...Ozan uyandığında sersem gibiymiş. Şaraptan ötürü boğazı kurumuş, sakallarını da epeydir kesmemiş, kıyafetlerinin hala onarılması gerek. Hala toparlanamamış haldeymiş ama Prenses ile ilgili olan yaraları garip bir şekilde hızla iyileşiyormuş. Bir önceki gece düşündüğü şeyler demek ki işe yaramış. Prenses ile bir gelecek kuramayacağının farkına varmış. Hatta bununla ilgili birkaç şarkı bestelemiş ve handa çalmaya başlamış.
     Bir süre daha o o köyde amaçsızca vakitlerini geçiren Ozan'a bir gün ulaklardan bir tanesi haber getirmiş. Sarayda kaldığı sıralarda edindiği bir arkadaşının yaş günü kutlaması varmış, haberi Prenses bizzat göndermiş ve eklemeyi de unutmamış; "biliyorsun pek arkadaşı yok, o yüzden gelmen çok iyi olurdu. Biliyorum krallığımızdan bir süre ayrı kalmak istiyordun ve beni görmek istemiyordun ama bana rağmen bu kutlamaya gelir misin?" Ozan o an krallıktan ayrı kalmasının hiç kıymeti olmadığının farkına varmış. Susarak, giderek anlatamamış kendini. Bu daha da uzaklaştırmış Ozan'ı Prenses'ten.
     Kutlamalara katılmış Ozan. Az bir katılımla gerçekleşen, kutlamadan ziyade beraberce yenilip içilen bir etkinlik şeklindeymiş yaş günü kutlaması. Prenses ile hiç göz göze gelmemiş Ozan. Krallıktan da uzak kalınca, oradaki muhabbetleri bilmediğinden dolayı da sıkılmış kutlamadan. Kalkmak için yeltendiği sırada herkes kalkmış yerinden, demek ki tek sıkılan o değilmiş. Prenses çantasından çıkardığı rengarenk bereyi uzatmış Ozan'a, ne zamandır vermek istiyormuş ancak Ozan uzaklarda olduğu için fırsatını bulamamış. Teşekkür etmiş Ozan, ardından Prenses onun iki yanağını da öperek uğurlamış.
     Bu aralarındaki son alışveriş olmuş. Çünkü Ozan, Prenses'in sevmediği huylarını anlattığı şarkıları Prenses'in kulağına kadar gitmiş ve ipler gerilmiş. İpler tamamen kopmasa da incecik pamuk ipliği ile bağlıymış artık. Ozan ise içinde hiç bir şey barındırmayıp, aklına ne geldiyse söylediği için huzurluymuş. Kendisinin tamamen haklı olduğunu Prenses'in bazı tavırlarında farketmiş, sonrasında iç huzuruna kavuşmuş.
     Epeyce sürenin ardından Ozan yenmiş öfkesini. Prenses'e öfkeli değilmiş aslında Ozan. Düşündükçe farkına varmış. Kendisine öfkeliymiş. Hırsına, ihtirasına, tutkusuna öfkelenmiş. Zamanla kendisini de affetmiş ve Prenses'e haber salmış; "Yeni yılda konuşmayanlar konuşuyor muymuş?" diye. Yanıtı açık değilmiş ama olumsuz olduğu aşikârmış. Kabullenmiş Ozan, üzülmeden, kırılmadan, vicdan azabı duymadan, hiç bir hayıflanma olmadan.
     Yeni yılda da görüşme ümidi kalmayan Ozan, Prenses için çizdiği, Prenses'in dans derslerindeki resmini de Prenses'e verememiş. Ne acı, ne öfke, ne üzüntü, ne sevinç, ne coşku, ne hüzün, ne yalnızlık, hiçbir şey hissetmemiş Ozan o resme bakarken.
     Şarabından bir yudum daha alarak resme bakmış ve fısıldamış;
     "Japonlar nasıl diyordu onu? Hah, owari da!


     Bu masal da böylelikle sona ermiş. Muradına eren hiç kimse olmadığı gibi gökten elma falan da düşmemiş. Zaten gökten yağacak şeyi de, Ozan'ın başına düşecek şeyi de az çok kestirmiş olmanız lazım artık. Bu masal burada tamamiyle sona eriyor, umarım yeni masallar yazabilirim tekrar.


Blogger tarafından desteklenmektedir.