Bir süre daha gözleri yumuk vaziyette bana sarıldıktan sonra gözlerini araladı;

“Günaydın” dedi olanca neşesiyle.
“Günaydın!”
“Rahat uyudun mu?”
“Evet, bebek gibi, sen?”
“Aynen, sıcacıksın sen ya! Hiç üşümedim sayende. Beraber uyuyalım hep, üşüyorum ben.”
“N...Nasıl?” kayıtsız bir şekilde bu konular hakkında konuşmasını ciddiye alsam mı bilemiyordum hiç, utandım yine.
“Kahvaltı?” dedi yine lafı değiştirerek.
“Mükemmel olur!”
“Hadi o zaman, poğaçaya talim!” diyerek bir çırpıda hazırlandı, battaniyeyi yerine kaldırdı, koltuğu düzeltti, saat daha 8’e geliyordu, baya erkenciydik.
Meşrutiyet Caddesi’ni üst geçit kullanmadan geçip Ormancı’ya ulaştık, birer iskemle kapıp, çay ve poğaçalarımızı ısmarladık. Tam sigara çıkaracaktım ki bittiğini farkettim, almak için kalkacaktım Dut durdurdu “poğaçalardan sonra içeriz” dedi ve ikna etti. Gülüşmelerle geçen bir kahvaltının ardından birer çay daha söyledik, sigara almaya kalkınca Dut uzattı bir dal;
“Alıp gelseydim.”
“Bunu iç, alır gelirsin.”
“Light mı bu?”
“Evet, biliyorum sen soft seviyorsun ama şimdilik idare et, sonra kalkarız.”
“Tamam o zaman.”
İlk sigaranın ardından bir koşu üstgeçidin ayağındaki büfeden bir paket sigara kapıp tekrar yerime kuruldum, çayları yenilediğimizde muhabbet de yenileniyordu;
“Dut” dedim soran bir ses tonuyla.
“Canım.”
“N’apıyoruz biz?”
“Çay içiyoruz, sohbet ediyoruz” dedi anlamaz bir bakışla “neyi kastediyorsun?”
“Yani tam olarak ne yapıyoruz? Aşağı yukarı on beş gün önce yatağında uyanmamla başladı her şey, sonrasında her gün görüşür olduk. Ben daha kafamdaki Pelin’i bile bitiremeden ne olduğunu anlamadığım bu ilişkiye doğru sürükleniyorum. İlişki de denemez, ne yapıyoruz biz?”
“Hımm anlayalım artık diyorsun. Açık olayım o zaman, seni tanımaya başladığımdan beri ilgim var sana. Neyin ilgisi, neden ilgi onu ben de bilmiyorum, senden çok da farklı değil halim. Ne olduğunu anlamış değilim. Evet iki haftadır nereye gittiği belli olmayan bir arkadaşlığımız var, orası ortada, hatta gittiği yol da ortada. Şikayetçi misin bu durumdan?” dedi. Konuyu gayet ciddi bir şekilde tartışıyorduk, ilk kez Dut ile bu kadar ciddi muhabbetimiz oluyordu.
“Değilim canım, niye şikayetçi olayım ancak kafamın daha çok karışmasına neden oluyorsun. Pelin’e aşıktım ben düne kadar. Tamam o on sekiz günlük bekleme sürecinde soğumaya başlamıştım ama hala içimde Pelin vardı, hep vardı, hala bir yerlerde var. Sonra o alt üst olmuş halimin hemen ertesi günü sen çıktın, sürüklendim durdum. Yaram daha çabuk kapandı, kabul ediyorum. Tam iyileşmiş sayılmam ama gün geçtikçe Pelin’den çok seni düşünür buluyorum kendimi” dedim çaresiz bir yüz ifadesiyle. Gülümsedi bu halime.
“Aynı durumdayız” dedi gülümseyerek.
“Nedir yani bizim durumumuz? Beraber uyuyoruz her fırsat bulduğumuzda, geri kalan zamanlarda da bir yakınlık söz konusu ama tedirginlik de var.”
“Bir şey olmamız gerekiyor mu? Böyle iyiydik.”
“Bravo! Hoşgeldin Pelin.”
“O ne demek?”
“O da demişti ‘adını koymayalım, bir şeye isim verince büyüsü kaçıyor’ falan gibi şeyler. Sonrasında ise ‘arkadaşız biz’ deyip kestirip atmıştı. Senin ondan ne farkın kaldı şu anda?”
“Çok ağır bir itham yalnız bu söylediğin.”
“Bir düşün, aynı durum değil mi?”
