Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesineydi yaşam hayalim. Tekrar dönüp bakınca gördüm ki Ardıçlar bir yerde, meşeler bir yerde, çamlar bir yerde toplanmış. Benim ise cinsimi belirleyememişler. "Ağacım ben de!" desem de ağaç olmak yetmiyormuş, bir cinsin olması gerekiyormuş diğer ağaçlara katılabilmen için. Meşe; palamutum olmadığından, çam; kozalağım olmadığından, ardıç; yaprağımın farklı olmasından dolayı kabul etmedi yanına. "Orman dediğinde bir sürü farklı ağaç olur, cinse değil ağaç olup olmadığına bakılarak orman olunmaz mı?" diye sordum, güldüler. Ormanın da belli sınırları varmış. Çamlar bir bölgede, meşeler bir bölgede yaşarmış. Bir diğer bölgeye düşen tohumlar ise diğer ağaçlar tarafından yetiştirilerek, kendi bölgesinin ağaçlarına benzetilirmiş. Mutlaka bir cins ağaca benzemek zorundaymış ağaçlar, şahsına münhasır ağaç olmazmış, çeşit olmazmış. Önceki ağaçlardan ne gördülerse o. Böylelikle o ormanın içinde yapayalnız kaldım. Birkaç kuru kütük gözüme çarptı, "bunlar kim?" diye sordum, "hiçbir cinse ayak uydurmayan ağaçlar" dediler. "Keşke" dedim, "keşke daha önce tanışsaydık, kimse arasına katmasa da biz de kendi ormanımızı yaratırdık."



Blogger tarafından desteklenmektedir.