Eveet yine çok fazla olmuş yazmayalı ve ben yine çok fazla şey yapmışım. Tamam bu sefer tek tek geçmeyeceğim üstünden, sadece olabildiğince detaysız ama önemli noktalara değinerek devam edeceğim.

Öncelikle yine bir misafirimiz vardı, Charlotte, Fransa'dan. Toulouse'dan geldi. Çatlak bi opera öğrencisi. Buradaki okullarla görüşmeye gelmiş, gelmişken de geziyor tabi. Sayesinde resmen hayatım değişti diyebilirim. 2 gece kaldı ve o günden beridir de sıkılmıyom, sıkılacak vaktim olmuyor çünkü (nispet yapar gibi oldu, neyse). Charlotte'un 2. gününde sürekli netten görüştüğüm bi arkadaş vardı onunla buluşma şansım oldu, dedim misafirimiz var atla gel.

Off aslında konular hep çok uzun, keşke biriktirmeden yazsaymışım. Neyse, Mariahilfer'de arkadaşlarla turlarken Lena'yı aradım "gel kız" diye. O da kırmadı geldi tabi. Turlama bittikten sonra Charlotte'la buluşup pizza yemeye gittik. Öncesinde Lena'nın erkek arkadaşının barına gidip bişeyler içtik falan. Levente diye Macar bi arkadaşıyla tanıştık Charlotte'un, adam türkçeyi sökmüş, acayip eğlendik ya. Tanışırken elini uzattı;

- Where are you from?
- From Turkey.
- Ohoo nasılsın kardeşim.
- İyiyim kardeşim sen nasılsın?
- İyiyim çok şükür.
- Oha you know it!
- Evet, çok konuşamıyorum ama biliyorum Türkçe.
- It is great!
- Ne mutlu Türküm diyene!
- ahahah

Adam Marcus'un (Lena'nın sevgilisi) barında da başladı İbo'dan "tek tek"i söylemeye, Güneş-kun'la ben yere yattık gülerken. İbo hayranıymış. Türkiye'yi de çok seviyormuş.Baya garip adamdı, sonra bizle pizza yemeye gelmedi, onu yolladık. O da operacı.

Lena, ben, Güneş-kun, Charlotte ve iki diğer Avusturyalı arkadaşı pizza yedik, bolca muhabbet ettik ve Lena'nın muhabbetlerde kahkahalara boğulduk. Lena Türkçe'de sadece iki kelime biliyor birisi "yedi buçuk" diğeri de "biber", ha bi de artık "bağcık"ı biliyor :) Abi insan başka bir dilde bişeyler öğrenirken selam vermesini ya da küfretmesi öğrenir, bu yedi buçuğu öğrenmiş, ona da koptuk. Ertesi gün Charlotte'u yolladık, yollarken de foto çekildik tabi ama bizim kanepede çekilmeyi unuttuk bu sefer, olur öyle.


Bi CS de böyle geçti. Oradan hemen Manu'ların eve aktım, grubu oluşturmaya başlamış, elemanlarla görüşecektik ertesi gün falan ya da iki gün sonra, onları konuşmaya çağırdı hem de çalarız falan dedi. Gittim gider gitmez bişeyler doğaçladık. Aslında Manu'nun şarkıları çaldık, adamın süper şarkıları var. 

Bu aralarda da sürekli okula gidip kayıt işlemleriyle ilgili eksikleri gideriyorum, ders seçimleri falan. Neyse ki hepsini hallettim, dört ders seçtim bakalım ne olacak. 14'ünde ya da 15'inde başlıyor dersler. 

Ertesi gün bi inşaata temizlik niyetiyle gidip amelelik yaptım. Aç karına sabah 8 akşam 6 çalıştık Talha çocukla. Ebemiz mikildi. Hem de sadece 40€ için. Hayat zor tabi, ekmek aslanın ağzında ama arkadaş bu kadar da olmazki. Neyse normalde cuma, cumartesi ve pazar da çalışacaktık ama hem patronu sevmedik hem de yaptığımız işin hakkını vermiyorlardı hem de cuma Manu'larla görüşeceğimden sadece bir gün çalıştık. Eve gelirken de döner kaptık birer tane, açlıktan ölmek üzereydik çünkü. Onu afiyetle yuvarladıktan sonra Güneş-kun'nun annesi bizi yemeğe çıkardı. (Güneş-kun'un annesi sadece 4 günlüğüne gezmeye geldi, resmen bizi doyurup döndü:) Ardından da bizim doktor hanımın yurdunu taşıdık. Singapurlu oda arkadaşı var, kız hem taş gibi hem de çok tatlı. 

