“Ne oldu anlat bakalım.”
“Anlatacak bir şey yok. Yoğun bakımda yatıyor hala dedem” dedim göz temasından kaçınarak.
“Elden bir şey gelmiyor değil mi?” dedi masanın üzerinde duran elimin üzerine elini koyarak.
“Gelmiyor. Ölüm tek çıkış yolu.”
“Allah çektirmesin o zaman daha fazla” dedi anlayışlı görünmeye çalışarak. Belki de gerçekten anlıyordu ama ruh halim hiçbir şeye iyi yönünden bakmama el vermiyordu. “Bundan dolayı mı kötüsün?”
“Hayır. Onun için yapılabilecek her şeyi yaptık. Kendim de kişisel olarak yapabileceğim her şeyi yaptım, içim rahat.”
“Neden böylesin peki?”
“Daha adam canıyla uğraşıyorken miras derdine, tarlaların tapularıyla ilgilenen akrabaları mı yoksa yaralı parmağa işemeyen, yıllarca tüm süreci seyirci gibi izleyen ama şu son raddede her şeyi kendisi yapıyormuş gibi göstermeye çalışan akrabaları mı anlatayım?”
“Maalesef sanırım tüm akrabalık ilişkileri böyle.”
“Sözde en yakınların değil midir yakın akrabalar?” diye sordum, cevabı bilmeme rağmen. “Mutlu akraba ilişkileri de vardır ancak benim kendi akrabalarımdan gördüğüm sürekli bir laf sokma, sürekli bir iğneleme, kuyu kazma, mutsuzluğuna sevinme, sevincine kıskançlık yapma… Hiç olumlu bir yanlarını görmedim. Mutlu olursun, bir şey başarırsın, paylaştığında burun kıvırır, sürekli üste çıkmaya, o başarını gölgelemeye çalışırlar. Kötü gününde zaten ortalıktan kaybolurlar. Kötüyü bırak, iyi gününü bile paylaşamadığın riyakar, dedikoducu, haset insanlar topluluğu nasıl oluyor da benimle uzaktan yakından bir bağı olmamasına rağmen sırf uzaktan ya da yakından bir kan bağı var diye benimle ilişkisi olmak zorunda oluyor?”
“Sen baya dolmuşsun” dedi şefkatle.
“Çok. Bir avuç, kedilerimin tırnağı bile etmeyecek değerde insan topluluğuna kan bağım var diye neden hürmet etmeliyim, saygı göstermeliyim, iyi davranmalıyım? Fiziki olarak ne zaman oldular ki hayatımda? Bayramdan bayrama samimiyetsiz bir gülüşle, art niyetli bir şekilde hayatına dair gereksiz bilgileri sormaları dışında ne gibi bir bağım var? Düştüğümde kaldırmayan, sevincime ortak olmayan, yaralı parmağa işemeyen insan topluluğu mudur akraba?”
“Deden gibi nasılsa hepsi bir gün ölecek, bir de böyle düşün. Hepsi geçici.”
“Bana ölümü hatırlatma, o hep aklımda. Bana yaşamayı hatırlat, uzun zaman olmuş yaşamayalı, unutmuşum.”
“Hah çaylarımız da geldi, hadi soğutmadan içelim, yak şu sigarayı da, biraz kendine gel. Kaç şeker?”
“Şeker atmıyorum, unutmuş olamazsın.”
“Afedersin, dalgınlık. Şeker de kullanmıyorsun, vegansın. Ne olacak senin bu sonun?”
“Nesi varmış?”
“Bari süt ürünleri tüket, B12’yi nereden karşılıyorsun?”
“Karşılamıyorum.”
“Nasıl?”
“Baya karşılamıyorum. Reddediyorum.”
“Ama böyle devam edersen kalıcı hasarlar olabilir vücudunda. Hafızan da zayıflar, unutkanlıkların başlar.”
“Ben de onu bekliyorum. Tamamen hafızamı kaybedeyim. Hatırlanmaya dair pek bir şey yok geride zaten.”
“Ama…”
“Siktiret, çek çıkar beni şu insan müsvettelerinin içinden, yalvarırım!”


One Comment

Nerde Trak Orda Bırak dedi ki...

Sizin yaşadıklarınız gerçek mi bilmiyorum ama genelde bu hep böyle. en iyisi sifon çekmek... ben öyle yaptım en azından kafam rahat.

Blogger tarafından desteklenmektedir.