“Değil!” dedi Dut kararlı bir ses tonuyla. “Şu anda hala seni tanıyorum, sen de beni ve aramızdaki bu münasebetin arkadaşlığa evrilmesi neredeyse imkansız, en azından benim açımdan. Ben Pelin kadar kaypak davranamam. Sana ilgim var evet, sadece balıklama atlamak istemiyorum. Olur da seninle bir şeyler yaşayamayacağımı anlarım, o an giderim zaten. Gönlümü eğleyip ‘arkadaşız biz’ diyecek insanlardan değilim.”
“Şimdiye kadarki ilişkilerinde nasıldın sen?”
“Şimdiye kadarki ilişkilerin derken?”
“Yani önceki sevgililerin falan.”
“Olmadı hiç.”
“Nasıl yani? Kimseyle birlikteliğin olmadı mı?”
“Ciddi bir şekilde bir ilişkim hiç olmadı. Ara ara takıldığım insanlar oldu, birkaç kez de tek gecelik” dediğinde şaşırdım. Aslına bakarsan şaşacak bir şey de yoktu, Dut’un fıtratı ortadaydı. “Peki ya senin?” dedi, sıra ona gelmişti.
“Çocukken mahallede birisi vardı, Deniz. İki yıla yakın çocukça bir ilişkimiz olmuştu. Mektup yazıyorduk birbirimize, mahallede görüşüyorduk ama ne bir elini tutma ne de bir öpme, öyle birbirimize olan sevgimizi anlatıyorduk mektuplarda. Kavga ediyorduk mahalledeki oyunlar yüzünden, gereksiz kıskançlıklardan falan. Ben de inşaatlardan bulduğum kireçlerle sokağına yazı yazıyordum geceleri, sabah görsün diye. Şiirler yazıyordum, hala tüm mektupları ve şiirler durur evde. Doğum tarihi bile aklımda, 13 Nisan. Evlenmiş ama geçen yaz” derken birden çok eskilere gittiğimi farkettim.
“Sen baya romantik bir insanmışsın! Hiç çaktırmıyorsun.”
“Birkaç kişi daha aynısını söylemişti. Neyse sonrasında 2-3 kişi daha oldu, hatırlamıyorum tam, sonra Damla var işte 6 yıllık platonik aşkım ve Yeliz.”
“Yeliz’den hiç bahsetmedin.”
“O da iki yıllık bir beraberlikti.”
“Canlı kanlı?”
“Evet.”
“Sen de ne aşk adamı çıktın arkadaş, iki yıl nasıl aynı kişiyle çıktın?”
“Bilmem, oldu işte. Hiç tek gecelik ilişkim olmadı, oldum olası da aklım almaz onu.”
“Nasıl yani? Hiç olmamasına mı şaşsam, aklının almamasına mı bilemedim.”
“Şaşacak bir şey yok, neyine şaşırdın?”
“Erkeksin sen, ihtiyaç ayağına yine olmuştur, cidden hiç olmadı mı?”
“O ihtiyaç meselesi de saçma gelir bana. İhtiyaç neymiş ki? İnsan sekse ihtiyaç duyar mı hiç? Seks, sevgi göstermenin bir yoludur kendi kanaatimce. Hal böyle olunca da sevmediğim, ilgilenmediğim, beni sevmeyen biriyle birlikte olmaktan uzak durdum. Sevmeden sevişilmez, benim düsturum budur.”
“Alemsin Emre, gerkçeten. Sen neredeydin bunca zaman?”
“Sağda solda benimle aynı fikirleri savunan insanlar aradım, uzun sürdü arayışım, belki de hiç yoklar.”
“Eğer hiç yoksa şaşırmam, türünün son örneği olabilirsin.”
“Neyse sulandırmadan konuya geri dönelim, nedir yani durumumuz?”
“Birbirimizi tanıyoruz, uygun vakit geldiğinde ki onu da yaşayarak farkederiz diye düşünüyorum, ne olacağını hep beraber göreceğiz.”
“Zamana bırakalım diyorsun.”
“Aynen öyle.”
“Öyle olsun bakalım.”
“Söyle bakalım, buradan sonra ne yapalım?”
“Eve gidip uyuyalım! Gerçi şu an dincim ama az uyuduğumuzdan yorulacağız bir süre sonra.”
“Ohoo ne evcimen çıktın ya! Benim ortamıma gidelim mi bugün de?”
“Orası neresiymiş? Bir de param bitiyor ya, bizimkiler ne zaman harçlık yollar belli değil.”
“Doğru düzgün para harcamayız, hadi nazlanma!”
“Peki öyle olsun bakalım ama çok erken şu anda, nasıl vakit geçireceğiz?”
“Buluruz çaresini, hadi yudumla çayını.”
“Emredersiniz hanımım!”

