Mutlu hikayeler yazan bir adam tanıdım. Tüm hikayeleri, öyküleri mutlu başlayıp mutlu bitiyordu. Hiçbir sorun yoktu öykülerinde. Kimse hasta değildi, kimse yoksul değildi, Kimse aldatılmıyordu, kimse birbirini kırmıyordu. Balonunu kaybeden bir çocuk dahi yoktu.

O kadar güzel yazıyordu ki, resmen sürreal bir dünya idi orası, Ütopya idi. Karakterleri Ütopya'ya erişmeye çabalamıyorlardı, orada var oluyorlardı. Hiç kimse yalnız değildi.

Yeterli sayıda öyküye ulaşınca derledi öykülerini yazar, bir kitapta topladı, yayımladı. İmza gününe üç kişi katıldı yalnızca; annesi, eşi ve çocuğu. Yayınevi sahibi bile tenezzül etmedi katılmaya. İçi buruldu yazarın.

Eve döndü, daktilosunu çıkardı kılıfından. İlk cümlesi yalnızlık ilgiliydi. Devam eden cümlelerde ise yoksulluk, aldanma, ölüm, çaresizlik, yalnızlığı işledi satırlarında. Ağlıyordu bir taraftan, Ütopyasını yıkıyordu zira. Mutlu insanlar ekledi öykülerine, mutsuzları aşağılayan, kendi mutluluklarıyla mutsuzları ezen.

İçi daha çok yandı yazarın. İstediği dünya böyle bir yer değildi. Birkaç kez yakmaya kalktı öykülerini, sonra vazgeçip devam etti yazmaya. Tüm karakterleri öldürdü en sonunda. Eğer mutsuz bir öykü ise bu, sonu da mutsuz olmalıydı. Kahraman yoktu, kurtarıcı yoktu. Herkes öldü, aldatıldı ya da yalnız kaldı en nihayetinde.

Derledi öykülerini yazar, yayınevine gönderdi. Bir sonraki imza gününde doldu taştı mekan, kuyruğun sonu görünmüyordu. Heyecanlı bir kalabalık kitaplarını imzalatmak için sıralarını bekliyordu.

Ayağa kalktı yazar. Önce sandalyeye, ardından masaya çıktı. İnsanlara baktı, insanlar da ona. Ağzından çıkacak kelimeleri büyük bir heyecan ve sabırsızlıkla bekliyorlardı.

Ellerini kaldırdı yazar, sessizliği sağlamak amacıyla. Sustu kalabalık. Pür dikkat izlediler yazarı.

"İnsanlar!" diye lafa başladı yazar, "belki bilirsiniz, bu benim ikinci kitabım. İlkinin imza gününde hiçbiriniz yoktunuz. Hatta belki ilk kitabımı hiçbiriniz okumadınız. Mutlu hikayeler duymaya bu kadar mı tahammülsüzsünüz?" dedi sesi titreyerek. Herkes şaşkın gözlerle yazarı izliyordu. "Başkalarının mutluluğundan neden bu denli mutsuz oluyorsunuz? Hepimiz aynı mutluluğu, Ütopya'yı paylaşamaz mıyız? Neden her zaman kendinize örnek alınacak şeylerden kaçıp ibret alınacak şeylerle ilgileniyorsunuz? Neden sürekli halinize şükredecek şeyleri görüyor, seyrediyor, okuyorsunuz? Daha iyiye, daha güzele ulaşmayı hedeflemeyip korkakça televizyon karşısında halinize şükredip şişmanlıyorsunuz? Neden mutluluğunuzu bile tevazu içinde yaşamayıp insanları rahatsız etme, mutsuz etme amacıyla insanların gözüne sokarak yaşıyorsunuz?" Gözünden yaşlar süzülüyordu. İlk kitabında yarattığı Ütopya'nın insanlara ulaşmamış olmasına üzülüyordu yazar. Ütopyasının yıkılmasına. "Neden komşunuzun başına gelen bir fenalıkta kendi başınıza gelmediği için şükrediyorsunuz? Neden başkalarının mutsuzluğu mutluluğunuz oluyor? Neden size dokunmayan yılanın bin yaşamasını yeğlemek yerine birlikte o yılanın üstesinden gelmiyorsunuz? Siz insanlar, beni bile bir şeylerden nefret edebilecek bir insan haline getirdiniz ya, hepinizden nefret ediyorum bu yüzden."


dahası...


Daha önce kaç aşk gördüğü bilinmeyen
Yıpranmış, ikinci el gömleğinle gelsen
Yıpranan yalnızca eşyalar olsa
Boş oda, bir yatak, sen ve ben

Daha önce kaç sevişme gördüğü bilinmeyen
Yaşlanmış, gıcırdayan yatağa girsen
Yaşlanan yalnızca eşyalar olsa
Nevresim, tek yastık, sen ve ben

Daha önce kaç erkeği tanıdığı bilinmeyen
Yorulmuş, aldanmış ruhunla karşıma çıkıversen
Yorulan yalnızca bedenler olsa
Umutların, korkuların ve çıplak bir ten
dahası...


I
-miş'li geçmiş zamanlarda,
Hep seni aramışım bilmeden,
Varlığından habersizken,
-di'li geçmiş zamanlar yaratmak için.

***

II
Naif sen,
Asabi sen,
Hanım hanımcık sen,
Fahişe sen.
Ben tek,
Siz hepiniz
Sevişsek gün dönmeden

***

III
Ben senin giyindiğin,
Soyunduğun
Ve hatta dokunduğun
Her şeyin hayranıyım.

dahası...


