"Erkek milletine güvenilmez!" dedi konunun alakasız yerinde, "hepsi odundur."
          "Yoo ben hiç odun değilim hem de bana güvenilir" dedim ihtiyatsızca. Neden genellemişti ki zaten.                
          "İnanmazsan arkadaşına sor" topu Begüm'e atmıştım.
          "Ben babamın bana dediğini söylüyorum; erkekler piçtir kızım, güvenme onlara der."
          "Sen güvenmemeye devat et istersen ama tüm erkekleri aynı kefeye koyma!" Sinirlendim sanırım. Aslında hayır, nasıl düşünürse düşünsün çok da umrumda değil. Bana güvenmesi bir şey değiştirmez.
          "Bir dakika gelsene sen!"
          "Ne oldu?"
          "Gel sen."
          Gönülsüzce gittim."Off bu mekan zaten her seferinde böyle kalabalık oluyor, neden geldik ki buraya? "
          "Bırak söylenmeyi de beni dinle! Sen kıza kur mu yapıyorsun?"
          "Yuh! Ne alakası var?"
          "Nasıl ne alakası var? Kız güzel, belli ki ilgi ve güvenilecek bir erkek de arıyor. Sen de kendinin güvenilebilir yanını kızın gözüne sokarak seni tanımak istemesini sağlamak istiyorsun." dedi burnundan soluyarak.
          "Abartma" dedim, haklılık payı yüksek olmasına rağmen. Sonuçta beni ondan daha iyi tanıyabilecek kimse yok. "Sadece biraz ego tatmini, biraz poh pohlanma. Bu kadarından kimseye zarar gelmez sanırım" dedim, vereceği cevabı bilmeme rağmen.
          "Ne halin varsa gör Emre! Daha önce de seni terbiye etmek için çok uğraştım, başardım sanmıştım hatta ama yanılmışım. İstediğini yap ancak bu hallerin sevdiceğim ile arama girecek olursa o zaman benden çekeceğin var bilmiş ol!" dedi. Sesi kararlıydı. Ben de geri döndüğümüzde kendimi ekrandaki Amerikan Güreşi'ne, masadaki etkinlik tanıtımlarına verdim.
          Fazla vakit geçirmeden, 2. biraları almadan o et yığınının içinden çıktık Talha Çocuk ile. Nefes bile alınmıyordu neredeyse içeride. Alakasız bir tanıdık gelip yıllardır kavuşamadığı kardeşi/evladıymış gibi davranınca kalkma vaktinin geldiğini anlamıştık.
          "Hayatta aldığımız en doğru kararlardandı Bilo-sama!" dedi yüzünde dışarı çıkmış olmanın vermiş olduğu mutlulukla güller açan Talha Çocuk.
          "Hakikaten abi, biz bildiğimiz yere gidelim. Belki sevdiceğim de gelir." dememin ardından çıkardım telefonu aradım. Saat 01:30. Uyumuş olma ihtimalini aklıma getirerek dördüncü çalışın ardından kapadım telefonu.
          Neredeyse mekana varmıştık ki aradı!
          "Merhaba, nasılsın? Duymadım aradığını."
          "Uyuyorsundur diye erken kapadım. İyiyim, sen nasılsın?"
          "İyiyim ben de, sağol. Yok uyumuyordum, 12 gibi çıktım dışarı, birkaç arkadaşa uğradım ama planları sabit olmayınca sıkıldım, şehir merkezindeyim şu anda."
          "Gelsene buraya, biz de birer bira içelim diyorduk."
          "Tamam olur." dedi ama hiç beklemiyordum.
          Bildiğimiz kadarıyla bizim müdavim arkadaşlar orada olmayacaklardı. Onun yerine biri bu mekandan tanıdık, diğeri de eski dostlardan iki arkadaşa rastladık. Yazabileceği birkaç kişi gözüne çarpınca Emre'nin gözler parladı ancak her şey kontrol altındaydı, ben buradaydım.
          "Bilo sen hep böyle mi olacaksın?"
          "Nasıl?" dedim anlamayan bakışlarla.
          "Böyle işte kimseyi aldatmaz, başka kızlara bakmaz, koynuna kadar gelen fırsatı teper falan."
          "Fırsat?" tepem atmıştı. "Sen duygusuzca sevişme ihtimalini fırsat olarak mı değerlendiriyorsun?"
          "Evet. Herkes öyle değerlendirir."
          "Beni hala herkesle bir mi tutuyorsun?"
          "Hayır maalesef"
          "Maalesef?"
          "Evet, maalesef çünkü enayinin önde gideni, flama tutanısın! Sizin bölümdeki kız seninle birlikte olmak için yanıp tutuşuyor. Aynı şekilde birkaç kız daha var. Tek yapman gereken biraz üstlerine düşmek sonra hoop cepte. İşini gör, ardından tanımazsın. Zaten sevdiceğim dediğin kızla da aranızda hiç bir şey yok! Öğrense bile henüz beraber olmadığınız zamanlarda olup biten bir vukuat için seni yargılayacak değil ya?"
