Önce birkaç bilgiyle başlayayım. Dünyanın en yakın başkentleri Viyana ve Bratislava'dır. Aralarında sadece 57 km var. Viyana'dan 14€ karşılığında aldığınız tren bileti ile 4 gün içerisinde gidiş dönüş yapabilir, Bratislava'da ilk günki şehir içi toplu taşımanızı da bu biletle sağlayabilirsiniz. Uygun değil mi? Bence de. Gerçi şehir içi ulaşıma sadece tren garından merkeze inmek için kullanırsınız, geri kalan her şey için tabanvay! Şehir hatrı sayılır küçüklükte. Kale falan var, şehri tepeden gören ama vakit bulup çıkamadık, bir de şehrin merkezi var ki barları ve gece hayatı resmen gönlümüzü fethetti. Ama...
İşte "ama" kısmından sonrasını yazıyorum. Gidiş amacımız kesinlikle turistik değildi, 18 gündür canım ciğerim Gizem buradaydı, Amsterdam'da buluşup, orada biraz takıldıktan sonra Viyana'ya geldik. O kadar fazla vaktimiz vardı ve evimiz yoktu ki içimizde kurt varmış gibi dolaştık tüm Viyana'yı. Herhalde girmediği delik kalmadı, birkaç saray ve park kaldı görmediği, geri kalan her şey için Gizem'e turist rehberliği için başvurabilirsiniz.
Gizem'in dönüş uçağı Bratislava'dandı, o yüzden gitmiştik Bratislava'ya. Geç hazırlandık, hava da hiç yardımcı olmayınca şehri gezmeye doğru düzgün vakit kalmadı. Aslına bakarsan vaktimiz varmış ama hiç bir fikrimiz olmadığı için saçma sapan sokaklara girip, şehrin asıl kısımlarını kaçırmışız. Bir an ben de "hiç bir şey yokmuş lan memlekette" dedim ancak gerçeği Gizem'i havaalanına bıraktıktan sonra farkettik. Viyana'ya dönmeden önce birer bira içelim diye daha önce önünden geçtiğimiz birkaç pubı yokladık, pek verim alamayınca daha önce hiç uğramadığımız bir sokağa daldığımızda ise Bratislava'nın gerçek yüzünü gördük. Meğer ne kadar gezilesi bir yermiş. Barları bir bir yoklamaya başladık. Birçok yerde canlı müzik var, bazı canlı müzikleri izlemek için de cüzi bir miktar para vermeniz gerekiyor. Ülkenin para birimi avroya dönmüş, bilmiyorduk, hala kron kullanılıyor sanıyorduk, epey kolaylık sağladı bu haber bize.
Her neyse, sonunda Barrock diye bir yeri gözümüze kestirdik, işlek sokaklarını biraz dolandıktan sonra, kapıdan girerken Sex Pistols - Anarchy in UK çalıyordu, yüzümüz güldü resmen. Fiyatlar çok uygun, mekan süper, müzikler de hep klasik rock ve rock'n roll! Viyana'da hep böyle bir yer aradım. %12 alkol oranı olan yerel birasını tükettiğimiz sırada (50cl sadece 2.39€ idi) şifresiz olan kablosuz internetini de sömürüyorduk bir taraftan (şu akıllı telefon dedikleri cihazlar çıktığından beri internet her yerde!) ve o an farkettik ki Viyana'ya kalkan son tren tam da o birayı yudumladığımız sırada hareket etmeye başlamış. Nasıl bir tesadüftür ki o biraları da ödedikten sonra cebimizde sadece 7€kalıyor. Eurotrip filmindeki gibi de değil hiç bir şey. 1,5 $ ile sizi kral gibi karşılamıyorlar, garsona verdiğimiz 20 centlik bahşişin ardından gidip patrona tokat atıp "kendi mekanımı açacağım!" demedi. Onlar anca filmlerde oluyormuş meğerse, acı bir şekilde öğrendik.
Geri dönüş ve sabaha kadar ne yapacağız kaygısı baş gösterdi o sırada. Tren garına giden otobüs durağına geldiğimizde gece hattının da olduğunu öğrenince gidip garda beklemektense sabah gerçekleştiremediğimiz Bratislava turunu yapmayı yeğleyip başladık yürümeye. Saat 00:04.
Tüm ara sokaklara girdik, tüm görülesi yerlerini gördük, her yer arnavut kaldırım, sokaklar tertemiz ama doğru düzgün çöp kutusu yok, her yer ışıl ışıl. Yürüdükçe merak ettik, merak ettikçe yürüdük. Hava bize hala yardımcı olmuyordu, 6 derece. Kalın giyinmemize rağmen üşümeye başladık, kalan son 7€ ile yemek yedik, yaşlı amcalar takıldı turkuaz/sarı bereme. Bir kere de şu şekilde hatunlar takılsa şaşarım, azcık cilve yapsam adamları dize getirirdik ama gel gör ki ilgim karşı cinse.
