Düşman kalesini zaptetmiştik oynadığım strateji oyununda, küçük bir destek kuvvet ile kalenin düşmesi işten bile değildi, öyle de oldu. Atlı birlik de destekledikten sonra düşman kalesini yerle bir ettik. Keyifle oyunun istatistiklerine bakarken, bir taraftan da el yordamıyla kucak bilgisayarının da üzerinde bulunduğu küçük zigon sehpanın üzerinde sigaramı buldum. Soft paketleri sırf altına vurunca sigara çıkarabildiğim için seviyorum. Yine aynı şekilde artistik bir hareketle vurdum sigara paketinin altına, paketin ucundan yarısına kadar sarkmış sigaralardan bir tanesini kurban seçip dudaklarımı uzatarak çıkardım paketinden. Çakmağı çaktığım sırada kafamı kaldırdım, Neşe öylece durmuş beni izliyordu, yüzünde merak ve pişmanlık karışımı bir ifade ile. Bir dakika önce bir kaleyi fethetmiş bir kahramanken bir anda kalbi kırık bir erkeğe dönüşmüştüm. Söze Neşe başladı, bakışlarını kaçırarak;

"Oyun mu yine?"
"Evet."
"Bıkamadın şu oyundan, ne anlıyorsun bu kadar?"
"Uzaklaştırıyor."
"Neyden?"
"Düşünmekten."
"Neyi?"
"Seni."
"Neredeydim diye sormayacak mısın?"
"Neredeydin?"
"Burak'ta."
"..."
"Ne yaptınız diye sormayacak mısın?"
"Hayır."
"Neden?"
"Çünkü biliyorum."
"Ne yapmışız?"
"İçip seviştiniz."
"Evet."
"Kaç posta?"
"6."
"Maşallah."
"Ama seni düşündüm."
"Nasıl?"
"Onu sen olarak düşündüm, seninle sevişiyormuş gibi hissetmek için."
"Neden?"
"Alıkoyamıyorum kendimi. Ben de oyunlar oynuyorum senin gibi, seni zihnimden uzaklaştırmak için. İnsanlarla oynuyorum, mış gibi yapıyorum, sevişiyorum, öpüşüyorum, takılıyorum ama sen bir türlü uzaklaşmıyorsun."
"Bilgisayar oyunları daha zahmetsiz, onları dene."

Sonu bir yere varmayacak diyaloğu yarıda bırakıp mutfağa doğru ilerledim. Belki de bitmişti sohbet, emin değildim. İki kapı sonra ulaştım mutfağa, buzdolabından yarısı içilmiş litrelik ayranı alıp tekrar döndüm salona. Neşe, diğer çekyata uzanmış yaktığı sigaranın dumanını izliyordu. O an hiçbir şey düşünmediğine emindim, iki buçuk yıllık ev arkadaşlığı onu yeterince tanımama yetti. Tüm ilişkimiz ev arkadaşlığı üzerine idi ancak birbirini sürekli gören iki karşı cinsin kaçınılmaz sonu bizi de bulmuştu. Birbirimizi seviyorduk hatta belki aşıktık, biliyorduk da bunu ama hiç denemedik beraber olmayı hatta ev dışında beraber hiç takılmadık. Hiç dokunmadık birbirimize, sevdiğimizi hiç söylemedik ama bildik.

Neşe'nin hayatında sürekli birileri oldu. Sevgilisi oldu, takıldığı insanlar oldu, günübirlik ilişkileri oldu ama hiç mutlu olmadı. Kahkahası hiç durmazdı, yüzü hep gülerdi yalnız o gülmelerin içten olmadığını bilirdim. Buna rağmen nasıl başardığını anlamadığım bir dinginliği vardı. İçinde fırtınalar koptuğuna emindim fakat sigarasını yaktığında sadece dumanını izlerdi, hiçbir şey düşünmezdi. Eğer odamda değilsem, o da odasına gitmezdi. Bu huyunu bildiğimden uyumak dışında kullanmazdım odamı. Salonda sessiz sedasız otururduk.

