- Off çok kalabalık.
- Napalım?
- Bilmem, girsek mi?
- Sen söyle.
- Sen seç.
- Girelim diyorsan girelim, istemiyorsan gideriz. Var mı tanıdık etrafta?
- Yok. Gel girelim ya.

Basamakları ağır ağır indikten sonra kalabalığa karıştık. Hala etrafta tanıdık birilerini bulmayı umuyorum. Tanıdık olmasa da olur, sadece bir yerlerde bir kere görmüş olsam yeter, güvenim artacak.

- Aa bak bu adamı tanıyorum.
- Hah iyi.
- Ama öyle çok muhabbetim yok. İçeriye yürümeye devam et abi.
- Tamam.
- Aa Oğuzhan! Naber abi?
- İyidir senden naber?
- İyi ya. Boş mu burası?
- Boş boş.
- Eyvallah.

Oh be tanıdık bir yüz. Şimdilik etrafı süzmeye devam. Mutlaka birileri muhabbete girecektir diye umarken beklediğimizden daha çabuk vuku buldu umudumuz. Manuel ve Justyna. Baya muhabbet ettikten sonra Manu bira ısmarladı, keyfimiz daha da katlandı. Meğerse o da perküsyoncu arıyormuş, dedim uzaklarda arama buradayım işte. Böylelikle kendime grup bulmuş oldum sevgili okur. Müzik yapacağım yine. Bak bu da Manu'nun şarkıları. Sonrasında Manu bir yerlere kayboldu, ben de tuttuğumla muhabbet etmeye devam ettim. Achtung desen zaten birilerine sarmış durumda. Masanın karşısında oturan Avusturyalı bayanla konuştum, Josh geldi onla biraz muhabbet ettik, İranlı bi eleman geldi rastalı falan onla epey İstanbul'dan konuştuk. Sonra o geldi işte. Theresa en azından Achtung adının Theresa olduğunu söylüyor, ben unuttum. Muhabbet etmekten adını öğrenmeye vaktim olmadı. Zaten "ot var mı ot" diye geldi yanımıza. Dedik ne gezer. Prag'tan geliyormuş, otostopla. Salzburg'ta kayak hocalığı yapacakmış. Uzunca süre otostoptan konuştuk, farklı kültürlerden, birbirimizin işlerinden, okullarından, herşeyden. Nefes kesiciydi. Harbiden çok tatlı bir arkadaştı kendileri. Fotoğraf falan da çekti halbuki ikimizi birden, yanak yanağa. Neyse. Kalacak yerlerinin olup olmadığını sordum, sonuçta otostopla geziyolar ve Couchsurfing sayesinde bir yerlerde kalıyorlar. Varmış. Sonra şapkama taktı;

- Şapkan çok güzelmiş.
- Teşekkürler, annem yaptı.
- Hadi ya? Bana versene.
- Annem yaptı, veremem.
- E annen hala hayatta değil mi? Yapar sana yine.
- Burada hala kış ve hala ihtiyacım var ama yaza doğru buluşursak veririm.
- Ya yaza çok var. Karşılığını veririm. Bak bu bilekliği arkadaşım yapmış, 10 sene falan önce, çok değerli.
- İnan veremem, ama istersen benim bilekliği verebilirim, onu da ben yaptım.
- Yok, ben şapkanı istiyorum. Çok güzel.
- Üzgünüm.
- O zaman yazın buluşuyoruz, ben de şapkayı alıyorum.
- Anlaştık.
- O zama seni feysbuğa eklemem lazım. Adın ne?

Telefonuna "yufkayureklikelgobekli" yazdım, böyle ararsa bulacağını da. Hala eklemedi. Aslına bakarsan yolda falan olacak ve gittiği yerde interneti var mı bilmiyorum. Ne couchsurfingte ne feysbukta bulabildim kızı. Kayıplara karıştı resmen ama umudumu yitirmedim.

