Yine bi afallama durumu. Her geldiğimde bunu yaşamak zorundaym sanırım. Bu sefer daha kolay geçti ama o afallamam. Telefonsuzluğun azizliğine uğramam ilk başta sıkıntı verse de sonradan alıştım, güzel bile geliyor telefonsuzluk. Sürekli birilerine cevap vermek zorunda değilsin. Sen konuşmak istediğinde görüşüyorsun. Biraz bencilce ama güzel geldi bu bikaç gün. Telefonsuzluğumdan dolayı Sümer ile buluşmada sıkıntı yaşadık. Yok yere birbirimizi yaklaşık bir saat bekledik 200 metre mesafe için.

Havaalanından çıkışta epeydir karşılaşmadığım bir arkadaşa rasladım. Onla bavul beklerken ayaküstü muhabbetin ardından herzaman ki Kadıköy otobüsüme binip İstanbul’daki en sevdiğim yere geldim. Bir kaç arkadaş ve evdekilerle telefon görüşmesinin ardından gidip İzmir bileti aldım, bavulu da oraya emanet olarak bıraktıktan sonra Sümer’le buluşup “Turkey Orientation 101” dersini hızlandırılmış bir şekilde kaptım. Barların yoğun olduğu sokakta biraz turlayıp onların müdavimi olduğu bir barda bira için soluklandık. Ortamı da müdavimleri de birası da iyiydi. Epeyce gülüşme ve muhabbetin ardından saat otobüs saatini vurunca hızlı adımlarla servisin kalkacağı noktaya vardık. Sümer ile vedalaşıp Dudullu’ya doğru servis ile hareket ettim. Yorgunluk ve biranın etkisiyle otobüste hep yarı uyuklar vaziyetteydim, ne uyudum ne de uyanıktım. Teşekkürler panpa ;)

Planlanandan yüz dakika geç geldi otobüs Bornova’ya. Kençal’la bir şekilde bulup eve geçtik, eşyaları bırakıp Üniversite 2’ye poğaça yemeye gittik, özlemişim çemenli poğaçasını. Zaten İzmir’e dair tek iyi anım o heralde (Keçal hariç). Kençal işe gitmek zorunda olduğundan dolayı Konak’ta ayrıldık, o dakikadan sonra ise resmi olarak Forest Gump’ın görevini üstlenmiş oldum. Yaklaşık iki saatlik yarı amaçlı, yarı amaçsız yürüyüşümün ardından Şebnem ile bulaşabldik. Evet Şebnem’le buluştuk. Sanırım saat 15:00 suları idi.

Ne söylememi bekliyorsun? Bir tavukçuda oturup ilk muhabbetleri etmeye başladık, sonrasında arkadaşları restival diye bir festival düzenliyorlarmış onun için asetatlara şekiller yapıp kestik, duvarlara sprey sıkmak için yapılan kalıplardan yaptık yani. İşimiz bitince bikaç arkadaşıyla birlikte kumpir yedik, şarap alıp Kordon’a gittik, çimlerde şarap içtik, muhabbet ettik!? Akşamına ise Arkadaşlarından bir tanesi Rock’n Beer’da çalıyorlarmış onları dinlemeye gittik. Evet alkol çenemizi açtı, yalan yok. Elemanların çaldığı bir country şarkıda çıkıp ağız arpı çaldım, eğlenceliydi. O şarkıdan sonra Şebnem’in başı ağrıdığı için dışarı hava almaya çıktık, yürüdük. Kençal da aramıza katıldıktan sonra birer fincan kahve içip Kençal’lara geçtik. Havadan sudan muhabbet ettik!? Ev arkadaşları geldikten sonra ise yatış pozisyonlarını aldık. Bir süre sonra uyku orduları göreve çağırdı, direnmedim. Uyuduk...

Sabah 10 gibi uyanıp hazırlandıktan sonra yine Üniversite 2’de olağan kahvaltımızı yapmaya gittik. Plan ise Kençal işteyken biz de Şebnem’in projesini yapacaktık okulda. Şehir merkezine epey uzak olan İzmir Ekonomi’ye vardığımızda sevmediğim ama aşina olduğum tablolarla karşılaştım. Özel okuldu sonuçta, ne bekliyordun? Ancak stüdyoları muhteşem. Bildiğin Bauhaus izlenimi veriyor. Güzel sanatlar fakültesi ise tam bir modern mimari örneği, heryer sade beton, ne bir kaplama ne bir boyama. Kahn’ın işlerine benziyor. Mimarını takdir ettim. Her ne kadar güzel sanatlar bu kadar güzel görünümlü de olsa ben okumazdım heralde. Tikilerin yoğun olacağı bir yerde okumak zorunda olsaydım yine Bilkent’i seçerdim. Yiğidi öldür hakkını ver, adamların eğitimi, yapısı falan on numara. Neyse dağıtmayalım. Saat yedi gibi Şebnem’in işi çıktığı için ben de tıpış tıpış yol aldım okuldan. Evet Şebnem’le görüşmemiz buraya kadardı. Başka ne yazmamı bekliyordun?

Best Buy İzmir Ekonomi’ye yakın. Yokuştan aşağı kaptırarak Kençal’ın dükkana geldim, dolanıpta Kençal’ı göremeyince Çıktım marketten abur cubur aldım. Tamamen aynı marka olan bazı ürünlerin burada fahiş fiyat olduğunu görünce bir süre reyonun önünden ayrılamadım. Mesela bizim sürekli aldığımız bisküvili çikolata Viyana’da 1-1.5€ iken, burada 8 lira! İnsafsızlar. Alkollere hiç değinmiyorum bile. Biz Martini’yi 7.5€’ya alıyoruz, burada 40 lira! Cips, kola, çikolatayı ödedikten sonra alış veriş merkezinin önünde dikilip, yaklaşık yarım saat bir yere odaklanıp, hiç bir şey düşünmeden cips yedim, bunu da yanıma gelen 2 metalci çocuğuktan birinin annesiyle çorum şivesiyle konuşup, “albümlerinin yakında çıkacağından, akşam prova yapıp yarın da konser vereceklerinden, yok yok akşam sıkı giyinip üşümem nidalarının” hemen ardından farkettim. Farkında olmadan harbi öylece kalakalmışım. Neden, nasıl hiç bilmiyorum. Çok alkol alırsın da beynin uyuşur, düşünmen gereken şeyleri bile toparlayıp düşünemezsin ya, öyley(d)im.

Şu anda ise Best Buy’da Kençal’la biraz takıldıktan sonra üst katlarındaki yeme içme bölümüne kurulmuş bunları yazmaya çalışıyorum. Çalışıyorum çünkü ellerim gitmiyor klavyeye, yazamıyorum. Hatırlamıyorum hiç bir şeyi doğru düzgün. Hani böyle beynin dolmuş taşmış gibi olur, bir sürü düşünce, fikir vs. varmış gibi olur, dalar gidersin sanki böyle bir hesap yapıyor ya da bir şey düşünüyor gibi. Hah işte öyleyim ama tek fark beynim bir şey üretmiyor. Mavi ekrana bakıyorum şu an. Yani sorulan sorulara cevap veremeyecek gibiyim. Yorgunluktan!? heralde. Anne sözü dinleseydim diye düşündüm bir an. Bir an sadece, sonra geçti. Bizimkiler de ağzıma sıçacaklar, bekliyorum.

Söyleyecek çok şey var, söylenecek hiç bir şey yok.



Blogger tarafından desteklenmektedir.