“Yalnızsın yine” diyerek kadehini benimkinin yanına koydu. Yanımdaki tabureye oturana kadar yüzümü dönmemiştim. Sesinde sıkılmışlık seziliyordu. Aylardır, haftada en az iki defa gelirdim bu küçük bara. Arada bir gelen üç-beş kişilik gruplar haricinde, içeride her zaman müdavimler oluyordu. Mine de bu müdavimlerden biriydi. Öğrendiğim kadarıyla asıl adı Emine’ymiş ama kulağa cool gelmediğinden dolayı Mine olarak tanıtıyormuş kendini herkese.

Hafifmeşrep biridir Mine. Liman’a ilk takılmaya başladığımda dikkatimi çekmişti. Uzun zamandır takıldığı belliydi. Genelde, Kıbrıs gazisi Metin Amca’yla takılırdı. Onun bitmek bilmeyen savaş anılarını dinler, şuh kahkahalar ile cilveler yapardı. Bu cilveleşmeler Metin Amca’nın hoşuna gitse de Mine’ye sarktığını hiç görmedim. Sadece kendini beğenilmiş hissetmesi ve ilgilenilmek hoşuna gidiyordu sanırım. Her gece içtiği üç biradan sonra Metin Amca, Mine’ye ısmarladığı iki biranın da parasını gazi maaşıyla öder ve dilinde bir Türk Sanat Müziği ile bardan evine doğru yürürdü. Babacan biriydi.

Yağız vardı bir de, hız tutkusu onu tekerlekli sandalyeye mahkum etmişti. İki yıl önce yaptığı bir motorsiklet kazası sonucu belden aşağısı felç olmuştu. Hayata küskün biriydi, yüzünü ise ancak Mine güldürebiliyordu. Hatta Mine ile birlikte, kendi engeliyle dalga geçiyordu, “gel otur kucağıma, nasılsa benim kuş artık zararsız” diyerek Mine’yi kucağına oturtarak bar içinde turluyorlardı. Zamanında tavladığı kızların haddi hesabı yokmuş, bazen içlenip anlatırdı.

Mine’nin ise ısmarlanan içkilerden dolayı keyfi hep yerindeydi. Hiç ayık görmedim. Benim geldiğim saatlerde Mine çoktan ortamını kurmuş, Yağız ya da Metin Amca ile çoktan kadehleri yuvarlamış oluyordu. Nadiren kendi içkisini öderdi. İçeride Yağız ya da Metin Amca yoksa gözüne kestirdiği biriyle cilveleşir, bazen ufak oynaşmalar ile kendine içki ısmarlatmasını bilirdi. Mekandan yalnız çıktığı çok nadirdir ancak kimse yadırgamaz Mine’yi. Mizacı öyledir çünkü. Ne ise o. Kendine içki ısmarlatacak birilerini bulur, gözüne kestirdiği kişiler ile birlikte olur, ertesi gün aynı macera tekrar başlar. Hiçbir erkeğin peşinden koştuğunu ya da ertesi gün de tavlamaya çalıştığını görmedim. Kendinden de hiç bahsetmezdi, sadece o anı yaşardı.

“Evet” diye yanıtladım kayıtsızca, “her zamanki gibi.”
“Buraya neredeyse üç yıldır gelirim ve hemen herkesle bir muhabbetim olmuştur, hemen herkesi tanırım ama sen, sen kapalı kutu gibisin.”
“Beni de tanımayıver.”
“Öyle olsun bakalım. Burada oturmamın sakıncası var mı peki?” dedi büyük bir olgunlukla, Mine’den beklemezdim.
“Tabii ki hayır.”
“Tanımak isterdim seni.”
“Antik Yunan’da filozoflar, öğrencilerinin makatı kıllanana kadar ilişkiye girerlermiş. Birlikte olmak, bir insanı tanımanın, bir bağ kurmanın en iyi yollarından biri olarak düşünülürmüş.”
“İlginçmiş. Tanışalım mı o zaman?” dedi, sesinde her zamanki bilindik cilvesi vardı.
“Kaç kadeh içtin?”
“Bugün geç başladım, bu ilk bardağım. Ismarlatacak kimsem yoktu.”
“Hadi gidelim o zaman.”
“Nereye?”
“Tanışmaya.”
“Biraz daha içseydik.”
“Benimle de ayıkken seviş, diğerlerinden farkım olsun.”


6 Comments

E.D dedi ki...

makatı kıllanana kadar ilişkiye girmek.

bunu gündelik hayatımda kullanacağım.

güzeldi.

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Doğruluğundan %100 emin olmamakla birlikte, böyle bir şey okumuştum.

Teşekkür ederim.

Atakan dedi ki...

"her zaman kolay değil sevmeden sevişmek"
yabancı biriyle ayıkken sevişmek de pek kolay değil ama karanlık olursa daha kolay :)

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Eleman zaten muhtemelen başından savmak için yapmış. Ayıkken sevişemeyeceğini biliyor :)

Adsız dedi ki...

Keyifle okudum eline diline kuvvet. Ayıkken sevişmenin insanların birbirine karşı tiksinti ya da hoşlantı gibi duygular hissettirmesi muhtemel gibi göründü bana.

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Teşekkür ederim ^^

Blogger tarafından desteklenmektedir.