Dut gerçekten bu oyundan anlıyordu ya da benim hala devam eden kafa karışıklığım ve alkol sersemliğimden dolayı 6-2 yenilmiştim. Oyun yenilgilerine alışığım, hiç bir zaman koymaz ancak Dut’un çenesi durmak bilmiyordu. Karşımda on dakika boyunca durumun dalgasını geçti, şen kahkahasını da ihmal etmiyordu.
“Oynamasını biliyordun hani?”
“Dut tamam, yendin, tebrik ettim, tavlayı koltuğumun altına bile aldım. Bu ne zafer sarhoşluğu? Daha önce kimseyi yenememiştin herhalde.”
“Hoop orada dur bakalım. Şimdiye kadar bu oyunda bileğimi büken olmadı. Yenilince çamura yatma! Rövanş?”
“Yok ben almayayım. Kalksak mı artık?”
“Saat kaç?”
“Üç olmuş.”
“Tamam hadi kalkalım.”
Para çıkarmak için elimi cüzdanıma attım ama yerinde yoktu: “Cüzdanım yok!”
“Haa dur, bende. Dün düşünce elindeydi, onu da düşürdün.” Çantasını açtı. Tipik bir kız çantasından beklendiği gibi cüzdanı bulmak için epey zaman harcadı. “Buyur.”
“Teşekkür ederim. Aa!”
“Ne oldu?”
“Ben dün tüm paramı harcamışım. Burada bankomat geçiyor mu? Ya da sende beş lira varsa borcum olsun. Dün gecenin borcunu ayrıca ödeyeceğim.”
“Ne borcu? Saçmalama!” dedikten sonra çantasını toparladı, hırkasını da eline alarak ayağa kalktı. “e hadi çıkmıyor muyuz?”
“Çıkalım da, hesap?”
“Burası bizim mekan. Bir ara çalışıyordum burada. O yüzden bana sınırsız çay ve tost kredisi var ve tabii ki misafirlerime.” Evde top oynarken annesinin vazosunu kırmış pişkin çocuk gibi gözlerini yumup gülümsedi.
Ben hırkamı giyerken o da şen bir şekilde ihtiyarın yanına gitti. Cüzdanıma son bir kere daha baktım. Aslında eksik bir şey ummuyordum ama yine de bir kontrol ettim. Kimlik, ehliyet, pin-puk kodlarımın olduğu kart, ego kartım, bir çoğu gereksiz ve artık ihtiyacım olmayan kartvizitlerim, arkadaşlardan alınmış vesikalık fotoğraflar, ne zaman oraya koyduğumu hatırlamadığım prezervatif. Muhtemelen süresi bile dolmuştur ama her Türk genci gibi belalardan koruyan muska edasıyla sürekli yanımda gezdiririm kullanmasam da. Bu düşüncelerimi Dut böldü.
“E hadi!”
“Geldim geldim.”
“Hoşçakal Halil Amca, şu göbeği de erit! Ya da kalsın be, böyle daha güzel.” diyerek ihtiyarın göbeğine iki şaplak attı.
“Ne tarafa?”
“Kızılay’a doğru, sen?”
“Ben de. Oradan otobüse binerim.”
“Nerede oturuyorsun?”
“Ümitköy.”
“Oo ense kalın herhalde. Okuyor musun peki?”
“Evet, Bilkent’te güzel sanatlar.
“Tamam işte ense kalınmış. Senin SSK’da ne işin var? Bilkentli insan Arjantin’e gider, 7. Cadde’ye gider, Park Caddesi’ne gider.”
“Yok canım ne kalını, hem severim ben SSK’yı, Pilli Be..”
“Parkın içinden yürüyelim mi?” dedi lafımı tamamlamamı beklemeden. “acelen yok değil mi?”
“Olur, acelem yok.”
Acaba sorduğu soruları gerçekten merak ederek mi soruyordu yoksa sadece sessiz kalmamak için miydi? Çünkü genelde lafımı kesiyor ve hiç bir şey sormamış gibi başka bir muhabbete geçiyordu. Bu soruların cevaplarını düşünürken tekrar koluma girdi. Kafeye gelirken girdiğinde de sersemlemiştim, şimdi de. Elimi nereye koyacağımı bilemediğimden hırkamın cebinden çıkarmadım. Sürekli gülümsüyordu. Böyle güzel gülümsemem olsa muhtemelen ben de sürekli gülerdim. Kurtuluş Parkı’nı neredeyse hiç konuşmadan geçtik. Çocuğunu gezdirmeye çıkaran aileleri izledim, ortadaki havuzun kenarlarına konan güvercinleri.
“Otobüsün nereden kalkıyor?”
“Meşrutiyet’ten, marketin önünden.”
“Haa tamam, benim de yolumun üstü, Karanfil’den geçeriz.”
“Olur. Dün gece horladım mı ben?”
Güldü: “yok, ara ara biraz horladın ama ben de sarhoş olunca horlarım o kadar, sorun değil yani.”
