"Hoşgeldin."
"Hoşbulduk. Oturuyor musun hala?" dedi anahtarlarını masaya fırlatırken.
"Evet, nasıl geçti?"
"Çalıştım, para kazandım. Senin gibi yatmıyorum en azından" dedi sitem edercesine.
"Ben de çalışıyorum, yani bazen."
"Ne tembel herifsin lan!"
"Tembel falan değilim, ne alakası var?"
"Tembelsin tabii, akşama kadar şu bilgisayarın başından kalktığın yok! Git bir iş bul kendine!"
"İşim var benim."
"Ha tabii, web sitesi tasarlama, internetten yazı yazma, el işi, cambazlık, çalgıcılık... Daha sayayım mı?"
"İş değil mi bunlar?"
"Sence iş mi Allah aşkına?"
"Nedir iş?" dedim yerimde doğrularak, bilgisayarı kenara bırakmıştım.
"Tıraşını olursun, sabah çıkar gidersin, düzgün kıyafetlerle. Akşam da işini bitirip dönersin" dedi karşıma oturup bilmiş bir edayla.
"Hee" dedim, anlamış gibi yaparak, "patronun zengin olsun diye, asker her sabah tekmille iş başı değil mi? İçtima olması gerekiyor iş olması için. Ha afedersin, işini düzgün yaparsan sana rütbe de veriyorlar, insanları güdüyorsun."
"Ya bırak ya" dedi. Sinirlenmişti. "Kariyerden anlamadığını biliyoruz zaten de, bu kadar da sığır olunmaz! Seninki mi doğru o zaman paşam? Sen söyle."
"Hayır."
"O zaman benimkinin doğru olduğunu kabul ediyorsun?"
"Hayır."
"Ne o zaman Allah'ın cezası herif? Ne yapalım, hepimiz kucaklarımızda bilgisayarla evde mi oturalım?"
"Hayır."
"Ne o zaman, ne?"
"Herkesin bir uğraşı, mutlu olduğu bir şeyi vardır. Sana mesela 'işe gitme, parası neyse ben vereceğim' desem sıkıntıdan ölürdün herhalde evde. Ben bundan bahsediyorum. Ben işe gitmeyi sevmiyorum, kendime yeterince uğraş bulabiliyorum işe gitmediğimde ve işe gittiğimde kendimi huzurlu, mutlu hissetmiyorum. Senin bana işe gitmediğim için yaptığın çıkışı ben sana resim çizmediğin, cambazlık yapmadığın, internete yazı yazmadığın, elişi yapmadığın için yapsam muhtemelen cevabın; 'onlar lüzumsuz şeyler, para kazandırmıyor!' olurdu. İşte tam bu noktada şu soru devreye giriyor: Para kazandırmayan şeyler gereksiz midir?"
"Tamam. Çok güzel. Laf ebeliğini iyi biliyorsun da kim ödeyecek faturalarını? Gidererini nasıl karşılayacaksın?"
"Bunun için kariyer peşinde koşmama gerek yok, yazdığım yazılardan, yaptığım web tasarımlarından ya da çalgıcılıktan bir şekilde karnımı doyururum."
"Karın doyurmaktan bahsetmiyorum, gelecein diyorum, bir dikili ağacın olsun diyorum, istikbâl diyorum."
"Yarına çıkacağını nereden biliyorsun? Türk filmlerini gözünün önüne getir, orada doktor yoğun bakımdan çıkar, kafası önde, aileye 'malesef altı aylık ömrü kalmış, elden bir şey gelmez' der ve aile, o altı ayı güzel geçirmesi için elinden geleni yapar o kişi için. Çocuksa eğer lunaparka götürür, okula gitmesi için zorlamaz, istemiyorsa gitmez çocuk. En sevdiği yemekler pişirilir, pikiniklere gidilir, uçurtma uçurulur... En son ne zaman uçurtma uçurdun?"
"Lan sanki iki ay sonra öleceksin, eğer öyleyse seni de krallar gibi yaşatırız istiyorsan."
"Aynen öyle işte, onu anlatmaya çalışıyorum. Sadece zaman mefhumumuz farklı. En fazla elli yıllık ömrüm kalmış! Elli yıl! İlk yirmi beşin nasıl geçtiğini anlamadım bile, bu elli de aynı şekilde yitip gidecek ve sen bana git çalış diyorsun, kariyer yap, gelecek için para kazan, altmış yaşından sonra yemek için para biriktir ama o yaşa kadar patronunu zengin et, ömrünü heba et diyorsun. Yoksa ben mi yanlış anlıyorum?"
"Ben yatıyorum hacı, yarın sabahın köründe kalkıp patronumu zengin, ömrümü heba etmem gerekiyor. Sen de gidip uçurtma mı uçuruyorsun, top mu çeviriyorsun, yazı mı yazıyorsun ne yapıyorsan yap, sana kolay gelsin."
"İyi geceler..."


4 Comments

hobimiterapimi dedi ki...

Hay klavyene sağlık :))

Sevgi dolu bir dünya bu dedi ki...

o sigaraya devam edersen daha kısa sürer sonuca ulaşman:))

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

:)

AdminPanpa dedi ki...

İşin kötü yanı ne biliyomusun hocam; ikinizde haklısınız... Bizi böyle yaşamaya iten hayatın ...... bad words detected dıkşın dıkşın

Blogger tarafından desteklenmektedir.