Yıllardır önünden geçmeye bile imtina ettiğim mezarlığın kapısındaydım. Yedi yıl önce babamı uğurlamak için geldiğim bu yere, yedi yıldır bayram arifelerinde bile gelmemiştim


Yaşamında bile iletişimim yoktu ki zaten kendisiyle. O otoriter duruşu ile yarım saatlik aramamın ardından bulduğum mezar taşı arasında, göğsünün genleşip sönmesi haricinde hiçbir fark yoktu. Aynı duygusuz ifade, aynı soğukluk.

Tereddüt ederek dikildim başına, müsaade isteyerek oturdum duvarına, yüzümü yüzüne dönerek. Yüzünde adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri yazıyordu, bir de ruhuna fatiha. Bu mütevazi isteği yerine getirdikten sonra ellerimi yüzümle kavuşturup baştan aşağı süzdüm babamı. Zayıflamıştı. İlk defnettiğimizde dağ gibi olan üzerindeki toprak, zamanla çökmüştü. Vefatının birinci senesinde annemin yaptırdığı mezar taşı ve kabri, o yılların son modası olsa da artık demode görünüyordu babam. Ancak gri duvarlar ve beyaz mezar taşı yakışmıştı, açmıştı babamı. Ayak ucundaki, kuşların su içmesi için hazırlanmış sahan ise mezarına küçük bir detay ile hareketlilik katmıştı. Ölümün kasvetini kuşları yaşatarak atıyordu adeta. Bu kontras ona ayrı bir hava vermişti. Üstünde gelişi güzel otlar bitmişti, birkaç da solmuş çiçek. Sağlığındaki tertip ve düzeninden eser yoktu üzerinde.

Sağken cesaret edemediğim sigaramı çıkarıp yaktım karşısında, içimdeki anarşisti bastırmayarak. Avucumun içinde saklıyordum yine de içerken. Yüzüne üflememek için de aldığım her nefesi bulutlara doğru üfleyerek saldım dışarıya.

Ömrümde ilk kez ben başlıyordum söze, babama karşı;

“Baba” dedim sesim titreyerek. Kısa, küçük bir öksürükle boğazımı temizledikten sonra devam ettim, “beni özlemediğini biliyorum. İnsan sevdiğini özler zaten değil mi? Ben de seni seviyor muyum, nefret mi ediyorum bilmiyorum. Sana olan hislerimi bir duyguyla açıklamam gerekirse; korkuyorum senden baba. Bunun da korku olduğunu çok sonra öğrendim. Sevgiyi böyle bir şey sanıyordum ben düne kadar. Korkmanın sevgi olduğunu sanıyordum, ta ki karımı tanıyana kadar. Kızımla da perçinledim gerçek sevgiyi. Çok da önemi kalmadı zaten artık baba. Sen Allah’ı da bu şekilde tanıtmamış mıydın zaten bana? Hep korkuttun O’ndan ve cehenneminden. O’nun bizi sevdiğinden, bizim de ondan korkmak yerine sevmemiz gerektiğinden hiç bahsetmedin. Ben de yıllarca Allah’ı, bizi yakmak için elinde ateşle bekleyen bir figür olarak canlandırdım kafamda. Küçükken mesela, daha ufacık çocukken Allah’ı uzun beyaz sakalı olan, çatık kaşlı bir dede olarak hayal ettim. O bana kızmasın diye tabağımdaki yemekleri bitirdim, anneme ve sana ‘of!’ demedim, küfretmedim, yan bahçeden müsadesiz elma koparmadım. Görüyorsun ya baba, ben sevmekten önce korkmayı öğrendim. Aklım erdikten sonra seni de anlamaya başladım baba. Sen de bu şekilde yetişmiştin belli ki. Ama baba, ben yıllar içerisinde öğrendim bunun yanlış olduğunu, sen niye öğrenemedin? Sanki yaşadığın hayatın suçlusu benmişim gibi davrandın yıllarca, o hayattan memnun gibi görünmene rağmen.”
Bir sigara daha çıkardım, yakmadım. Ağzımda sigarayla mezarın üzerindeki ölü bitkileri toplayıp kenara attım. Babamı defnetmeden önce yıkadığımız an aklıma geldi, çok zordu. Sonra tabuta koyup eve getirişimiz, namaza kadar okunan dualar, imamın helallik istemesi, omuzlar musalla taşına  giderken kızımın el sallaması, dualar, dualar, tek kelimesini bile anlamadığım bir sürü Arapça kelime.

Hem mezarını sulamak hem de yüzümü yıkamak için çeşmeye gitmek üzre çekildim babamın huzurundan. Dudaklarımdaki sigarayı kulağımın arkasına koyarak önce yüzümü yıkadım, ardından orada bulduğum iki tane kovayı doldurarak geldim hayatımın en yakın yabancısının yanına. Ya da en yabancı yakınımın mı demeliydim?