Göz açıp kapayana kadar Selanik Caddesi’nin başına gelmiştik. Meşrutiyet Caddesi’ne doğru yürüyüp Yüksel Caddesi’ne yöneldik. Her zamanki gibi eylem vardı. Kurulan standlar, dağıtılan bildiriler, bir avuç eylemci ve orantısız güç için mevzilenmiş tabur tabur polisler. Ankara’nın bütünlüğünü sağlayan görüntü de buydu. Karanfil Sokak’taki çakma ayakkabı, küçük, çerçeveli resim, çeşitli şekillerdeki kapak açacağı anahtarlık, oyuncak, incik boncuk, poster sergilerinin arasından geçerek otobüs durağına vardık.
“Otobüs buradan kalkıyor, bana müsade.”
“Müsade sizin bayım.”
“Ben sana tekrar nasıl ulaşırım? Telefonun var mı? Ne bileyim Facebook falan?”
“Yok, kullanmıyorum hiç birini.”
“Cidden mi? Hadi ya! Nasıl ulaşacağım ben sana?”
“Tabii ki dalga geçiyorum. Bu devirde o saydıkların yoksa kız bile vermiyorlar. İş başvurularında bile internet alemindeki tüm profillerinin linklerini istiyorlar.”
Facebook ve numara alışverişinin ardından vedalaşmak için elimi uzattım ama ne yapmaya çalıştığımı anlamamış gibi yüzüme baktı, sonrasında boynuma sarılarak iki yanağımdan öptü. Elim havada kaldı. Karşıdan görünen otobüsle beraber Dut kaldırımın ortasından insan seline doğru yürümeye başladı. Telaşsız bir acelelikle gözden kayboldu, ben de cüzdanımdan EGO kartımı çıkarark bastıktan sonra arkalara doğru ilerlemeye devam ettim. Sol arkada kaloriferin hemen ardındaki boş koltuğa bıraktım kendimi. Ayaklarımı kalorifere, başımı da cama dayayarak hareket etmeyi bekledim.
Kafam hala yerine gelmemiş sanırım, uyuyakaldığımdan ineceğim durağı iki durak geçmişim. İçimden söylenerek düğmeye bastım. Otobüsten, tüm vücut sıcaklığımı koltukta, alnımdaki yağları da camda bırakarak inmiştim. Benzinliğin orada bile insem yürüyecekken yolu hepten uzatmıştım. Uyuduğumdan mı yoksa güneşin gittikçe etkisini kaybetmesinden mi bilmem, üşüdüm. Adımlarımı biraz daha sıklaştırarak evin yanındaki parka vardım. Sitenin duvarından atlarken neden oraya kapı yapılmadığını 7437. kez düşündüm.
Apartman kapısına doğru yürürken Süheyla Teyze’yi gördüm, güllerle ilgileniyordu. Sitede sadece bizim apartmanın önü gül bahçesi gibiydi. Son cemrenin de toprağa düşmesiyle güller tomurcuklanmaya başlamıştı ve Süheyla Teyze her zamanki gibi yavrularını saran yabancı otları temizliyor, solmaya yüz tutmuş yaprakları yenilerine yer açmak amacıyla dallarından ayırıyordu.
“Merhaba Süheyla Teyze, kolay gelsin.”
“Sağolasın yavrum.”
İki yıldır bu evde yaşıyorum ve iki yıldır evcil hayvan özlemi çekmiyorum. Kapının önündeki yığılmış ayakkabılar ve sokağa kadar taşan sigara dumanı karşıladı her zamanki gibi. İçerideki bağırışmalara bakılırsa mesaiye başlamış olmalılar diye düşünüp kafamı mutfağa çevirdim. Şaşırmadım. Bulaşıklar hala yığılı bir şekilde duruyordu. Salonda bir ayağı kırık, oynamasın diye altına kasa konulmuş koltukta, göğsünde bilgisayarı ile sürekli bağıran kişi Ali’ydi. Görmemişti sanırım geldiğimi. Soluma yöneldim, banyoya girip yüzümü yıkamam gerekiyordu, yoksa tekrar uyurdum. İyi, yüzümdeki yara çok derin değildi, bir kaç güne kadar geçerdi. Yandaki odaya uzattım başımı, orada da Samet gömülmüş bilgisayara, o da görmedi beni. Beslediğim iki yarı evcil canavar da yemi suyu verilmiş şekilde oyunlarına dalmıştı. Arada bir bağırmalarının haricinde zararsızlardı.
“Şeytanınız bol olsun.”
“Eyvallah kanka! Dün aradık o kadar, neredeydin?”
“Arkadaşa gittim.”
“Kimmiş o arkadaş?”
“Tanımazsın.”
“Kanka çok ayıp ettin kıza.”
“Ya bi de Pelin’i bana savunma Allah aşkına!”
“Kız, arkadaşım olarak görüyorum diyor işte, ne diye üsteliyorsun. Zaten tek kız ortamımız onun arkadaşları.”
“Haa paşamızın kız ortamı bozulmasın diye bizi bozmaktan geri durmuyor, iyiymiş.”
