Dünü bir türlü bitiremedim. Sabah yine alışık olduğum şekilde sabahın köründe kalkarak ilk aikido dersim için hazırlandım. Ayak tırnaklarımı falan kesim, çıplak ayak antreman olacak nede olsa. Duş falan alsam dedim de gözüm pek yemedi, çok soğuk yahu bu aralar. Arkadaştan ödünç aldığım eşofmanı kıçıma geçirip (hiç eşofmanım yok lan, iki tane penye eşofmanımsı şeylerim vardı, pijama niyetine kullanıyordum, onları da biri çalmış. Kim aldıysa getirsin lan! Şu anda Talha Çocuk'un pijamasını kullanıyorum, çok hora geçti) kendimi evimizden yaklaşık bir saatlik mesafede olan spor enstitüsüne gitmek için yola koyuldum. Söz konusu aikido olunca ayrı bir hevesle gidiyordum ama benim gibi hımbıl bir insan için "spor" kelimesi bile ürkütücü olabiliyor. "Korkunun ecele faydası yok" diyen atalarımı düşünerek toplu taşıma araçlarını kullandım, salonumu buldum. Gardrop için uzun boylu bi çocuktan yardım istedim. Avrupada spor salonlarının soyunma odaları hiç hoş değil. Yani dişiler kısmı nasıldır bir fikrim yok ama erler kısmında herkes afedersin dal taşak dolaşıyor ortalıkta. Ar namus kalmamış. Zaten duşlarda kabin ya da perde falan yok, yanyana yıkanıyor insanlar. Neyse efendim öyle şeylere takılmamak lazım, maksat aikido.
Ders başladı, önce ısınma hareketleri. Zaten ısınma hareketleri beni benden aldı. Takla atmasını bile unutmuşum. En övündüğüm şeylerden biriydi halbuki düşmesini bilmek. Neyse tekrar oturur. Zaten yarım saatte pilim tükenme aşamasına geldi, ne yorulduk arkadaş. Sonrasında teknikler gösterilmeye başlandı. Hoca almanca anlatıryor ve zaten göstererek yaptığı için zor değil kavramak. Yine de teknikleri biz uygularken bir tane sempai (kıdemli öğrenci) ingilizce de açıkladı. Sadece teknikleri değil aikidonun ne olduğunu açıkladı. Daha bir keyif aldım. Neredeyse iki saat sürdü ve ders bittiğinde yeniden doğmuş gibiydim. Spor insana bu kadar iyi gelir mi? (şu an bacaklar pek tutmuyor ama toparlarız).
Eve dönerken tekrar bir sigara yaktım otobüsü beklerken. Eve vardığımda sever seve duş aldım, daha bir iyi hissettim. Kahvaltı faslına katıldım, güzelce karnımı doyurup, yine biraz keyif yaptıktan sonra babamın eski bir arkadaşıyla buluştum. Yine eve yaklaşık 50 dk mesafede. Biz çok mu uzakta oturuyoruz acaba? Yani bizim okula da yaklaşık 45-50 dk mesafede. Yarım saatlik hasbıhalin ardından 50€'luk harçlığı da almanın verdiği keyifle Naschmarkt'a doğru yola çıktım. Sevdiceğim orada konser izliyormuş bir arkadaşıyla, onlara katıldım. Çalan grup Safran. Bence Viyana'dan çıkabilecek en iyi Türk grubu. Cajon çalan arkadaş Sinan ve Viyana'ya geldiğimde ilk tanıştığım arkadaştır. İnternetten tanışmıştık gelmeden bir hafta falan önce.
Onları da yarım saat kadar dinledikten sonra Couchsurfing'ten birkaç eleman bu sıralar rus bir müzik gurubunu ağırlıyorlarmış ve evlerinde bir mini konser yapacaklarmış. Çok ilginç bir tarzları var zaten. Ben de yanımda bendir be ağız arpımla beraber çıktım evden. Yarım saatlik Safran'ın ardından biraz gecikmeli de olsa konserin verildiği eve gittik. Gittiğimizde çoktan başlamışlardı. Bir didgeridoo, bir piyano, bir ağız arpı, birkaç tane "şıkı şıkı" diye sallanan şeylerden (marakas ve shaking eggs) bir tane yağmur sesi çıkaran borulardan, bir tane bağlama (onu Mısırlı bir kız getirmiş) falan derken bildiğin bir cümbüş havası vardı içeride. Ziller, defler havada uçuşuyor, herkes eline bir enstrüman almış takılıyor. Müzik zaten çok doğaçlamaydı. Yani örneklendiremiyorum, o kadar. 15-20 dk takılabildik bilemedin yarım saat. Bir kısmında ağız arpı, diğer kısmında da bendir çaldım. Eğlendim, eğlendirdim, güzeldi ama gel gör ki insanlar acıkmış, yemeğe gittik, gidiş o gidiş. Türk lokantasında yedikçe yedik, laf lafı açtı, kalkamadık. Güzeldi ama muhabbet. Sonrasında Ferhat (ev konserinde tanıştığım arkadaş)'ın önderliğinde insanları eve doğru yönlendirebildik.
Çantamı kaptığım gibi kaçtım, daha şarap içeceklerdi ancak Talha Çocuk ve diğerleri Travel Shack'te bekliyorlardı. Yeni kankalarımızı da davet ettikten sonra salt çoğunluğa ulaşmış bir şekilde içkilerimizi yudumluyorduk. Deniz ile girdiğimiz muhabbetti burada pek kimseyle yapmıyorum, o yüzden oldukça keyifli. Burcu ise tam benim akranım olduğu ve Ankara'da okuduğu için o dönemlerde olan herşeyi biliyor. Bestekar'ın eski hali, Konur Punkları, Mini Bar falan. O tarihlere geri dönüyorum her muhabbette. O da çok keyifli.
Feneri de titreye titreye sabaha karşı 5'te vardığımız evde söndürdük. Nasıl bir soğuktur. Sokağa işemeye korkarsın havada donacak diye. Sabah 9:30 sabaha karşı 5:00 sokaktaydım. Nasıl bir düşüncesizlik. İnsan vücuduna acır! Soğuktan her yerim tutulmuş resmen. Şu anda da rapor yazmak için çırpınıyorum. Aslında daha başlayamadım ama bir an önce başlamam lazım. Hadi ilham perilerim!
Blogger tarafından desteklenmektedir.
Yorum Gönder