İyice sokuldu yine, ben de halimden memnun bir şekilde karşılık verdim. Sarmaş dolaş uzandık. Sanki o kadar konuşmayı boşuna yapmış gibiydik, hala ne olduğunu bilmeden beraber yatıyorduk. Memnundum memnun olmaya, yalnız hala tamamlanmayan parçalar vardı ve o parçaların nasıl tamamlanacağı, tamamlanıp tamamlanmayacağına dair tek bir fikrim bile yoktu. “Kervan yolda düzülür” diye düşünerek yine akışına bıraktım olayları, bir yerde rayına girecekti nasıl olsa. Yakın zamanda olsa daha iyi olurdu tabi.

Düşünmek uykumu daha da getirmiş olacak ki farkına varmadan uyuyakalmışım, gözümü açtığımda yanımda Dut yoktu, saate baktım 2’yi geçiyordu, hala sersem gibiydim, tuvalete gitmek için ayağa kalktığım sırada mutfaktan sesler geliyordu. Hiç adetim değildir ama merak edip kulak kabarttım, Kuru’nun sesi geliyordu kısık bir sesle;

“Abi nereden buldun bunu? Çok garip biri.”
“Öyle deme, çok tatlı değil mi ama?”
“Allah için hoş çocuk da senlik biri değil.”
“Zaten aramızda bir şey yok, yani şimdilik.”
“Olması için can attığın her yerinden belli oluyor zaten” dedi Kuru ve gülüştüler. Diyalog gittikçe ilginçleşiyordu, kulak kabartmaya devam ettim.
“Ya öyle tabi de ben bunu yaralı buldum, zaten tanışalı daha iki hafta oldu, tanımaya çalışıyorum.”
“Sen tanımaya mı çalışıyorsun? Dut ne oluyor sana? Önceden olsa işini görür yol verirdin?”
“Bu farklı, çok şefkatli bir kere. Bir de dediğin gibi çok farklı, merak ediyorum onu.” İstemsiz gülümsedim.
“Allah Allah, Lakapsız’a bak hele, Dut’u ne hale getirmiş” dedi Kuru. “Bu isim üzerime yapışmasa bari” diye geçirdim içimden.
“Yaa” dedi Dut utangaç bir ses tonuyla, ilk kez böyle bir şey sezdim Dut’ta.
“Neyse Zehra Teyze ile görüşüyorsun değil mi?”
“Evet, geçenlerde konuştuk telefonda.”
“Soğuk musun hala?”
“Kapatalım ya bu konuyu, ne güzel Emre falan diyorduk?”
“Ona da geleceğiz de sen şunu bir anlat.”
“İyi gibi ya aramız, özlemişler işte, gel diyor.”
“Git işte hatun, etme kadına.”
“Tamam gideriz ya!” dedi Dut ve ayağa kalkma sesi geldi, ben de beni farkederler diye kaygılanıp o yakalamadan önce mutfağa gireyim diye ayak seslerimi duyulur hale getirerek mutfağa doğru yürüdüm.
“Günaydın, sen ne ara kalktın ya?” dedim Dut’a dönüp “uyumadınız mı siz?”
“Uyku tutmadı” dedi Dut.
“Aynen” diye ekledi Kuru.
“Ben işeyip tekrar yatacağım hanımlar, size iyi dedikodular.”
“Ne dedikodusu?” dedi Dut afallamış gibi “bizi falan dinlemedin değil mi?”
“Sizi mi? Ben daha yeni kalktım” dedim kayıtsızca.
“Neyse git hadi sen yat, dedikodu yapacağız biz!” dedi Dut bir taraftan da eliyle kış kışlayarak.

Vücudun gereksinim fazlalıklarını salıvermenin rahatlığıyla vurdum kafayı uyudum tekrar. Bir ara Dut’un yanıma gelmesine uyandım;

“Bitti mi dedikodunuz?”
“Hı hı” deyip sırtını göğsüme dayadı, elimden tutup, karnına bastırdı, bırakmadı sonra elimi.
“Kaldır kafanı” deyip diğer elimi de başının altına koydum. Alışkanlık yaratabilirdi bu uyuma şekli, gerçi Dut başlı başına alışkanlık yaratıyordu günden güne.