“Öyle değil kanka, vermeyecek işte, ne diye zorluyorsun. Diğerlerine yönelirsin.”
“Zaten ben de etinden sütünden faydalanmak için açılmıştım ona.”
“Olsun kanka, o göğüslerden ne süt gelir.” diyerek ergen gibi çıkan sesiyle kahkaha attı.
“Sen oyununa bak. Kesecekler şimdi sonra yine duvar yumruklamaya başlayacaksın. Bu gece de Necmi Abi gelirse kapıya, sen ilgilenirsin.”
“Benim aram iyi oğlum Necmi Abi’yle. Ben alırım onun sinirini.”
“Oğlum arada bir şu oyundan kafanı kaldır da okuluna, dersine bak. Vizeler gelecek önümüzdeki ay, hala koltuk tepesinde tünüyorsun.”
“Yaz okulunda hallederiz kanka! Hem bırakacağım oyunu zaten bu hafta, ders çalışacağım. Yoksa babam çükümden asacak tavana artık.”
“Bu kaçıncı tövbe? Neyse bana ne. Bulaşıkları ne ara halledeceksin?”
“Birazdan halledeceğim. Kanka sigaran var mı?”
“Al!”
“Eyvallah kanka, büyüksün.”
“Kola var mı evde?”
“Bilmem ki, bak bakalım dolaba. Ben çıkmadım iki gündür dışarı.”
Bir kere de sigarayı alıp ikram etse, o gün olduğum yere bayılırım herhalde. Otlakçılığı canıma tak ettiği için iki ay sigara bırakmışlığım var. Önceleri çok iyi anlaşırdık hatta yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi ama işte arkadaşlık ile ev arkadaşlığı çok farklıymış. Hayret! Dolapta kola var. Hem de hiç açılmamış. Sanırım Samet’in olmalıydı.
“Sameeet! Kola senin mi?”
“Eveeet!”
“Bir bardak alıyorum.”
“Al.”
Ev işlerinin paylaşımı konusunda tartışma yaşadığımızdan beri mutfağı ayırdık. Muhabbeti ise sadece buna benzer gereksiz nezaket gösterilerinde kuruyoruz. Şanslıyım ki temiz bardak da buldum. Kolayı doldurup odama geçtim. Bilgisayarın kapağını kaldırıp bastım düğmesine. Sıradan bir window işletim sistemli bilgisayar gibi açılması zaman alıyordu. Bu zamanı üstüme çamaşır suyu lekesi olan bir tişört ve erkek yurtlarının resmi yatış üniformasını tamamlayan gri, pazar malı eşofmanımı kıçıma geçirmekle harcadım. İlk işim Facebook’a girip Dut’u bulmak olacaktı. Bizimkilerin oyun oynarken internete abanmaları neticesinde sayfalar geç doluyordu. Bir de memleketin internet kalitesini göz önünde bulundurunca siteyi açmak bile vakit alıyordu. Ya da ben sabırsızdım. Hah Ak Dut. Zaten sadece bir tane profil var. Mantıklı. Kim neden ismini Ak Dut yapsın ki? “Add as a Friend” tamamdır! Nedendir bilmem ingilizceyi söktüğümden beri Facebook’u ingilizce kullanıyorum. Daha hiç pirim yaptığını görmedim. Hiç kimse “aa bak Facebook’u ingilizce kullanıyormuş, ne kadar cool değil mi?” demedi. Ben de ona rağmen bazen sözlüğe bakmak zorunda kalmak pahasına ingilizce kullanmaya devam ettim. Yapılması gerekenleri de yaptığımıza göre dünün yorgunluğunu atmak üzre bir süre uzanabilirdim.
Koladaki son yudum, sigaradaki son fırt aynı ana denk gelmişti. Zaten millet olarak ayran ve köfteyi de o şekilde denk getirebiliyoruz. Sanırım genlerimizde var. Yorgunluğa daha fazla dayanamadım. Bilgisayar başında saati 18:27 yapmıştım ve artık gözlerim kapanıyordu. Bilgisayarı açık vaziyette komidine koyup yatağıma doğru yol aldım. Yarım saat sonra kapanmaya ayarladıktan sonra dinlendirici bir müzik açtım bilgisayardan ve gözlerimi yumdum. Aklıma tüm gün yaptıklarım, dün geceden kare kare görüntüler ve Dut geldi. Gülümsedim, müziğin dinginliğine kaptırarak kısa süre içerisinde uyuyakalmışım.
Blogger tarafından desteklenmektedir.
6 Comments
Devamı gelsinnn !!!
Gelecek :) Şimdiye kadarı hakkında yorum alayım? Giriş ve 1. Bölüm.
Cidden çok beğendim ben. Gayet akıcı ve eğlenceli :)
eemoğlu sen olmuşşsun artık :) yazma konusunda idolümsün yeminle :)
Sağolasın emmoğlu. Öncesi ve sonrası tastamam şekilde elimde. Hala devam ediyorum yazmaya, göndereyim mi?
gönder gönder bekliorum merakla :)
Yorum Gönder