"Vay efendim ben gençliğimde şunları şunları yaptım" desen de yetmiyormuş. Tamam biz de annemizin dizi dibinde büyümedik, 15'li yaşlarda başlayıp ne kadar "çılgınlık" varsa yaptık. 2-3 yıl punk yaşadık, sokaklarda pinekledik, sinyal ve otostop çektik, tanımadığımız insanlarda yattık kalktık, türlü badireler atlattık, kırdık-döktük, içtik-dağıttık, çok gezdik çok gördük. Hepsi tamam ancak ne kadar yaşarsan yaşa yetmiyormuş.

Sanki bunca yıl saksı gibi yaşamışım gibi geliyor. Hiç bişey görmemiş, hiç yaşamamış, eğlenmemiş gezmemiş tozmamış. Yetmiyor birader. Ama ne hikmetse kımıldayamıyorum da yerimden. İş-güç yoğunlaştı ve büyüdük. "Giden topun peşinden, işlerin peşine, büyümek yoktu dostum verilen tüm sözlerde..." Valla Cenk Abi ne diyosa doğruymuş. Kendimi birden bire çok yabancı olduğum ticaret-yatırım-sanayi sektörünün ortasında buldum. Saç-sakal şekle girdi, kıyafet ona keza. Noluyoruz ya?! Kendimi tanıyamaz oldum. Bu tarihlerde benim normal şartlar altında ya Ankara'da dostlarla pinekliyor ya da İstanbul'da falan geziyor olmam lazımdı.

Sadece işe güce de suç atmamak lazım. Dedem de rahatsız hiç kimse bi yere kımıldamıyor. Tüm akrabalar seferber olmuş durumda. Bekliyoruz. Umarım bir an önce düzelir de millet derin bi nefes alır. Dedemle de o kadar yakın değildik ama ne de olsa hem yakın akraban hem de bi can. İnsan ister istemez üzülüyor. Gerçi kaçırdığım fırsatlara daha fazla üzülüyorum sanırım.

Geçen gün msn'de arkadaşa rasladım. "Napıyosun?" dedim, "Patara'yla bilmem nerenin arasında bi köydeyiz" dedi. Yalınayak rainbowcularla geziyolarmış. Allah kahretsin tam da arayıp bulamadığım ortam, kesinlikle orda olmalıydım. Aşşa yukarı 1 aydır yollardalarmış, aç kalınca müzik yapıp yemeklik malzeme çıkaracak kadar para kazanıp sebze pişirip yiyolarmış. Çoğu zaman köylüler de yardımcı oluyomuş tabi bunlara. "2-3 güne Patara'ya geçeriz gel oraya" dedi o anda bir "cızzz" sesi geldi içimden. "Belki bi gün biyerlerde karşılaşırız" demekten başka bi çarem yoktu. Tam istediğim fırsat idi.

Tek eğlencem şu beyaz ekran olmaya başladı. Feysbuka gir, farmville oyununda tarla sula, domates biber ek-kaldır. Popmundoya gir, konserleri takip et nası geçmiş diye. Arada eski arkadaşlarla buluş, frekans uymadığından o da sarmıyor. Her ufak çocuğa yo-yonun ne olduğunu anlat (elimde görünce hepsi soruyo tabi). Kıyafetini düzelt, kırmızı gömleğin üstüne o yeleği giyme, dede kasketi takma... Kütahya'da yaklaşık 2 aydır bulunuyorum ve keçiler kaçmak üzre, kaçarsa o keçiler feci dağıtır ortalığı demedi demeyin.

Tek umudum Viyana. Üniversiteden kabulüm geleli çok oldu, yurdu bile tuttum. İş pasaport çıkartıp konsolosluğa gitmeye kaldı. Burdaki işlerden dolayı orayla da ilgilenemiyorum. Viyana'ya kapağı atınca rahatım diye düşünüyorum ama tam anlamıyla öyle olmucak sanırım. Ortaklar Almanya'da, dolayısıyla toplantıydı bilmem neydi falan derken 2-3 haftada bir Almanya'ya gitmem gerekebilir.

Benim hayalim hiç böyle değildi. Bi tutam saçım var zaten onları da uzatıp dreadlock (rasta) yaptırcaktım, bendirimi götürüp Viyana'da telli, üflemeli veyahut yaylı çalgı çalan arkadaşlar edinip sokakta müzik yapcaktım. Bar grubu bulup davuluna geçicektim. Otostopla tüm Avrupa'yı dolaşcaktım. Oralar bitince de bu işler kendi kendine tıkır tıkır işlicekti ben de 30'umda emekli olcak heryeri gezcektim. Tibet'e, Hindistana, Yeni Zellanda'ya... Master yada doktoramı Japonya'da yapıp, 3-5 yıl orda yaşıcaktım.

İnsanoğlunun yaşam süresi 60-90 yıl arası bişey. 22'si geride kaldı, kaldı 40 ila 70 yıl arası bişey. Bu ömrümü de İşlerin peşinde koşarak harcamak istemiyorum ya da gerekesiz bi sürü zırva ile. Karnımı doyurduktan sonra daha da ihtiyacım yok para pula. Mal mülk için hiç hırsım yok, sadece öğrenmeyi seviyorum. Gezip görmeli, araştırıp öğrenmeliyim. Ne olursa. Aşçılık, jonglörlük, tasarımcılık, çalgıcılık, edebiyat, dil, coğrafya, kültür...


Blogger tarafından desteklenmektedir.