilgileri silinse ve hiç kimse tarih hakkında konuşmasa dünyadaki tüm halklar kardeş olur mu diye. Çok mantıklı geldi bu çözüm. Hiç bir ırk, daha bir tane bireyini bile bizzat tanımadan başka bir ırktan nefret etmez sanki!? Eder mi? Bence etmez. Mesela herhangi bir Türk milliyetçisi bir insanı alın karşınıza hiç bir Ermeni ya da Yunan tanıdığı var mıymış sorun. Bir çoğunun cevabı "hayır" olacaktır ama kitaplardan, sanal alemden, büyüklerinden onlardan nefret etmesi gerektiğini!? öğrenmiştir.

Sonra bu fikrimi annemle paylaştım. Her ne kadar okul eğitimini çok almamış olsa da kendisini yetiştirmiş bir kadındır. Annemin cevabı: "Hiç birşey değişmez" oldu. Çok şaşırdım, bence çok mantıklıydı. "Oğlum hadi daha öncesini bilmeseler bile, bugünden itibaren yazmaya başlarlar, başka kavgalar olur başka anlaşmazlıklar olur yine bir ırk diğerinden nefret eder. İnsanların egosu ve maddiyat yönünden bu kadar hırsı olduğu sürece o plan da hiç birşeye yaramaz" dedi. Haklıydı. Ben insan egolarını atlamıştım. Yaratılışlarından gelen "en" olma hırslarını. En zengin, en güçlü, en soylu vs vs.

Hala olabilir diye düşünüyorum tarihi yok etmenin etkili olabileceğini ama emin değilim.

Nacizane düşüncelerimi aktarmaya çalıştım, yamuluyorsam, eksiğim varsa ya da zırvalıyorsam lütfen söyleyin. Tek amacım öğrenmek :)
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.