Memlekete resmen tatil değil yorulmaya gidiyorum. Daha şimdiden ebem sikildi. Arkadaş seyehatlerden soğudum yemin ederim. Her taraftan ayrı azar ve trip yemekten doydum billa. Tamam anne ben de seni özledim de niye çemkiriyosun "Ne İstanbul'u İzmir'i? Direkt Buraya geliyorsun! Oralara sonra gidersin!!". Eline geçirsen bir daha salmayacağını sen de biliyorsun ben de. Birbirimizi kandırmayalım şimdi. İzmir ayağının bu seyehat maratonunda ne kadar mühim olduğunu bilse belki hak verirdi ama diyemem ki.

Şimdi sizden hayal gücünüzü kullanmanızı rica ediyorum devam eden satırları okurken.

Ergen yıllarında bir genç, bıyıkları yeni terlemeye başlamasa da hala genç yani 16-17'lerinde bir genç üniversiteyi kazanıyor ve daha okulu tanımaya yeni başladığı günlerde keşfettiği beleş internetlerden mailini kontrol ediyor ve bir bakıyor ki birisinden mail gelmiş, çok olağan değil sene 2004 iken, pek kimse maille haberleşmiyor daha. Mailin tanımadığı birisinden yanlışlıkla gönderildiğini farkedince cevabı bu yönde yazıyor ve muhabbet sonrasında ilerlemeye başlıyor. Nasıl ve niye oluyor anlaşılmayan bir şekilde uzaktan uzağa bir arkadaşlık bağı kuruyor. Bu arkadaşlık çok geçmeden aşka dönüşüp artık smsler, msnler derken bu iki ergen hepten birbirine tutulmaya başlarlar. Erkek olan karakter bir şekilde parasız pulsuz zamanında canını dişine takarak kızın bulunduğu memlekete gezi düzenler, ailesinin yaşadığı yere o kadar da uzak değildir aslında.

Otobüs biletini kapar ve çocuklar gibi şen bir şekilde hareket saatinin gelişini bekler, yolda ise içinde bir sürü garip hisler kaplar. Telefonda bile çok az görüşmüştür, genelde matrix misali yazılardan öğrenmiştir herşeyini dişi karakterin. Giderken de neye inanıp, neye güvenip gittiyse sadece tek yönlük bilet almıştır. Ve gider.. Evet ulaşır sanal yarine. Ne kadar sanal olsa da sahici sevgililerinden daha gerçektir. Dokunmasa da sesini duymasa da hisleri ve heyecanı gerçeklerine nazaran daha gerçektir.

Sokağın başındaki telefon kulübesinden arar;

- Alo, geldim ben. Neredesin?
- Neredesin tam olarak?
- Söylediğin durakta indim.
- Ha tamam, arkana bak!

İşte ilk kez üç boyutlu olarak orada görmüştür. yaklaşık bir senenin sonunda ya da daha az. sene 2005 civarı. Birbirini bilgisayar ve cep telefonu üzerinden tanımış ve sevmiş iki insanın buluşması heyecanlı ve gözlerde parlama ile hayal etmek mümkün olsa da tam olarak öyle bir şey gerçekleşmedi. Sade bir törenle kutlandı ilk buluşma, sonrasında ise sıradan bir günmüşçesine tişört bakmaya, çay içmeye, babasının radyosunu görmeye ve kumpir yemeye gidildi. Erkek karakter ne yapması gerektiğini bilmediği için sadece kafası önde muhabbet etmekle yetindi, sevgili olduklarını belli edebilecek tek şey ise kumpircide kızın oğlanın göğsüne yaslanarak bir süre sessizce birbirinin kalp atışlarını dinlemesiyle geçen dakikalar oldu. Oğlan her ne kadar geceyi terminalde ya da orada burada sürterek geçirip, sabah sevdiceğini tekrar görme hayali kursa da kızın babası onu gece postalamıştır ve gençlerin ilk ve son görüşmesi bu olmuştur.

Sonrasında ise oğlan uzaktan ilişkiden korktuğu için bir mazeret bularak köpekler gibi aşık olduğu kızı ardında bırakır. Sonrasında ise platonik dönemi başlar. Yaptığının yanlış olduğunun farkına biraz geç varır ancak kapadığı kapı diğer taraftan kapatılmış ve bu tarafında kapı kolu yok. Mcburen kapının diğer taraftan açılmasını umutsuzca beklemeye başlar bizim çocuk. Nafile. Bir süre sonra o kapının önünde beklemek işkenceden ziyade acı veren bir zevke dönüşür çocukta. Hayatına başka başka insanlar girse de o kapının önünden bir dakika ayrılmaz. Her alkol alımında kapının önünde kıpırdanmalar olur ve kapı tıklatılır, her seferinde içeriden tek bir ses gelmez.

Bu çocuk bu kapının önünden 2010 senesine kadar ayrılmaz, taa ki son bir çabayla kapıya tekrar dayanıp, diğer taraftan alayla karışık bir karşılık alana kadar. Gerçekten gücünün son damlasını kullanarak kapıya son kez dayanmıştı çocuk. Bu da hüsranla sonuçlanınca artık bekleyecek birşey kalmamıştır. Başka hiç bir kapısı olmadığından dolayı sokaklarda amaçsızca dolaşmaya başlar, yer kapıyı yoklamaya, kafasını sokacak bir yer aramaya başlar. Lakin ya kapıların ardını beğenmediğinden ya da kabul edilmediğinden dolayı boş sokaklarda dolaşmaya devam etti, halen de ediyor. Gerçi son zamanlar o alışık olduğu kapı sanki azıcık aralıkmış gibi geldiğinden dolayı yavaş yavaş o tarafa yürümeye başladı ama temkinli.

İşte İzmir ayağında bu çocuk kapının önüne tekrar gidecek. İçeri girmek için değil, kapının önünde yıllardır sadece yazılarda tanıdığı kızı tekrar üç boyutlu görmek için. Yedi yıldır tanıyıpta yüzünü sadece fotoğraflarda görmüş, sesini hiç duymamış, kalp atışını hissetmemiş bir insan için şizofren olmadığını, o kızı hayalinde yaratmadığını kanıtlamak için yegane bir fırsat. Ayrıca çocuğun üzerinde yedi yıllık bir merak var ve en uygun zamanlardan bir tanesibu merakı gidermek için. Fakat hala bu çocuk ne yapması gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini, nasıl konuşması gerektiğini bilmiyor, gereksiz bir heyecan var. Boru mu lan gençliğimin altı yılını bu kızı sevmek için harcadım ben! Pişman değilim, yine olsa yine severdim.

Platonik aşık olmayın. Ya da olun lan, hiç bir pişmanlığım yok.


Blogger tarafından desteklenmektedir.