Etrafımızda ne kadar çok organik ürün var. Organik sebze meyve, organik içecek, organik giyecek, organik AT! Yani bu organik ürünlerin o kadar boku çıkmış durumda ki üzerinde organik yazmayan her şeyden tedirgin olur hale geldik. Neyse benim anlatacağım şey tam olarak bu değil. İnternette dolanırken çok farklı haberlere denk geldim. Bunlardan...
dahası...


Bir insan size orospuçocukluğu yaptıysa, aynı hareketi ona karşı uyguladığınızda öcünüzü almaktan ziyade siz de orospuçocuğu oluyorsunuz. O yüzden ilahi kitaplar size "öç almayın" der. Misal İncil'de "biri sizin sağ yanağınıza tokat attıysa sol yanağınızı çevirin" diye öğütte bulunur. Burada anlatılmak istenen; eğer aynı tavır ile o kişiye yaklaşırsanız öfkelendiğiniz insandan hiçbir farkınız kalmaz. Aynısını Hz. Ali'de kendisi...
dahası...


Sosyal medyada sıkça taso, yumiyum, He-man, kaset, Barış Manço vs. görselleriyle "bunları hatırlıyorsanız muhteşem bir çocukluk geçirmişsinizdir" şeklinde paylaşımlara mutlaka denk gelmişsinizdir. Her seferinde de gözleriniz parlamıştır eğer o döneme denk geldiyseniz. Hah işte o özlemle andığınız dönemin bir kitabı var! Hem de sadece tek...
dahası...


Kapak Tasarımı: Odunluzıkkım Çadır kurulumunu hallettikten sonra saatin henüz erken olmasını fırsat bilerek merkezi keşfe çıktık, ayaklarımıza terliklerimizi geçirerek. Çantaları da çadıra atıp kitledik çadırı, ne olur ne olmaz. Çarşıda tek tük insanlar vardı, çok fazla dolu değildi, sanırım tatil sezonunu henüz açmamışlardı. Sahilde...
dahası...


İkimizde de orta boy sırt çantaları, birer tulum, yollukların olduğu ufak çanta Dut’ta, çadır bende çıktık yola. Saat altıyı biraz geçiyordu, taksiyle Kızılay’a vardık. Gün boyu gereken enerjimizi yürüyerek harcamayalım diye ilk tatil bütçemizi taksiye kullandık. Ormancı’da çay ve poğaça ile kahvaltımızı yaptık, otobüsler altı buçuk – yedi gibi gelmeye başlıyordu. Telaşımız da olmadığı için iki çay içmenin çok vakit kaybettirmeyeceğini...
dahası...


Herkes yaya olarak gideceği için herkesi uğurladıktan sonra biz de bulvara çıkarak bir taksi çevirdik, öncesinde ise ilk açık bulduğum büfeden tuzlu bir kraker almayı ihmal etmedim. Midenin yatışması gerekiyordu. Eve bir sokak kala inip yürüme teklifime Dut da olur verince birer sigara yakıp, eve gitmeden önce askerlik şubesinin karşısındaki parkta banklara oturduk. Ankara’yı tepeden gören yerlerden birisiydi burası, kulağım Dut’ta...
dahası...


Muhabbet muhabbeti açıyor, biz anlattıkça masadan kahkahalar yükseliyordu. Karnımıza ağrı girmişti gülmekten. Bir ara Dut’un telefonu çaldı, o an Laz ve Mustafa lise anılarına dalmışlardı, muhabbetten uzaklaşıp Dut’u izlemeye başladım. Elinde telefon telaşlı bir şekilde masadan kalkıp tuvalete doğru yöneldi ama içeri girmeden önünde hararetli hararetli konuşmaya devam etti. Konuşması bitince masaya tekrar geldi, azğı kulaklarında....
dahası...


*Bu sefer daha uzun oldu, buyurun* Sabahın köründe geç kaldığımı sanarak yataktan fırladığımda saatin daha 9 olduğunu farkedip derin bir nefes aldım. Kalkıp önce duşa girdim, ardından güzel bir kahvaltı ile hazırladım kendimi büyük buluşmaya. Üstüme Dut’un en sevdiği kıyafetlerimi geçirdim, mutfağa geçip bir sigara daha yaktım. Parfüm sıkmayı düşünmüştüm ama Dut sevmezdi parfüm, bana da o kadar cazip gelmiyordu artık. Saat 2’ye...
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.