Ağzımızı açtığımızda sadece müzikle ilgili konuşurduk. Belki de tek ortak noktamız müzikti. Bilgisayardan kim müzik açsa, diğeri itiraz etmezdi. Bilirdik çünkü açılan müziği diğerinin de beğeneceğini. Ortak dil gibi bir şeydi müzik bizim aramızda. Müzikle konuşurduk. Birbirimizi de müzikle tanıdık. Konuşmadık birbirimizle, dinlemedik birbirimizi, müziklerimizi dinlettik, notalarla konuştuk. Ben en sevdiğim şarkıları dinlettim, o en sevdiği grupları izletti. Konuşanlardan daha çok tanıdık birbirimizi çünkü konuşurken yalan söylenebilirdi ancak duygular yalan söyleyemezdi. Müzik ise duygularınızı olduğu gibi açığa çıkarırdı.

Amatör gruplar açardık bazen internetten, kaçırdıkları rtimleri, yanlış tonları, detone sesleri ayıklardık. Beraberken eğlendiğimiz tek konu buydu. Bazen çok sıçtıklarında gülerdik ağız dolusu ve Neşe'nin gerçekten kahkaha attığı nadir zamanlardan olurdu o anlar, adının hakkını verirdi.

Bunları düşünürken Neşe'ye bakakalmış olmalıyım, sigarasının külünü silkerken gözgöze geldik;

"Neşe?"
"Semih!"
"Seninle yatmak istediğimi söyleseydim ne derdin?"
"Soyun!"
"Benden daha fazla istiyorsun değil mi benimle yatmayı?"
"Senin ne kadar istediğini bilmiyorum."
"Evcil bir penguenimin olmasını istediğim kadar."
"Evet, senden fazla istiyorum."
"Peki herhangi biriyle sevişmekten farkı olacak mı?"
"Sanırım isteyip de ulaşamadığım tek kişisin, o yüzden kafamda büyüttükçe büyütüyorum seni."
"İşte bu yüzden kendime rağmen karşı koyuyorum sana."
"Neden?"
"Beni hep hatırla istiyorum, sürekli aklının bir köşesinde kalayım."
"Neden?"
"Sana olan öfkemin hıncını anca bu şekilde alabilirim. Seni çok istesem de güvenilmez birisin, gözüm kapalı güvenebileceğim birini istiyorum ben."
"Yalan yok, ben olsam ben de güvenmezdim bana."

Neşe, görebileceğim en güzel kadınlardan biriydi, diğer tüm kadınlar vasat kalıyordu yanında. Bir yetmiş boy, ince ve dolgun vücut, ince bir burun, nazik bir çene, yüz hatlarını iyice belirgin kılan kısa siyah saç, bembeyaz ten, iri gözler ve etli dudaklar. Bir erkeğin aradığı tüm fiziksel özelliklere sahipti, bunu da sonuna kadar kullanıyordu. Güzelliği ile açamayacağı hiçbir kapı yoktu, benim inadım dışında. Neşe'nin tanrısal egosunu kıran yegâne şey, benim ona karşı koymamdı ve bu da benim egomu ona denklememe yetiyordu. Onun besin kaynağı istediği kişiyi elde etmesiydi, benimki ise Neşe'ye karşı koyabilmek. Bu denge, bir gün birimizin nefsine yenik düştüğünde bozulacaktı ve o andan sonra ne ben Semih, ne o Neşe olabilecekti. Sanırım biraz da bundan korkuyorduk. Öfke ve nefretle karışık bir sevgi besliyorduk birbirimize, belki de aşk böyle bir şeydi ya da ihtiras, tutku. Biz beraber olmadıkça da sürecekti.

"Bi' el daha oyun atacağım. Ayran?"
"Afiyet olsun."


3 Comments

mirage dedi ki...

ben bu yazıya aşık oldum.

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

^_^

Cemil dedi ki...

Kedi mi lan bu neşe şizofrenik yaratik polise ihbar edicem seni..bi ara kantir atak))

Blogger tarafından desteklenmektedir.