Necmettin. Yani dedem. yetmiş dokuz yaşında ya da seksen, tam bilmiyorum. Tanımıyorum ki. Babam da tanımamış elli beş sene boyunca.
Orman'da memurmuş, babam anlattı çok sonraları, aklım erince. Üvey baba elinde büyümüş. Sürekli dayak yemiş, yokluk çekmiş. Babaannemle evlendiklerinde bir merkebi ve taşıyabildiği kadar eşyaları varmış. O yoklukla yetiştirmeye çalışmış dört çocuğunu. En büyükleri babam. O sevgisiz, itile kakıla büyüyen adam aynı tutumu çocuklarına da yapmış, ders alıp aksini yapması gerekirken.
Çocuğu, gürültüyü, sesi sevmez dedem. Kendi çocuklarını da sevmezmiş, bilhassa babamı. Nedendir bilmem. İstediği gibi bir adam olamamış babam. Okumak istemiş, mani olmuş. Kaçak olarak kamyon kasasında sınavlara gitmiş. O zamanlar çok değerli olan endüstri meslek lisesi sınavlarına katılmış. Üçüncü olarak kazandığı sınavı oturdukları akşam yemeğinde büyük bir sevinçle açıklamasıyla suratının ortasına kaşığı yemesi bir olmuş.
On dördünde ayrılmış evden babam, okumak için. Seksenlere denk gelmiş bu okuma sevdası. Girişimciymiş de. Halkevlerine gidermiş o zamanlar. Kütüphaneden istediği bir kitabı vermediler diye Ülkü Ocakları'na gitmiş, orada bulmuş o kitabı. O saatten sonra da ideolojisi milliyetçilik olarak gelişmiş. Bir çok eyleme katılmış, on altı yaşında ocak başkanlığı yapmış, seminerler vermiş. Kendi başına hayatta kalmış, kendi parasını kendisi kazanmış. Yetmemiş, ailesine de para göndermiş arada bir. Yaranamamış.
Hakkını da yememek lazım, babamın kardeşlerini severmiş dedem. Hala sever. Sözlerini dinlediler diye mi bilmem. Babamı ne kadar yerer, aşağılarsa kardeşlerini de o denli severmiş. Bayramlarda bile, biz ne zaman yanına gitsek, tek kelime etmez, elinde kumanda STV izleyip ibret alır. Kendi hayatından, yaşadıklarından alamadığı ibret için Kalp Gözü'nden medet umar. Diğer torunlarıyla yaptığı sohbetleri gıpta ile izlerim. Anlatacak hiçbir şeyleri de olmamasına rağmen boş boş konuşurlar. Halbuki benimle konuşsa o kadar çok şey var ki anlatmak istediğim, sormak istediğim. Dokuz yıldır üniversitedeyim, hala ne okuduğumu bilmiyor. Geçen sene üniversiteyi kazanan kuzenimin okulunu dahi biliyor.
Halbuki dese ya bana; "neden yakıp yıkıyorlar yavrum memleketi" diye, sövse hatta. "O küpeler ne?" dese, bağırsa. Derslerimi sorsa, zihin açıklığı dilese Allah'tan. Neden sakal bıraktığımı merak etse. Herhangi bir şey ya, sohbet etse benimle. Varsın söylediklerimi anlamasın, varsın aklına yatmasın ama sorsun. İletişim kurmaya çalışsın. Ben de ona ağaç budamayı sorayım, kalem aşıyı sorayım, "bir zamanlar buralar dutluk muydu dede?" diye sorayım, anlatsın. Sormuyor. Anlatmıyor.
Üç - dört yıldır bir ayağı çukurda ihtiyarın. Huysuzlukları arttı. Kalp ameliyatı olduğundan beri resmen ölümü bekliyor. Çok büyük hevesle diktiği ceviz fidanlarına bile bakmaya gitmiyor. Çekyatın üstünde, elinde televizyon kumandası STV izliyor gece gündüz. Yaşamaya dair ufacık bir isteği yok. Aslına bakarsan çoktan ölmüş de vücudu yaşamaya direniyor. Yürümüyor bile kendini bırakmışlığından.
Yanına ziyarete giderken bunları düşündüm hep. Ne yapabilirdim ki kendini bu denli kapamış birine? Yine de kararlı bir şekilde gittim, çaldım kapısını, babaannem açtı kapıyı;
"Nasılsın babaanne?" deyip öptüm elini.
"Nasıl olalım oğlum, deden hasta işte" diyerek buyur etti içeriye.