Ertesi gün Oğuzhan'la buluşacaklardı bir mevzu için, ben de gidecektim aslında 12 gibi Karlsplatz'a, uyanamadım tabi. Neyse "Biz gidiyoruz, yarın görüşürüz" dedi, öptü ve gitti. Öylece kaldım. "Kalsaydın" diyemedim. Neyse. Onlar gittikten sonra ben de kendime bi Japon eleman buldum onla muhabbet ettim. Yarı Japonca yarı Almanca yarı İngilizce muhabbet ettik. Çok konuşkan değildi, tam sıkılmaya başlamıştım ki Manu geldi, yanına çağırdı;

- Abi buradan çıkışta bize gidiyoruz, bira var evde, devam ederiz muhabbete.
- Olur.
- Olur? Tamam süper ama herkese haber etme, o kadar kişiyi kaldıramayız.
- Tamamdır, şu bizim oğlan da gelsin uzun saçlı olan.
- Tamam o gelsin.
- Tamam o zaman ben onu bulayım.
- O zaman şimdi bikaç kız bulmak gerek.
- İyi şanslar.

Sonunda Achtung'u buldum, Manu da hazır, gidiyoruz. Kapının önünde pineklerken bikaç sarhoş elemanla da ayak üstü muhabbet ettik, komikti adam. Atladık taksiye ben, Achtung, İrlandalı bi eleman bi de Nijeryalı bi abla. Manu ile diğer eleman diğer taksiyle gelecekler. Viyana'da ilk kez taksiye biniyorum. Yolda çokça gülüştükten sonra kapının önüne vardık. Manu'yla diğer eleman da geldi. Şu dialoğu da yazmam lazım.

- Manu evin nerede?
- Burası işte, sokakta yaşıyoruz biz.
- Ya hadi ama işemem lazım.
- Biz işemeyiz.
- Hadi canım, insan değil misin sen?
- Hayır Avusturyalıyım.

Son cümleden sonra koptuk sonra Achtung altına etmesin diye eve koştuk. Ev on numara. Betimleyemem şu an ama süperdi. Neyse geçtik bi odaya, yerde cajon, üç tane gitar, bongo falan gayet müzikle içiçe bi ev. Ben direkt olarak cajona atladım, diğerleri birer gitar aldılar başladık doğaçlamaya. Bi süre sonra komşulardan çekinip bıraktık müziği. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi Manu kız bulma konusunda başarısız olmuştu ve evde kız bulabilen sadece İrlandalı eleman vardı. Bir süre sonra biz sigara içmek için Manu'nun odasına girdiğimizde yan odanın kapısı kapandı ve "ah, oh, tak tak tak" sesler gelmeye başladı. Hepimiz birbirimize bakıyoruz, "ulan adam resmen daldı başka bi odaya" diye. İşleri bitmeden önce evin diğer sakini Justyna girdi kapıdan. Polonyalı şeker bi kız. Biraz tepesi attı içeridekileri duyunca, bize dert yandı falan ama artık saat 05:00'i geçiyordu, biz de ufaktan yollanmalıydık. Manu süper ev sahipliği yaptı, muhabbeti de süperdi, her türlü geçer not veririm adama. Sonra Justyna ve Manu sarılarak uğurladılar bizi. Uykusuzluktan ölmek üzereydim. Saat 07:00'da girebildiğim yatağıma, ertesi gün ise 13:00'de kalkınca Theresa kaçtı tabi. Ah ulan.

Neyse işte bu yazdığım olayların hepsi couchsurfing'in Stammtisch buluşmasından karelerdi efendim. Her ayın 11'inde toplanıyor bu cemaat (aslında her yıl, o yılın son iki hanesinde toplanılıyor. Geçen sene her ayın 10'undaydı buluşmaları, bu sene 11'inde). Avrupanın büyük toplantıları arasında geçiyormuş. Öyle işte, tekrar teşekkürler couchsurfing, tekrar teşekkürler tanrım.


Blogger tarafından desteklenmektedir.