"Yaaa bu olmuyor Bilal Emre!" dedi yılgın bir şekilde ekrana bakarak.
     "Bir de böyle dene."
     "Hangisini? Şunu mu? Ama bununla yapın yazıyor burada."
     "Olsun canım, sen de böyle dene. Bence daha kolay olur."
     Gönülsüz de olsa kabul etti ve gerçekten de o programda yapılabilecek en düzgün komutu girip tüm çıkmazı çözdü. "Olduuuuu! Çok teşekkür ederim ya, ben olsam işin içinde çıkamazdım."
     Yanağımı uzattım, nasıl teşekkür edeceğini bilmiyordu ne de olsa, yardımcı olmak gerekirdi.
     "Muck..."
     Keyfim yerine gelmişti artık. Bunu, çözdüğüm birkaç karşıklığın ardından yineledim ve aynı samimiyetle öpücüğümü aldım. Autocat'e benzer mi acaba diye düşünüp, yardımım dokunacağına inanarak gelmiştim sevdiceğimin yanına. Yardımım dokunmasa bile hiç yoktan yalnız kalmazdı, çene çalardım.
     "Eee abi o zaman aranız gayet iyi" dedi Anıl kolasından bir yudum daha alarak.
     "Öyle..."
     "Ee?"
     "Ne ee?"
     "Abi biraz iç çekerek söyledin aramız iyi diye, herhangi bir gelişme yok mu? Gerçi sen şu olayı başından anlatsana nedir tam olarak mevzu, hiç anlatmadın."
     Dünyanın oluşumundan bu yana anlatacak değildim, mevzuların çoğunu zaten biliyordu. Şehir merkezindeki ilk karşılaşmalarımız, aslında önceden aynı kursa gidiyor oluşumuz, o zamanlar doğru düzgün bana vakit ayırmadığı vs. vs. Zaten ne olduysa bu dönemin başında oldu. O ilk Ost Klub karşılaşmalarımız, ilk sohbetler. Neyse işte biz gayet güzel anlaşıp, bir çok şeyi beraber yapmaya başlamıştık. İçin için severken, dışıma tek bir kıvılcım tanesi dahi taşırmamaya özen göstermiştim. Ne de olsa doğru düzgün tanımak gerekirdi önce. Tanıdıkça tutuştum, vakit geçirdikçe kavruldum. Vakti miydi değil miydi hiç bilmeden hiç umursamadan bir gece ansızın haykırdım. Gerçekten haykırdım, söyledim denmez buna.
     "Nasıl yani? Açıldın direkt?"
     "Evet. Neden?"
     "Ne bileyim abi, arkadaşın da demişti ya Lena mıydı adı, açılma, git öp, bir şey yap ama söyleme diye"
     "Abi olmuyor öyle"
     "Nasıl olmuyor ya? Bak koç sen ne zaman kaybetsen bu yüzden kaybediyorsun. Sığır gibi hiç kuğl olmadan atlarsan böyle daha çok yalnız kalırsın" dedi ve purodan bir nefes daha çekti. Tamam benim iyiliğim için söylüyor, haklı da olabilir ama daha önce açıkladım ben böyleyim, aksi olmuyor diye.
     "Neyse nasıl açıldın peki?"
     Koladan bir yudum alarak başladım anlatmaya; birkaç gün öncesinde gelişen olaylar ve muhabbetlerimizden ötürü çok iyi bir ruh hali ile gitmemiştim zaten yanına. Bir şişe şarabı önce sokakta tüketmeyi denedim, soğukta anca yarısını içebildim. Ben de daha fazla zorlamanın anlamı olmadığını düşünerek atladım metroya, üç durak ileri, beş durak geri derken sevdiceğim aradı.
     "Alo merhaba, ne yapıyorsun?"
     "Merhaba, şarap içiyordum çok üşüdüm metroya bindim. Öyle ileri geri giderek şaraplanıyordum. Sen ne yapıyorsun?"
     "Aaa gelsene buraya! Gelmek istersen tabi. Ben şu anda komşuma yardım ediyorum, ailesi için yemek yapacak ama az bir işim var, sonra suşi yemeye gideriz."