          "İşini görmek ne demek ya? Ne işi? Sen sevişmeyi iş olarak mı görüyorsun? Bir de o kızlara şişme bebek muamelesi yapıyorsun şu an farkında mısın? Belki aralarında beni öyle görenler de vardır, tek derdi sevişmektir. O kadarlık birliktelikten sonra hiç bir şey hissetmeden ertesi gün hayatına geri dönecektir. Ancak gerçekten bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünsene. Arkamı dönüp gittiğimde kızın düşeceği durumu düşün."
          "Niye ben düşünüyorum? Sonra bir daha görmem olur biter. Zaten sanki arkamdan ağıt yakacak. O da kısa zaman sonra unutur zaten."
          "Böyle böyle güvenin, sevginin içine ediyorsunuz zaten! O yaralar her ne kadar dışarıdan görünmese de içeride üst üste bindikçe insan güvenmemeye, inanmamaya başladıkça kendisi de güvenilmeyecek eylemler yapmaya başlıyor. Bu da domino taşları gibi bir insanın daha yıkılarak zinciri devam ettirip, ilişkiler konusunda kimsenin birbirine güvenmediği bir toplum haline getiriyor."
          "Bravo!" dedi alkışlayarak, "madem öyle neden kızlar senin gibi güvenilir, anlayışlı, kendinden çok onları düşünen, aldatmayan, sıkmayan ve sabırlı bir adam yerine; piç, ilgilenmeyen, bencil, güvenilmez, boğan, asabi insanları yâr diye seçiyorlar? Bunun cevabını ver ben de bir daha bu konuyu asla seninle tartışmayayım." dedi. Nakavt! Cevabım yok. Bu konuda Emre tamamen haklı. Zaten ikide bir aklımı çelecek gibi olması bu son kurduğu cümleden ötürüdür.
          Telefon çaldı! "Seninle daha sonra konuşacağız" diyerek açtım telefonu.
          "Canım!"
          "Ben yaklaştım sanıyorum, şuradan yukarıya doğru yürüyünce geleceğim diye umuyorum.
          "Neredesin şu an?"
          "Metronun bizim kursa yakın kısmında. Yolun bir kısmını yürüdüm, bir kısmında bisiklete bindim; ağzım, yanaklarım dondu! Konuşamıyorum!"
          "Ben sana atla metroya dedim. Aaah ah, neyse ben kapının önüne çıkıyorum, görürsün" deyip hırkamı sırtıma atıp çıktım kapının önüne. Karşıdan görünce bile içimin yağları eridi. Yanıma gelince de sarıldım, yanaklarını ovaladım, gerçekten donmuş. Oyalanmadan içeri geçtik.
          Bir süre beraber içki içtikten sonra o gitmek için hazırlandı, kal diye ısrar etmedim, etmeli miydim? Bilemedim. Her neyse o çıktı, kapıya kadar uğurladım. 2-3 kere dönüp dönüp el salladı. Sonuncusunda ise tamamen dönerek "hadi girseneee!" dedi ve gözden kayboldu. Girememiştim ne yapayım, öyle kapının önünde kalakalmıştım. Son bir iç çekiş ile açtım mekanın kapısını. Sevdiceğimin gitmesinden çok geçmeden biz de çıktık mekandan, kapanmak üzereydi zaten. Tekrar aradım, çok uzaklaşmamış. yemek molası vereceğinden bahsetmişti, o tarafa doğru yürüyormuş. Yakaladık. Ardından Talha Çocuk, ben ve sevdiceğim onların yurdunun oradaki metro istasyonuna kadar yürüdük. Hayal gibi bir gece de böylelikle sona erdi.
          "Eee hiç bir şey demedin anlatırken?"
          "Sen kafayı yemişsin!" dedi garip gözlerle beni süzerken.
          "Tıkınmaktan doğru düzgün dinlemedim desene şuna!"
          "Ne tıkınması lan! İçtiğimiz üç bardak kola, doldur şunu tekrar." Uzattı bardağını, puroyu da kül tablasına yerleştirdi.
          "Bir yorum bir şey?"
          "Yok sana yorum. Emre'nin dediklerini ben sana sürekli tembihliyorum zaten, koca adam oldun hala masallara inanıyorsun, ütopyaların gerçekleşmesini bekliyorsun. Sana daha da ne yorumu yapayım. Ne halin varsa gör! Sigara da içmiyorsun zaten, koca puroyu tek başıma içiyorum!"
          "Sen de bırak."
          "Bırak ya! Doldursana oğlum şu bardağı!"
          "Hangi şarkıyı açıyoruz? Nada açalım mı? Yolcu şarkısı çok iyi!"
          "Gönder gelsin bakalım."
          "Dünya başladı saymaya
           Geri, doğduğum lanet günden
           Beri, içimde var toplam iki kişi
           Bir saf salim biriyse zır deli..."


Blogger tarafından desteklenmektedir.