Yemeğin gazıyla biraz daha yürüdük. Otobüs saat başıydı, mecburen bir sonraki otobüse kadar yürümek zorundaydık, mekana girecek paramız yok, makinadan kahve alacak paramız bile yok. Evsizliğin dibine işte o an vurduk, işte o an anladık evsizlik tam manasıyla neymiş. Hiç oturmadan 02:10'a kadar yürüdük. Hem nasıl yürümek, şehri boydan boya dolaştık sanırım. Tuna kenarı, barların olduğu ara sokaklar, arnavut kaldırımlı ara sokaklar, lüks mekanların olduğu geniş caddeler... Ne kadar görülebilecek yer varsa turladık, Bratislava'ya doyduk yeminle!
02:10 gibi durağa vardığımızda ben açtım kitap okudum, Talha Çocuk da müzik dinledi, otobüs gelince de kedi gibi kıvrıldık sıcacık koltuklara. İlk tren 04:47'de idi, o saate kadar garda otururuz diye düşündük ama 02:34'te bindiğimiz otobüs 02:57'de tren garına vardığında durumumuzun ağlanacak halde olduğunun farkına vardık. Gar 04:30'da açılıyordu ve yürümekten artık ağrımayı geç, acıyan ayaklarımızla, oturacak hiç bir yer olmadan bir buçuk saat daha dikilmemiz gerekiyordu, ilerleyen saatten ötürü havanın daha da soğuması da cabasıydı. Evsiz bir deli gördük, durumu bizden vahim. Bir ara ayakta duramadığından laapss diye yapıştı adamcağız yere. Yasal olmayan yollardan girmeyi düşündük gara, arkasına falan dolanalım diye, o da yemedi, mecbur kapının önünde dikildik at gibi.
Evsiz delinin yanına, o sırada devriye gezen asayiş polisleri yanaştı, biraz muhabbet ettikten sonra tekrar hareketlendiler, uzaktan izliyorduk olan biteni. Sonrasında da bizi ziyaret etmeyi ihmal etmediler. Anlamadığımız dilde selam verdi;
- Hello.
- Passport.
- Here.
- Train?
- Ja.
- Österreich?
- Ja.
- Ok.
Sağlıklı bir iletişim kuramadık ama kimliklere baktıktan sonra güleryüzlü bir şekilde tekrar aracına binip uzaklaştılar. O an Türkiye'de olsak nasıl olurdu diye düşündük uzun uzun. Sonra Türklük'ü övdük uzun uzun. Düşünsenize memlekette olsak polis gbt için geldiğinde hatrınızı sorar, sonra "beklemeyin boşuna burada, gelin karakolda çay için, bırakırız sonra" derler, sabahçı kahvesi olur oturursun, param yok dediğinde günün ilk ve taze çaylarından bir kuple sunarlar size bedavaya, sıcacık da oturursunuz vs. Kesinlikle kültürümü çok seviyorum, Avrupalı olmak çok sıkıcı olsa gerek, herkes bireysel, diğeri umrunda değil.
Bu geyiği sürdürdüğümüz sırada bir teyze gelip garın kapılarını açtı, hangi trenin bizimki olduğunu anlayana kadar 04:15 ettik saati, sonunda da derin bir uyku. Talha'nın beni uyandırdığında Südbahnhof Ost'taydık, banliyöye yetişmek için koşar adım istasyona geldiğimizde tren yanaştı, çok geçmeden evdeydik. Uyuyup uyanmanın etkisiyle olan biten her şey rüya gibi geliyor ama ayağa kalkmaya çalıştığımdaki sancı gerçekleri yüzüme vuruyor.
Neyse sağ salim vardık eve, 06:00'ı geçiyordu saat yatağa girdiğimiz sırada. Hala yer yerim ağrıyor. Bu tramvayı atlattıktan sonra bir ara bir daha ziyaret etmeli Bratislava'yı. Bu sefer daha fazla parayla.
Bu arada olur da gidecek olursanız son tren 22:25 gibi bir saatte ayrılıyor Bratislava'dan Viyana'ya, ilk tren de 04:27'de.
* Bratislava'nın güzel yerlerini Gizem göremedi diye de çok üzüldük, Gizem, aslında Bratislava o kadar da kötü bir yer değilmiş, belki Viyana kadar severdin, belki de daha fazla.
Sizi görseller ile baş başa bırakayım, biraz karışık dizilim ama idare edin, hiç uğraşamayacağım düzeltmekle, buyrun:
Blogger tarafından desteklenmektedir.
2 Comments
İlk resmi kaydettim, kullanım hakkı istiyorum.
Hak sizindir Ayşin Hanım.
Yorum Gönder