Gözümü açtığımda odaya sessizlik hakimdi, hava da kararmıştı, sağıma döndüm, Dut tüm masumiyetiyle yatıyordu hala kolumda. Kalksam uykusu bölünecekti ama daha fazla da yatamazdım, hafifçe kolumu çektim, biraz kımıldadı ama uyanmadı, güzel. Yastığı başının altına koyup çekyatın ayak ucundan kalktım, olabilecek en yavaş hareketlerle. Kapı hemen çekyatın ayak ucundaydı. Ortalık henüz zifiri karanlık olmadığından ve perdelerin de açık olmasından dolayı mutfağa kadar gitmeye yetecek ışık vardı ortamda. Kısa koridoru adımlayıp, mutfağa geçip ışığı yaktım, üçüncü denememde bardakların olduğu dolabı buldum, genelde lavobonun hemen üstünde olurdu bardaklar ama bunlar köşeye koymuşlar, ilginç. Damacanadan pompalayarak su doldurdum bardağa, ses çıkarmamaya çalışınca su gelmiyordu ben de abandım pompaya, sonra da sessizliği dinledim, uyanan olmamıştı. Sandalyeye oturdum, sigarayı içerde unutmama hayıflanıp usulca Dut’un yattığı odaya girdim, montun cebinden sigara ve çakmağı alıp tekrar geçtim mutfağa. Dayanılmaz bir merak hissi ile buzdolabını açtım. Bir şey yiyecek olmasam bile buzdolapları her zaman çekici gelmiştir, kurcalamayı en sevdiğim yerdir. Ortalama bir öğrenci dolabından daha doluydu, yarım kalmış rakı ve votka şişesi bile vardı. Neredeyse ilk kez karşılaşıyordum. Öğrenci evlerinde bir içkinin bitmeden dolaba girmesi pek alışıldık değildir.

“Dünden kalma tavuk var, ısıtayım mı?” sesiyle irkildim. Sanki hırsızlık yaparken yakalanmış gibi hissederek yavaşça arkamı döndüm, dönerken dolabı kapatmayı da ihmal etmedim.
“Yok, canım sıkıldı da öylesine bakıyordum, afedersin.”
“Affetmem!” dedi Kuru gülümseyerek “saçmalama be, aldın mı uykunu?”
“Aldım aldım, sen?”
Gerinip esnedi “çok bile uyudum, normalde bu kadar uyumam. Siz yattıktan sonra odamda biraz kitap okudum, biraz da internette takıldım sonra uyuyakalmışım. Siz de kalkmak bilmediniz arkadaş!”
“Ya dün gece düzgün uyuyamadık da” diye yanıtladım biraz mahcup.
“Hayırdır” dedi gülümseyerek imalı bir şekilde.
Mahcubiyetim daha da artmıştı “ya Dut’un stüdyoda uyuduk da dardı biraz yattığımız yer, bir de sabah gelen olur diye erken kalktık ondan.”
“Hımm” dedi yine gülerek.
“Sigara?”
“Ver yanalım.”
Gergin bekleyişin ardından sessizliği yine Kuru bozdu. Aslına bakarsan tek gerilen bendim ortamda “ne zamandır berabersiniz Dut’la?”
“Beraber? Yok canım ne beraberliği, daha yeni tanıştık sayılır” elim ayağıma dolandı.
“Ne zaman tanıştınız?” diye sorduğunda “sanki cevapları bilmiyorsun?” diyesim geldi, hakkımda muhabbet ettiklerini biliyordum ama iyi rol kesiyordu.
“Daha iki hafta oldu.”
“Nasıl tanıştınız? Kusura bakma sorguya çekiyor gibiyim ama merak ettim, çok farklısınız da Dut’la, yollarınız nerede kesiştiğini merak ettim.”

Hikayeyi başından anlattım. Pelin’i, o geceki sarhoşluğumu, Dut’ta kalışımı, sonraki muhabbetlerimizi, bizim okulda sabahlamamızı, dün geceki konseri. Kâh gülerek, kâh şaşırarak dinledi. Dut muhabbeti bittikten sonra havadan sudan konuşmaya başladık, Dut gibi Kuru da göründüğünün aksine bilgi deposuydu, bir çok konuda bilgisi vardı, özellikle sanat konularında derya deniz! 3.20 ortalamaya şaşmamalı. Muhabbetin koyuluğunu kahveyle pekiştirdik, baya iyi anlaştık Kuru’yla da. Gerçekten mizaç olarak çok farklıydık Dut ve Kuru’yla ama gayet iyi anlaşıyorduk. Sanırım kahkahalarımızın desibel ayarını tutturamadık, Dut gözlerini ovuşturarak mutfağa girdi;

“Allah muhabbetinizi artırsın gençler, neymiş bu kadar komik olan?” diye çıkıştı Dut mutfağa girer girmez.
“N’oldu? Kıskandın mı hatun?” dedi Kuru hala gülerken.
Dut ters bir bakış atmakla yetindi.
“Tamam kızma gel sana da anlatırız” deyip yanıma sandalyeyi çektim “gel bakalım.”
“Yüzümü yıkayıp geliyorum, bana da kahve yapın!” deyip esneyerek çıktı mutfaktan, Kuru da ısıtıcıya su eklemek için kalktı.