Kalktık, sokaklarda biraz avare dolaştıktan sonra bir kitabevine girip mizah dergilerinin olduğu kısma yöneldik, 15-20 dakika birbirimize karikatürleri göstererek eğlenmenin ardından biraz kitap bakınıp ve hiçbir şey almadan kitapçıdaki serüvenimizi noktaladık. Dut’un Esat’ta bir arkadaşının öğrenci evi varmış, oraya gitmeyi önerdi, daha parlak bir fikrim olmadığı için yine yönlendirmesine izin verdim. Tırmandığımız bir kaç yokuşun ardından arkadaşının evine vardık, gelirken de aramadı, çat kapı dayanıyorduk kapılarına.
Zili ısrarla çalıyordu Dut, ben de ev sahibini tanımadığımdan biraz çekinerek “pes edelim” dedim ama dinlemedi, zilin canını çıkarmaya devam ediyordu. Sonunda kapı otomatiğinin sesi duyuldu, teker teker tırmandık merdivenleri, 2. Kata gelince kapıda saçları dağılmış, yeşil askılı bodysi, kırmızı kalpli pijaması ve kırmızı ev terlikleriyle bir kız karşıladı;

“Darbe mi oldu amına koyayım? Ne bu telaş?”
“Uyanmıyorsun hatun, ne yapalım?”
“Saat kaç?”
“Dokuz buçuk, ona geliyor.”
“Yuh! Dut harbi dayaklıksın, ben siktirip gidiyorum yatağıma, tek kelime daha etme! Kusura bakma abi ya, hatuna patladık seni unuttuk, sen aldırma benim laflarıma, şikayetim Dut’a, Kuru ben.”
“Kuru? Memnun oldum, Emre ben, malesef lakabım yok” dedim çekinerek, ne diyeceğimi bilemedim.

Kuru ve Dut birbirlerine bakıp kahkahayı bastı “girin hadi içeri” dedi Kuru. Koridordan geçerek salona ulaştık, ortalık biraz dağınık olsa da pasaklı bir hali yoktu. Kül tablalarını topladı Kuru, pencereyi araladı, mutfağa gidince de içeriye seslendi;

“Kahve içen!”
Dut’la birbirimize baktık, “olur” dercesine başımı salladım.
“Bi’ sade bi’ sütlü!” diye bağırdı Dut.
“Sadeyi Lakapsız mı içiyor? Ağzının tadını biliyormuş, tuttum.”
“Teşekkürler!” diye bağırdım içeriye. Dut güldü bu lafıma “ne? Ne demem lazımdı?” dedim kısık sesle.
“Yok canım benim, misafirliğe gelmiş uslu çocuk gibisin de ona güldüm.”
“Ne kaynatıyorsunuz fısır fısır?” diye girdi içeriye Kuru, elinde tepsiyle.
“Akşam çıksak bizim bebelerle diyorduk.”
“Dut ağzına bebe lafı da hiç yakışmıyor, Ankara’lı bile değilsin.”
“Neyse, çıkar mıyız bu akşam?”
“Niyetimiz vardı zaten, sana da haber edecektik, uyanınca” uyanınca kelimesini vurgulayarak söyledi Kuru.
“Tamam ya, bir gün de erken kalkmış ol işte.”
“Kızım ben senin gibi değilim, her sabah düzenli okuluma gidiyorum.”
“Ha bu arada Kuru Hacettepe’de grafik okuyor, ortalaması da 3.20, cidden okuyor hatun” diye açıkladı Dut.
“Vay be!” dedim hayretle, “kaçıncı senen?”
“Seneye bitiyor, bir şey kalmadı.”
“İyiymiş.”
“Emre de Bilkent’te Peyzaj okuyor ama ilginçtir güzel sanatlar bünyesinde” diye beni de tanımladı bir çırpıda.
“Burslu mu?”
“Yok ya, nerede!”
“Ee şimdi benim de uykuyu açtınız, ne yapalım? Kahvaltı ettiniz mi?” dedi Kuru.
“Ettik ettik” dedi Dut “sen uyumaya çalış istersen, biz de PES atarız birkaç el, sonra belki uyuruz biz de.”
Dut lafını açana kadar farketmemiştim, plazma tv ve altında da PS3 vardı, bir de bana ensesi kalın derler “hangi oyunlar var?”
“Ne ararsan” dedi Kuru “biraz düşkünüz de biz.”
“PES atar mıyız?” dedi Dut, kendine güvenir bir ses tonuyla.
“Tavlaya benzemez ama, ezerim!” dedim.
“Elinden geleni ardına koyma!” diyerek televizyona yöneldi, cdlerin arasından PES 12’yi bulup yerleştirdi play stationa “hadi gel.”

