Her şey bundan beş ay önce Cemâl'in posta kutusunda bir mektup bulmasıyla başladı. Bir dergiden geliyordu bu mektup ve Cemâl'in Akşam Postası Gazetesi için yazdığı köşe yazılarından etkilenen Yaşantı Dergisi'nin editörü Begüm, bir süredir kaçırmadan okuduğu yazılarını, editörü olduğu dergide de yayınlamak istiyordu. Cemâl bu dileğini içtenlikle kabul etti ve iş ilişkisiyle başlayan mektuplaşmaları gittikçe derin bir hâl almaktaydı.

Cemâl'i sadece yazılarından tanıyan Begüm, kendince bir sempati beslemişti bu yazara. Deniz kıyısı bir metropolde yaşayan Begüm‘ün ilk işi Cemâl'in yaşadığı yeri öğrenmek olmuştu. Öğrenir öğrenmez de kalem kağıda sarılmış, Cemâl'e mektup atmıştı. Aralarındaki bağı ise iş ilişkisi ile kurmuştu. Cemâl'in yazılarına rastlamadan kısa süre öncesinde uzun soluklu bir ilişkiden çıkmıştı Begüm ve ağlama nöbetleri arada bir yokluyordu halâ. Cemâl ile kurduğu dostluk ilişkisinin başlarında da içinde bulunduğu bu durumu sıkça dile getirmişti. Mektuplaşmaları sürdüğü sıralarda ise yanlış bir insana kendini teslim etmiş, derdine derman bulmanın aksine, derdine dert eklemişti. İçinde bulunduğu durum iyice çıkılmaz hale gelen Begümün gönlü gün geçtikçe yazara meyletmeye ve her gönderdiği mektupta bunu açıkça belli etmeye başlamıştı.

Ömrünün büyük kısmını yaşadığı ülkenin ve Avrupa’nın bir başkentinde geçiren, son zamanlarda da Anadolu’nun küçük bir kasabasında inzivaya çekilip gazeteye köşe yazıları yazan Cemâl, yaşı gereği gönül işlerinde Begüm‘den daha temkinli davranan biriydi. Daha önce bu konuda çok fazla tecrübesi olmamasına karşın, olabildiğince yaş tahtaya basmamaya özen gösteriyordu. Begüm‘ün mektubundan yalnızca bir hafta önce ağır bir yara almıştı zira. Son iki hoşlantısının da hüsranla neticelenmesi ve gönlünü kaptırmaya ramak kalan son kadının da en yakın dostuyla ilişkisinin başlaması üzerine derin bir sessizliğe gömülme arifesinde gelmişti Begüm‘ün mektubu. Tam da çok ihtiyacı olduğu bir sıradaydı. Sadece bir dost, dertleşebileceği bir insan arıyordu Cemâl, birinden etkilenebileceği aklının ucundan bile geçmiyordu. Begüm’den etkilenmesine rağmen, onun ilk mektuplarındaki tutumundan dolayı kendini dizginliyor, hatta ilgisini dağıtmaya çalışıyordu. Ta ki Begüm’ün ilgisini açıkça dile getirmesine kadar.

Begüm’ün itirafından sonra mektup üzerinden iş ilişkisi ile başlayan dostlukları, karşı konulamaz bir hız ile bir aşk ilişkisine dönüşüyordu. Birbirlerini kağıt kalem ile tanımaya çalışıyor, yazarak, birbirleri hakkında öğrenebildikleri kadar çok şey öğreniyorlardı. Hesaba katmadıkları şey ise, birbirinden gece gündüz kadar ayrılan fıtratları olmuştu. Begüm’ün sahiplenici tavrına karşın Cemâl bireyselciliği savunuyordu. Kimse kimsenin sahibi olamazdı. Her ne kadar birbirlerini sevseler de bu durum, Begüm’ün, Cemâl’in hayatına müdehalesini haklı çıkarmıyordu, en azından Cemâl böyle düşünüyordu.

Begüm’ün önlenemez kıskançlıkları yüzünden Cemâl, artık Begüm’ün mektuplarına cevap göndermiyordu. Begüm ise kıskançlıklarının gayet yerinde olduğunda ısrar ediyordu ve bu yüzden o da mektup yazmayı kesti. Cemâl’in taviz vermez tavrı yüzünden ilişkileri daha başlamadan bitmişti. Cemâl bu duruma üzülse de birlikteliklerinde bu durum devam ettiği takdirde daha fazla üzüleceklerini, yıpranacaklarını ve aralarındaki üçyüz elli üç kilometre mesafeyi de düşünerek bu kararın en doğrusu olduğunu düşünüyordu.

Haftalar sonra Cemâl, posta kutusunda Begüm'den bir mektup gördü. Şaşırmamıştı aslında ama yine de merakla açtı zarfı, beraber sürdürdükleri proje ile ilgiliydi. Konuyla ilgili cevabını göndermesinden kısa bir süre sonra Begüm, geçmişte ettikleri münakaşa ile ilgili birkaç satır da karalamıştı. Cemâl her ne kadar konuyu kapatmaya çalışsa da kaçış yoktu, son bir kez daha tartışılacaktı. İki taraf da kendi tezlerini sundu, savunmalarını yaptı ve haklılıklarını yinelediler ancak Cemâl ikna olmadı. Begüm, tartışmanın artık manasız olduğunu farkedince Cemâl'i anlamaya çalıştı. Aklına tam yatmasa da kabul etti, alttan aldı. Böylelikle Begüm'de yeniden umutlar yeşermişti ancak Cemâl halâ temkinli davranıyordu.