Mezarını sulayıp kuşların suyunu da doldurduktan sonra sigaramı yakıp tekrar başladım konuşmaya;

“Yedi yaşımdan beri sana yük olmamak için çalışıyorum baba. Paran olmadığı için değil, çalışmamı söylediğinden dolayı da  değil. Benden daha fazla nefret etme diye. Çocuk yüreği, sevilmemenin ne demek olduğunu daha çok hissediyor baba. Beni sev istedim. Para kazanırsam beni seversin sandım. Abilerim eve para ile geldiklerinde keyfin yerine geliyordu, ihtiyacın olmasa bile. Ben de keyiflendireyim seni istedim, yüzünü güldüreyim. Şu an senin yattığın bu yerlerde su taşıdım çeşmelerden, teyzeler harçlık versin diye. Su sattım pazarlarda, boyumun yarısı kadar pet şişelerle. Amatör küme maçlarında çekirdek sattım ateşli taraftarlara. Senden sonra ilk tokadımı kahvede ustamdan yedim, kahveyi taşırdığım için. Daha on bir yaşındaydım baba! Arabada ön koltuğa oturmamam, ateşle oynamamam gereken yaşta, yüzünü güldürebilmek için kahve yapmayı öğreniyordum kahvede. Pazarlarda, balık halinde kirlendim, sokakta top oynarken kirlenen akranlarımın aksine. Başaramadım baba, güldüremedim yüzünü abim gibi. Askere gittim geldim, yemin törenimde bile orada yoktun baba! Bu kadar mı nefret ettin benden? Fabrikada çalışmam için ısrar ettin, ben ise gidip esnaflığı seçtim, sizin istediğiniz kızla evlenmedim. Seni mutlu edemeyeceğimi anlamıştım çünkü artık, uğraşmak nafileydi. Hep benden adam olmayacağına inandın, gözüne girebilmek için yaptığım onca şeye rağmen. Yanıldın baba, para da kazandım, ailemi de kurdum. Bu yüzden mi nefret ettin benden baba? Seni haksız çıkardığım için mi? Tamam o zaman baba, sen haklı çıktın, yapamadım esnaflığı, batıyorum. Oldu mu istediğin? Haklı çıkarabildim mi seni? Buraya neden mi geldim baba? Senden, ömrümde ilk kez para istiyorum, yedi yaşımdan beri almadığım harçlıklarımı istiyorum baba, çocukluğumu istiyorum senden. Oturup hesapladım, otuz iki bin dört yüz doksan sekiz lira ediyor. Kuruşu kuruşuna istiyorum baba!” dedikten sonra gözümden bir damla yaş düştü, “hadi vermiyorsun diyelim, bari bir kere yüzüme gül baba, onca başarıma, çabama gülmedin bari haklı olduğun için gül!”

ps: Yazıdan sonra şarkıyı dinlemenizi temenni ediyorum, ötüşüyor birbiriyle.


6 Comments

Unknown dedi ki...

gece gece efkara sürükledin!

Şahin Şirin ERDEM dedi ki...

pek çoğumuzun babaları buna benzer.. korku kültürü..ilişkiler din ,v.s herşey korkuya dayalı.
yalnız değilsin bilal kardeşim.pek çoğumuzun seninkine benzer acılarımız var..
ama sen başarmışsın.bu kültürü aşmayı başarmışsın..sevgiye dayalı bir yaşam yaratmak en büyük başarı..kendinle gurur duyabilirsin.
dürüstçe kazanılan 3 kuruş para, namussuzluk yaparak sahtekarlık yaparak kazanılacak 30 kuruştan elbette çok daha iyidir..
yalan dolan, üç kağıt, rüşvet, sahtekarlıkla pek çok insan iyi zengin oluyor. bunlar bizim için başarı değil tabi ki..
sevgiler...

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Bağışla Talha Çocuk :)

Sağolasın Şirin Abi, iyi ki benim babam böyle biri değil. Etrafımda bir sürü insan var bu şekilde tanıdığım.

Sevgi dolu bir dünya bu dedi ki...

hayatımın en yakın yabancısı
en vurucu cümle oldu benim için..

Şahin Şirin ERDEM dedi ki...

kurgumuydu? :)
sevindim..

Emrah Güngör dedi ki...

Çok çok iyi.. Gözlerim doldu yine.. Kurguymuş ama gerçekmiş, yaşanmışsın gibi geldi bana.. Sen yaşamasan da bunları yaşayan o kadar çok insan var ki.. Saymakla bitmez.. Yaşanamamış o kadar duygu var ki..

Blogger tarafından desteklenmektedir.