"Nasılsın dede?" deyip onun da elini öptüm.
"İyiyim, iyiyim de babaannen çok konuşuyor, boşayacağım valla, gidip öte köyden karı alıp geleceğim" dedi dili dönmeyerek. Sağlığında konuşmazdı, şimdi de sağlığı el vermiyor konuşmasına.
"Başkası çekmez kahrını dede, sen sağlam yapış babaanneme" dedim gülümseyerek.
"Yok, şart olsun boşayacağım!"
"Ağrın sızın var mı?"
"Bacağımın şurası ağrıyor bir tek, ayaklarım da şişti" dedi bileğine yakın bir yeri işaret ederek. Kalp kapakçığı düzgün çalışmadığından sızıntı yapıyor, böbrekler düzgün çalışmıyor, bu da tüm vücuda etki yapıyor artık.
"İlaçlarını alınca geçer dede" dedim inanmayarak.
Karşımda beş yılda günden güne eriyen bir adam vardı. Nerede o bayramlarda kuzenlerle oyun oynayarak ses yaptığımız için azarlayan dedem, nerede şimdi konuşmaya bile takati olmayan adam. Kendisine kızmak için o kadar fazla sebebim varken, üzülüyordum adama. Sağlığında yanından ayrılmayan çocuk ve torunları yoktu şimdi yanında. "Geçmiş olsun" deyip ayrılıyorlar yanından. Bir şeyler yapmak istiyordum beni sevmeyen dedem için. Bu yaştan sonra zor ama belki birisinin onu gerçekten sevdiğini hissederse bir şeyler değişir diye. Sırf bu yüzden kitap getirdim yanımda. Bu zamana kadar okumuş mu bilinmez ama bari son zamanlarında bir kitapla tanışsın diye.
"Dede kitap okuyayım mı sana?"
"Ne kitabı?"
"Roman dede."
"N'olcakmış o?"
"Hiç işte dede, kafan dağılır."
"Sigaran var mı?"
"Ne sigarası dede, sigara içecek halin mi var?"
"Ya bırak doktorları da babaanneni de, yarına çıkacağım şüpheli, bu saatten sonra zaten düzelmem, bırak da sigaramı bari içeyim, bu karı içirmiyor bana!"
"Sigaram yok dede."
"Tütün sarıyordun sen, sar bir tane."
"Tamam dede" diyerek önce babaannemi kontrol ettim, namaz kılıyordu. Çıkardım tütünleri, iki tane sardım. Biri dedeme, biri bana. Zippomu çıkarıp yaktım ikimizinkini de.
"Amerikan çakmağı değil mi bu?"
"Evet dede."
"Güzel oluyordu bu çakmaklar, biz de muhtar çakmağı kullanırdık, o da benzinli, aynı böyle kokuyordu. Tütün nerenin?"
"Adıyaman herhalde."
"Ne kitabı okuyacakmışsın sen?"
"Roman işte dede, ben günlük, gün aşırı gelir devamını okurum hep böyle, olmaz mı?"
"Yok, sen ince bir kitap bul. Ya da en iyisi kısa öyküler olan bir kitap getir, onu oku."
"Neden dede?"
"Kitabın devamını merak edip ertesi günü beklemek istemiyorum. Beni hayata bağlama tekrardan."
"..." Çantamdan çıkarmak üzere olduğum Oğuz Atay - Tutunamayanlar'ı yerine bıraktım. Boğazım düğümlendi. Sigarayı kül tablasına bastık ikimiz de, sonra dedem tekrar uykuya daldı. Bu kadar sohbet bile fazla gelmişti adama, bana da...
Blogger tarafından desteklenmektedir.
5 Comments
Utanmasam ağlayacaktım. Eline sağlık.
Teşekkür ederim ^_^ buna o kadar duygu veremedim, daha iyilerini yazdığım olmuştu.
İçlendim çok.
Gözlerim doldu resmen.. Ne diyeceğimi bilemiyorum, yaşanamayan o kadar çok şey var ki, herkesin hayatında.. Hüzünleniyor insan..
Teşekkürler Emrah. Yalnız buna o kadar duygu veremedim diye hayıflanıyordum, böyle tepkiler alacağım aklıma gelmezdi, sevindim ^_^
Aslına bakarsanız şu yazım daha etkileyici gelir bana: http://yufkayureklikelgobekli.blogspot.com/2013/04/yedi-yasndan-beri-almadgm-harclklarm.html
Yorum Gönder