Begüm'ün son mektunun ardından kendini tutamayan Cemâl, iş icabı deniz kıyısı metropolün karşı kıyısındaki şehre gittiği sırada Begüm'e karşı kıyıdan baktı ve bütçesi yetersiz olmasına rağmen Begüm'ün şehrine doğru günübirlik yola çıktı. Gitmeden bir gün önce bir telgraf çekerek kendisini öğle vakti sahilde bekleyeceğini bildirdi. Hiçbir şey ummuyordu giderken, yalnızca bir kere olsun görmeliydi Begüm'ü.

Vapur iskeleye yanaştığında, Cemâl'in gözleri Begüm'ü aradı. Elleri cebinde, sakin bir şekilde bekliyordu, henüz nasıl bir ilişkisi olduğunu anlayamadığı karşı cinsini. Begüm ise heyecanlı gözlerle etrafı gözlüyordu. Cemâl'in fotoğrafı, köşe yazısı yazdığı gazetede olduğu için Begüm'ün onu tanıması zor olmadı. Cemâl ise Begüm'ün bir mektubunun içine iliştirdiği fotoğraftan biliyordu çehresini. Mektubunda, kendisinden dört, beş santimetre daha uzun olduğunu belirtmiş olsa da aralarında çok fazla bir boy fark yoktu. Sade bir selamlamanın ardından rıhtıma doğru yürümeye başladılar. Güneş gözlerini aldığından dolayı denize sırtlarını vererek geçen insanları seyretmeye başladılar. Arada bir dudaklarından birkaç cümle dökülüyor ancak muhabbeti genellikle sessizlik dolduruyordu. Bir müddet bankta yanyana oturduktan sonra Begüm, aralarındaki çantayı çekerek, kalbinden geçenleri duymak istiyormuşçasına başını Cemâl'in göğsüne yasladı. Kısa sürenin ardından Cemâl, kendisine seslenilmesinin ardından doğrulup oturuş düzenlerini bozdu. Begüm'ün içinden okkalı bir küfür salladığı gözlerinden anlaşılıyordu.

Güneşin Batmaya Yüz Tuttuğu An
Güneş batmaya yüz tutuğu, havanın iyiden iyiye soğuduğu sırada üç, beş tane sokak çocuğu çiftin etrafını sardı, istedikleri sadece birkaç dal sigara idi ancak Cemâl'in tabakasında hazır sarılmış hiç sigara yoktu. "Bir tane sararım, onu beraber için" dediyse de çocuklar itişip, "abi n'olur bana da sar, bu sigarayı alırsa bize hiç vermez abi, n'olur bak! Ablayı seviyorsan bana da sar" ısrarlarıyla Cemâl sadece iki dal sigara sardı. Çocuklar hala "ablayı sevmiyor musun abi?" diye üstelemeye devam ediyorlardı. Begüm'ün de hoşuna gitmiş olacak ki dirseğiyle Cemâl'i dürtüp "cevap versene çocuklara" diye kıs kıs gülüyordu. Sigaraları verip çocukları gönderdikten sonra Begüm halâ gülüyordu, "seviyor musun ablayı he?" diye az önceki muhabbeti sürdürüyordu. Cemâl, bir an duraksadı, çocuklara olduğu gibi Begüm'e de cevap vermedi ancak içinde sıcak bir şeylerin aktığını hissediyordu. Anlam veremedi, mantık yürütemedi ve artık aklı, vücuduna hükmedemiyordu. Kısacık duraklama anında bu hisler geçti içinden ve Begüm'ün çenesinden tuttuğu gibi kendine çevirdi. Begüm daha ne olduğunu anlamadan dudaklarının Cemâl'inki ile kenetlendiği hissetti. Şaşkındı Begüm, beklemiyordu böyle bir şey. Cemâl de. Her şey içgüdüsel gelişti Cemâl açısından, böyle bir şey öngörmemişti oraya giderken, Begüm de aynı şekilde.

Güneş battıktan sonra donmamak için banktan kalktı çift. Cemâl, çift olmanın nasıl bir şey olduğunu tamamen unutmuştu. En son dört yıl önce bir ilişkisi olmuştu ve bu durum hiç de bisiklete binmek gibi değildi. Nasıl davranılmalı, eli nasıl tutulmalı, ne konuşmalı hiçbirini kestiremiyordu. Hal öyle olunca da Begüm'ün elini, parka çocuğunu gezmeye götüren büyükanne gibi tuttu, arkadaşıyla sohbet eder gibi konuştu, asker arkadaşını uğurlar gibi vedalaştı Begüm ile. "Zamanla oturur ilişkimiz" diyerek tabakasını çıkarıp bir sigara daha sardı, Begüm'ün vapurunun ardından üfledi dumanını, "çocukları kesin o ayarladı" dedi gülerek.
_________________________________________________________________________________
Cemâl: yufkayureklikelgobekli
Begüm: BangBang
Akşam Postası: yufkayureklikelgobekli.blogspot.com
Yaşantı Dergisi: Blogger Bulma Derneği


3 Comments

BangBang dedi ki...

Bununla okudum ben,daha bir güzel oldu^^
http://www.youtube.com/watch?v=bAPprG-oWd8

mirage dedi ki...

cemalle begumun tatliliklarina ne demeli peki :)
cocuklari da ayrica sevdim ben

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

@BangBang :*

@mirage ^_^ :*

Blogger tarafından desteklenmektedir.