Dut geri gelince yanımdaki sandalyeye geçti, Kuru da kahveyi hazır etti o vakte kadar. Başını omzuma koyarak konuşmaya başladı: “Kahkahalarınız içeriye geliyordu, neyden konuşuyordunuz?”
“Havadan sudan” diye yanıtladı Kuru.
“Havanın suyun nesi komikmiş bu kadar?” dedi hala uykulu haliyle.
“Sen uyanınca hep böyle huysuz musun? Al yak bi tane de keyfin yerine gelsin” deyip sigarayı ağzına tutuşturdum “emzikli çocuk gibisin zaten, ağzından düşmüyor.”
“Sen farklısın sanki” dedi ağzında sigarayla. Her kelimesinde sigara bir aşağı bir yukarı sallanıyordu, Kuru’yla birbirimize bakıp bastık tekrar kahkahayı çünkü az önce böyle bir muhabbet geçmişti. “Ne gülüyorsunuz be!” diye bağırdı kafasını omzumdan çekerek. Aramızdaki geyiği ona da açıkladıktan sonra gülümseyip muhabbete ortak olmaya başladı.
“Daha yeni tanışmışsınız Emre’yle” dedi Kuru Dut’a dönerek. “İyi rol yapıyorlar” diye geçirdim içimden. Zaten dedikodumu yapmışlardı ben uyurken.
“Hee.”
“Bu sefer iyisini düşürmüşsün.”
“Ne yani sürekli düşürüyor musun da?” dedim biraz bozularak.
“Yok be, bakma bunun lafına.”
“Yalan mı? 3-5 ay önce bi’ eleman daha vardı, onu da bardan düşürmedin mi?” dedi Kuru alaycı bir ifadeyle. “Bu kadar dobra olunmamalı” diye düşündüm içimden. Gerçi Dut ile aramızda hiçbir şey yoktu ama yine de kötü hissetmiştim kendimi, kıskanıyor muydum ne?
“Ben o elemanı okuldan gözüme kestirmiştim, o gün düşürmedim, zaten kovalıyordum.”
Kafam önde atışmalarını dinliyordum ama dayanamayıp muhabbeti değiştirmek istedim; “kalın uçlu Nokia şarj aletin var mı Kuru?”
“Hala kalın uçlu şarj aleti kullanan insanları görmek, dünyada kalan tek neandertalin ben olmadığımın farkına varmamı sağlıyor, dur getiriyorum.”
“Ne dedi o?” dedim Dut’a dönerek.
“Ne bileyim” dedi Dut omuz silkerek “neandertalli bir şey dedi.”
“Buyur” dedi Kuru elinde şarj aletiyle.
“Sen demin ne dedin ya?”
“Demin mi? Ha, dokunmatikler falan çıktı ama hala eski telefon kullanan benden başka insanlar da varmış onu diyorum. Senin telefonun ne?” diye açıkladı Kuru.
“Haa! Bu işte” deyip telefonumu çıkardım, gözleri parladı.
“Ohaa! N-Gage değil mi bu?” deyip telefona sarıldı “oyunun var mı?”
“Var baya, gir bak oyunlarda.”
“Nereden buldun bunu?”
“Benim emektar, epeydir beraberiz.”
“Vay be! Bir zamanlar efsaneydi bu! Hep almak istedim, satsana bana.”
“Satmam.”
“Helalinden 200 veririm.”
“Daha fazlasını bile teklif ettiler satmadım.”
“300 vereyim?”
“İstediğim büyüklükte dövme bile teklif eden oldu, satmam! Git bul telefonculardan ya! Niye benimkine göz diktin?”
“Bunların temizini bulması zor oluyor, sen kız gibi bakmışsın.”
“Ya bakma, kafasına vurmadan çalışmıyor, mikrofonda sorun var. Şarja takar mısın?”
“Tamam, oynayayım mı bir taraftan?”
“Oyna tabi.”

Kuru oyuna daldı, biz de Dut ile sigara tüketmeye devam ettik. Hava karardığına göre artık dışarı çıkabilirdik Dut’a göre. Kuru araba yarışında son kez yarışırken Dut da içeride kıyafetlerni değiştiriyordu, ben de yatak kurmayı ve kaldırmayı kendime asli görev edinmiş gibi çekyatı eski haline getirmeye gittim. Sabah tepişirken ortalığı da dağıtmışşız, onlara da biraz el attım, mont ve gömleğimi de elime alıp mutfağa geri döndüm. Elimdekileri sandalyenin arkasına atıp sigarayı çıkardım, karınımın gurultusunu dinleyip geri soktum sigarayı;

“Kuru ya, yiyecek bir şeyin var mı?”
“Tavuğu ısıtayım mı?”
“Ben et yemiyorum, başka neyin var?”
“Hmm, peynir zeytin?”
“Çok iyi olur, ekmek var mı yeterince?”
“Var var, Bahar gelmeyince ekmek arttı, yemek de.”
O sırada Dut girdi içeriye “ben yerim tavuk!”
“Tamam sana tavuğu ısıtalım, ben de yerim, Emre’ye de peynir zeytin yediririz.”
“Nasıl ya? Sen hiç tepki vermedin Emre’nin vejeteryanlığına.”
“Hayır, vermem mi gerekirdi?”
“Ne bileyim, ben öğrendiğimde şaşırmıştım.”
“Neyse yiyelim de çıkalım, millet toplanmaya başlar bir saate.”
“Nerede toplanacaksınız?” dedim merakla.
“Bestekar’da” diye girdi araya Dut.
“Neresinde tam?”
“Gidince görürsün.”

*Arkası yarından sonra*


Blogger tarafından desteklenmektedir.