Tıpkı dinler gibi aşk da vicdan işidir. "Benim olmazsan öldürürüm" ile "bana inanmazsan ölürsün" aynı mantıktır. Yine aynı şekilde "beni sevmezsen hayatını cehenneme çeviririm" ile "bana inanmazsan cehennemde yanarsın" da aynı kafa yapısıyla sarf edilmiş tümcelerdir. Şöyle bir adım geriye çekilip ikisini de aynı çerçeveden işlediğimizde aralarında hiçbir fark olmadığını görebiliriz.

Buradan yola çıkarak Aşk'ın da bir din olduğunu varsaymamız kaçınılmaz ve yerinde bir tutum olur. Tıpkı dinlerde olduğu gibi radikal aşıklar aşkı yaşanılmaz kılarken, aklı selim şekilde sevenler ile aşk, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi, en güzel dini olabiliyor.

Yani dolayısıyla sevişmek, öpüşmek, iltifat etmek, küçük sürpizler yapmak, adını anmak (zikir) de Aşk dinine göre ibadet ve sevaptır.

Nasıl ki Hıristiyanlık kendinden önceki Museviliği, İslamiyet ise kendinden önce ortaya çıkan Musevilik ve Hıristiyanlığı reddediyorsa, bu üç ilahi din de kendisinden çok çok önce ortaya çıkan bu Aşk dinini reddetmiş, kınamış hatta ibadet yöntemlerini yasaklamıştır.

Sevişmek ayıp ya da günah bir şey değildir insanlarım, bilakis ibadettir. Yalnız toplum bize bunu dayattığından dolayı her şey tersine gitmeye başladı. Lennon Abimiz'in bir deyişinde belirttiği gibi; "Vahşet her yerde ulu orta sergilenirken, sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz." Eğer ki insanlar Aşk dinine inansalardı her şey çok farklı olabilirdi. Gerçi zorlama ile insanları ne kadar sevdirebiliriz ki birbirine? Zorlama ile dayatılmaya çalışılan ibadet ve dini uygulamaları görüyoruz.

Aşk Dini'nde ise zorlama yoktur! Her dinde sözde olduğu fakat uygulamada hiç görülmediği gibi. Ateistlere "aşka inanmak zorundasın!" diye bir baskı ya da yaptırım söz konusu değildir. Aksine baskıdan ziyade aşk, işin ehilleri yada aşıklar tarafından insanlara anlatılıp bu dine mensup edilir.

Sevin insanlarım, sevişin. Ancak zorunluluktan kılınan namazlar gibi değil, severek, aşk ile sevişin. Peygambere ihtiyacınız yok Aşk'ı öğrenmek için, ruhunuzdaki güzellikleri ortaya koymanız kâfidir Aşk'ı öğrenmeye.

Öpüşün! Kadınlı erkekli, erkekli erkekli, kadınlı kadınlı! Nasıl ve nerede, kiminle isterseniz öpüşün. Yolda, sokakta, kafede, sinemada, evde, okulda... Kurtuluşa ulaşabileceğimiz tek yoldur sevmek. Lütfen sevin, ateistseniz eğer, gelin sizinle aşkı konuşalım, nurcu abilerden daha ikna edici olacağımı düşünüyorum.

Aşkla...

dahası...


- alıntı link -


"Sevgilim!"
"Hah? Efendim."
"Ne oldu? Birden bire donup kaldın."

Uzun bir sevişme nöbetini sessizlik ve sigara çıtırtılarına devretmiştik. Plastik torbaya boşalttığım neslimle birlikte beynim de akıp gitmişti prezervatifin içine. Sigara dumanından bile anlamlar çıkaramayacak durumdaydım. Kolumda uzanan sevdiğim kadın, diğer elimde ise sigaram. Duvar ile kesişmemiz uzun sürdü, kadınım kıskanmış olacak ki müdahale etme ihtiyacı duydu.

Sessizliğin pik noktasında bir düşünce çınladı kafamda. Anlam verememiştim ama anlamsız olamayacak kadar kuvvetli çınlıyordu kafamda.

"Nasıldım?"
"Çok iyiydin! Kendimi kaybedecektim neredeyse."
"Hangi andı o?"
"Nasıl yani? Sen neden her sevişmemizin ardından futbol yorumcusu gibi değerlendirmeye çalışıyorsun tüm pozisyonları?"
"Sevgilim, bu son değerlendirmem olacak. Hangi pozisyondu o?"
"Sanırım tek elinin göğsümde, diğerinin kasığımdan içeride ve dilinin de kasığımla ilgilendiğin pozisyondu."
"..."
"Ee?"
"Ee?"
"Neden sordun, onu söylemeyecek misin?"
"İçimde bir kadın var."
"Nasıl?"
"Daha önce de farkındaydım ama başka ihtimalleri tek tek gözden geçirdim, en mantıklısı bu."
"Nedir o?"
"Kalçalarımla oynamanı seviyorum, bana oral seks yapmanı seviyorum, uzun uzun sevişmemizi, göğüs uçlarımı yalamanı, boynumu öpmeni... Ancak sıra birlikte olmaya gelince, bu saydıklarımdan çok daha az zevk veriyor. Çok kez gay olduğumu düşündüm. Mastürbasyon yaparken erkekleri düşünmeye çalıştım ama hiç keyifli değildi. Çıplak erkeklere baktım, beğenmedim. Hatta bir erkeği öptüm, hoşuma gitmedi. Bu ihtimal ortadan kalkınca geriye en kuvvetli olan diğer ihtimal kalıyor."
"Nedir o!!" dedi gözleri büyümüştü. Söylediklerime anlam vermeye çalışıyor ancak bunda başarısız olduğu gözlerinden okunabiliyordu.
"Sanırım ben erkek vücudunda dünyaya gelmiş lezbiyen bir kadınım."
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.