Ertesi gün Manu'nun bulduğu elemanlarla çalmaya gittik. 16 yaşında Avusturyalı bir basçımız var ama hayvan gibi çalıyo piç. Davulcu Stephan. Konservatuarda piyano okuyor ama davulu piyanodan altta kalmaz. Onun okuluna gittik çalmaya, süper yer! Saksafonda rasta bi abla var, o da saksafon okuyormuş zaten konservatuarda. Bi de Manu ve ben. Alayı taşaklı müzisyenler. Ha ben ne mi yapacağım? Ben perküsyondayım. Şarkıları ona göre düzenleyeceğiz. O gün iki şarkıyı denedik hep beraber, ben ömrümde öyle bir müzikal haz almadım. Başlarda gerilerek çaldım ama sonrasında bildiğin uçuşa geçtim, çok iyiydi, anlatamayacağım kadar hatta. Çalışımı beğendiklerini söylediler, bana ayıp olmasın diye öyle dediler gibi geldi ama Manu hala bikaç günde bir arayıp ısrarla bilgilendiriyor. Demekki sıçmamışım o kadar. Şimdi bana bi djembe lazım. Heralde en güzel o uyar müziğe. Oradan çıkışta da bizim fakirlere uğradık. Onlar da eve bi Slovak bi Vietnamlı adam almışlar, rakı içirmişler. Slovak sağlam çıktı da Vietnamlı ile bizim arkadaş bayıldılar. Orada da oturduktan sonra döndük evimize. 

Sonraki gün ise havanın güzelliğini fırsat bilip bisiklet sürmeye karar verdik. İyi de etmişiz. Yine buraya yeni gelen ama daha yüzyüze görüşemediğimiz bir arkadaşla görüştük, bisiklet sürdük, bolca muhabbet vs. Boş boş dolaşıp Pakistan restoranında yemek yedik. O restoran da çok ilginç birşey, istediğin kadar yiyorsun çıkan yemeklerden ve çıkarken onlar sana "ne kadar?" diye soruyorlar. Yani istediğin kadar ye, istediğin kadar öde. Çok ilginç bir sistem ama tuttum. Yine de olur da giderseniz 3€'dan az vermeyin, ayıp olur. Baya sağlam yedikten sonra eve bisikleti bırakıp hemen tekrar dışarı attık kendimizi. Doktor hanımın bira sözü vardı yurdunu taşıdığımızdan dolayı. Dedik sabahki buluştuğumuz arkadaşı da çağıralım, şu da gelsin o da gelsin derken masada Gülse, Ceren, Melis, Talha, ben, Yasin ve Alexia olarak hazır bulunduk. Ceren'le de ilk kez 3D görüşüyordum. Cana yakın insan, BOKU'da okuyor o da. Mastıra gelmiş ama daha önceden orada erasmus yapmış. Benden bilgi alırım diye feysbuktan mesaj atmıştı ama ben ondan bilgi alır oldum. O da öyle bir hanım kızımız. Alexia da Charlotte'u aratmadı, o da çatlak. Tüm Fransızlar çatlak sanırım. Çok eğlenceli kızdı o da. Langırt oynadık, ilk el biz yenildik ama 2. maçı almasını bildik. Gülse sağlam oynuyormuş. Alexia delirdi gol yedikçe. Lena mesajı geç attığı için o kaçırdı buluşmayı.

Bugün de Dayı'larda yemek yemeyi planladık. Öncesinde dernek kurulumlarını falan araştıracaktık, onu halledemeyince Dayı da "gelin size mantarlı tavuk sote yapayım dedi, hayır diyemedik. Sonrasında nasıl oldu anlamadık o Ilona ve Sarah'yı çağırdı, ben de bizim kızları çağırdım ama tek vefalı kız olan Lena geldi sadece. Nele bu ara ne telefonlarıma çıkıyor, ne bi yere çağırınca geliyor. Ayıptır arkadaş. Neyse yine de yeterince yedik, içtik, güldük, eğlendik. Lena Dayı'yı madara etti bir oyunda, hele Kayhan boğazlıyordu Lena'yı :) 

İşte özetle böyle geçti bu aralar. Dediğim gibi sıkılmaya dahi vaktim yok. Şöyle bakınca bu hafta sadece perşembe boşum, geri kalan günler illaki bir yerlere sözüm var hep. Ne güzel arkadaş, boş geçmesin hiç bir günüm, en kötüsü öyle olsun hep. Bi de USI'ye kayıt yapsam, her cumartesi düzenli aikido yapsam süper olacak. Zaten salılarım ve cumalarım kafadan dolu. Ders programımda da çarşamba perşembe boş. Onları da ayarlarız ya.

Ha bi de kapatmadan, Digitürk'ün orosropuçocukluğunu en içten duygularımla kınıyorum!! Pire için yorgan yakan zihniyet! Sanırım daha da fazla uzatmaya gerek yok, ne için söylediğim de ortada, umarım pek sevgili(!) devlet büyüklerimiz(!) buna bir el atar. Mağduruz arkadaş.

BLOGUMA DOKUNMA!!!

Neyse germeden bitireyim. Böyle işte canlar, hayat ne güzel dimi, kuşlar böcekler falan...

*Haa bi de Esra'yla aramı düzelttim umarım, al bir güzel haber daha. Seviyom seni Esra, böyle olmasın aramız bir daha nolur. 



One Comment

Adsız dedi ki...

tontiş yanaklardan öpülesi yavrimuu senii:))

Blogger tarafından desteklenmektedir.