     " Tamam geliyorum, görüşürüz" dedikten sonra yurtlarının durağına gelmiştim. Son yudumumu da yurtlarının önünde alıp şişeyi çöpe bıraktıktan sonra yukarı çıktım. Mutfakta oturmuş patates doğruyordu, komşusu da orada, tanışmıştık daha öncesinden. İşinin bitmesini beklerken uyuyakalacaktım, şarap o hale getiriyor. Neyse işini halledip üstünü değiştikten sonra çıkmaya hazırdık. Suşileri bir güzel mideye indirdikten sonra ne yapacağımızı bilmez bir şekilde sokakta yürümeye başladık ancak çok soğuktu. En son 2 Euro Lokal diye bir yer var, her içki 2€, oraya gitmeye karar verdik. Ben gayet kararlıydım, söyleyecektim o gün. Şarabın üstüne içki içmeye devam ettim, o da. Hala kafam tam toparlanmış değil, alkol daha da beyne nüfuz ediyor. Saat gece yarısını vurana kadar ekrandaki artistik patinaj gösterisini, kalitesiz pop müzikleri ve alkolümüzü tüketmeye devam ettik. Metronun kapanma tehlikesine karşın kalktık ve metroya doğru hareket ettik.

     Hala söylebilmiş değildim.

     "Tamam yeter ya buraya kadar!" dedim birden bire. İnmemize sadece bir durak kalmıştı.
     "..."
     "Şimdi söyleyemezsem daha da söyleyemem. Ben seni seviyorum"
     "Teşekkür ederim" dedi elini dizime koyarak.
     "Öyle değil, bildiğin seviyorum. Seni düşünmek, seninle görüşmek, konuşmak dışında yapacağım her şey fuzuli geliyor. Senden ayrı olduğum vakitlerde de evin içinde volta atıp oflayarak duvarları tokatlıyorum. Kafayı yemek üzreyim"
     "Beni tanısan aslında boş bir insan olduğumu anlardın."
     "Onun için bunca zaman bekledim, seni tanımak istediğim için." dedim ama hala "boş bir insan"dan kastını anlamamıştım. Zaten bu muhabbetler dönerken son durak geldi, indik, merdivenlerden inerken konuşmaya devam ettik.
     "Ee tanıyabildin mi bari?"
     "Yok canım, bir ayda nasıl tanıyayım."
     "Keşke bunu içki içerken söyleseydin, uzun uzun konuşurduk."
     "E hadi konuşalım, seninle geliyorum."
     "Yok canım, sen evine git, gece metro yok."
     "Gece otobüsü var."
     "Yok yok sonra konuşuruz" dedi öptü iki yanağımdan, kolumu sıvazladı ve gitti. Dönüp bakamadım bile. Ben de ağır adımlarla indim merdivenlerden, evin yolunu tuttum.
     "Ee nasıl yani, bu kadar mı? Bir şey demedi mi?"
     "Demedi abi."
     "Allah Allah. Neyse şu anda aranızdaki ilişki nasıl? Daha soğuk falan mı?"
     "Yok be abi, bir dur anlatıyorum işte" diyerek konuya devam ettim. Gece eve vardığımda feysbuktan mesaj atmıştı salak saçma artistik patinaj ile ilgili. Bir adamın adını hatırlayamamıştık, onu tartıştık. Evet gecenin bir yarısı, son zamanlarımın en önemli çıkışını yapmışız ve hemen ardından yaptığımız muhabbet artistik patinaj!
     "Hahaha"
     "Ne gülüyorsun be!" diyerek konuya döndüm. Ertesi gün görüşmemiştik herhalde. Sonraki gün de öyle sanıyorum. Ondan sonraki gün ansızın aradı. Ben kafamda "tamam kendinden soğutmaya çalışacak" kurguları kurarken beklenmedik bir şekilde ziyarete geldi. Beraber yemek yaptık, afiyetle yedik. Sonrasında birer birer çekyatlara uzandık. Bir süre uzaktan uzağa muhabbet ettikten sonra;
     "Yanına geleyim mi?" diye sordum çekinerek.
     "Geel ama sığar mıyız?"
     "Açarız çekyatı" diyerek hızlı bir hamleyle çekyatı yatar pozisyona getirdim. Üşümüştü sanırım, battaniye istemişti, battaniyenin altında yatıyordu.
     "Üşüdün mü sende?" diyerek iki kat olan battaniyeyi de açtı. Onu da paylaştık. Artık daha yakın mesafeden konuşuyorduk. Bu kadarı bile bana yetip artıyordu. Tarifsiz bir mutluluk içindeydim. Bir ara telefonla konuşmam gerekti ve elimi yukarıya kaldırarak bir şeyler anlatmaya başladım. O sırada elini elimin yanına getirdi.
     "Ne kadar küçük ellerin var!"
     "Nesi küçük be, normal işte."