Futboldan çok anlamazdım, futbolcu isimlerini bile bilmezdim ama pesi iyi oynardım, hal böyle olunca da ilk maçı 3-1 almasını bildim. Rövanşı da 4-0 aldım, Dut hepten delirmeye başladı, yenilgiye hiç gelemiyordu, Kuru da bizi izleyerek iyice keyiflenmişti. El Clasico’da da Madrid’le 6 atınca Dut delirip üstüme atladı, yastıkla boğmaya kalktı ama aikido bilen birine bu hamlelerin sökmeyeceğini acı bir şekilde gösterdim hanım kızımıza. Kuru da girince işin içine zaptetmesi zor oldu ama ikisini de dizginlemeyi başardım. Son bir maç oynamak için anlaşıp kalktım üstlerinden. Ülkeler arası yapacaktık maçı, ben Jameika’yı seçtim, Dut da Arjantin’i. Kuru tarafından ağır taciz altındaydım, doğru düzgün ekranı bile göremiyordum neredeyse ama o halde bile 0-0 berabere kalmayı başardım! Uzatma ve penaltıları kapadıklarından maç berabere sonuçlandı, Dut da iyice küplere bindi;

“Üçgen düzgün basmıyordu, kaç tane ara pası kaçırdım o yüzden!”
“Hı hı, tabi tabi, hep aynı mazeret, kol bozuktu değil mi?”
“Sen sussana! Sana mı diyorum ben!”
“Oyy tamam tamam, gel oynayalım bir daha, yenileceğim bu sefer, söz.”
“Ya bak bir de taşak geçiyor!” deyip yine atladı üstüme, omzumu ısırdı bu sefer.
“Ben sana böyle yaptım mı Dut tavlada?”
“Yapsaydın!”
“Ya tamam oyun bu.”
“Neyse tamam, geçti sinirim. Saat kaç oldu?”
“12’ye geliyor.”
“Benim uykum geldi ya” dedi Dut esneyerek “ne yapsak? Kuru sizde yeterli teçhizat var mı uyumak için?”
“Bahar dün sevgilisinde kaldı, odası boş, biriniz de burada yatabilir.”
“Ya kızın odayı hiç işgal etmeyelim, bana zaten biraz gıcık, ne zaman geleceği belli olmaz şimdi onun. Biz ikimiz şurada kıvrılsak?”
“Paşa gönlünüz bilir, teklif var ısrar yok. Durun ben pike falan getireyim, Pijama ister misiniz? Gerçi Lakapsız’a göre yoktur ama sana verebilirim.”
“Valla hora geçer hatun, etekle uyumak hiç rahat değil, bir de üst versen bana.”
“Gel, burada giyinirsin hem” diyerek Dut’u odasına götürdü Kuru, ben de çekyatı açmakla meşguldüm o sırada.
“Oh hazır etmişsin yatağı, buyur bu da pike ve yastıklar” dedi Dut, üstünü değiştirip geldikten sonra.
“Hangisine yatacaksın? Buna mı yoksa karşıdakine mi?” dedim diğer çekyatı göstererek.
“Buna sığardık ikimiz de” dedi Dut, hayal kırıklığı sesinden anlaşılıyordu.
“Sen rahat uyu diye demiştim ben.”
“Ben seninle rahatım” dedi Dut yüzü tekrar gülerek.
“Peki o zaman, duvar kenarı benim!”
“Geç bakalım.”

*Arkası yarından sonra*


Blogger tarafından desteklenmektedir.