     "Ekmek gibi baksana" diyerek bastı kahkahayı. Ardından gayet masum ve sevimli gelen o hareketi yaptı. El ölçme! Nedense çok seviyorum onu. Çocuk masumiyetinde ve saflığında ama bir o kadar da sevgi dolu.
     "Eridin birden?" O gülüşü biliyorum. Dalga geçer bir vaziyette sırıtıyordu.
     "Taşak geçme lan! Ben memnunum böyle ufak tefek şeylerle erimekten!" Biraz sinirli çıkmıştı sesim.
     "Tamam oğlum, atarlanma. Bir şey mi dedik? Devam et sen, sonra n'oldu?"
     "Elinin körü oldu, anlatmıyorum! Adama tekrar sigaraya başlattırırsın sen."
     "Abartma lan, anlat işte. Ha bir de senin o mevzu vardı. Ne kadardır içmiyorsun sen sigara?"
     "Bir ay oldu bugün. Aslına bakarsan 32. gün bitti"
     "Hala sayıyor musun?
     "Yok canım, ama hangi gün bıraktığımı biliyorum, oradan sayıyorum lazım olunca."
     "Bu meret bırakılır mı be?" diyerek bir fırt daha aldı purosundan. Sigarayı bıraktığımdan beri kola puro muhabbetlerinde puroyu yalnız tüketmek zorunda kaldı garibim. Ben sadece kolaya eşlik ediyorum.
     "Kolayı da bırakacağım Alkolü de. Eti bıraktım zaten."
     "Oğlum n'apıyorsun sen? Hayattan ne zevk alacaksın sonra? Tüm kötü alışkanlıklarını bırakıyorsun, hacca mı gideceksin? Beni de bırakırsın sen yakında.
     "Giderim tabi hacca. Hem fena mı bir tane hacı arkadaşınız olur, hepiniz it kopuk! Hem merak etme tek zararlı alışkanlığım sen kalırsın hayatta, seni bırakmam." Duygu yüklü olması gereken bu muhabbet gayet yavşakça ilerlemiş, sonu kötü bağlanmıştı.
     "Neyse sulandırmadan ben devam edeyim. Nerede kalmıştım? Hah el ölçme şeysi. Dalga geçme sikerim bak!"
     "Tamam ya."
     "Sırıttığını görmeyeyim." Neyse sonra kalkması gerekti işte, otobüs durağına bırakmaya gittim. Yedi dakika kadar beklemek zorundaydık Bir ara üşüdük ikimizde, sarıldım sıkı sıkı. Otobüsü karşıdan görünce de öptüm iki yanağından. Otobüs yanaştı, ne yapacağımızı bilmez birbirimize bakakaldık, o sırada sağ elmacık kemiğinden son bir kez öptüm.
     "Aşıksın oğlum sen" dedi Anıl, son kurduğum cümlenin ardından derin bir nefes aldığım için.
     "Öyle... Otobüse binince de 'oh sıcacık' ve 'hadi git artık, üşüyeceksin' cümlelerini pandomimle anlattı, o bile çok tatlıydı. Gitti. Bu kadar. Sonrasında ise yine neredeyse her gün beraberdik, beraber olmadığımız zamanlarda ise telefon ile, mesaj ile bir şekilde iletişimde kalıyorduk.
     "Eee" dedi meraklı bakışlarla.
     "Ne ee? Bu kadar işte"
     "Sonrasında bir şey yok mu? Adını koymadınız mı ilişkinizin?"
     "Ben koydum adını, Osman diyorum kendimce"
     "Siktir lan, sulandırma. Hakikaten öylesine takılıyor musunuz?"
     "Tövbe de lan! Öylesine takılmak ne? En azından ben yapamam öyle. Cumartesi bir sınavı daha var, o bir geçsin tekrar konuşacağım."
     "İyi o zaman bro, sevindim adına. Kesmeşeker'in albümü de çıksa da artık yenileriyle demlensek" dedi purodan son nefesini de alıp kül tablasına söndürüp kurumuş boğazını kolayla ıslattıktan sonra.
     "Neyse ne yiyelim?"
     "Sen et de yemiyorsun, of be çocuk ne pişireceğiz şimdi?"
     "Patatesleri soyup küp küp doğrayayım mı?" diye sorup bastım kahkahayı, bıkmıştı küp küp patates ve havuçlarımdan. "Neyse gel mutfağa gidelim, yiyecek bir şeyler buluruz." diyerek geçtik mutfağa, açlık beklemez.


Blogger tarafından desteklenmektedir.