Nasıl anlatsam, nereden başlasam? Couchsurfing etkinliklerine devam, bu seferki misafirlerimiz İtalya'dan vardılar buraya. Gelmeden sadece iki gün önce talep göndermişlerdi, biz de seve seve kabul ettik. Tabii ki gelene kadar nasıl birisi çıkacakları belli değildi. Neyse adresi telefonu biliyorlardı, biz de gelecekleri saati. Başladık beklemeye. Metrodan çıkınca ararlar diye bekliyoduk, telefon çaldı, sonrasında bi mesaj; "we are down, open the door please"
- Hasiktiiirr!! Güneş çık çabuk banyodan gelmişler.
- Nereye?
- Aşağıdalarmış olm, çık hadi.
- Oha! Tamam.
Dese bile kızlar geldiğinde hala banyodaydı. Banyo da mutfağın orta yerinde olunca, hoş bir karşılama olmadı tabi. Neyse indim aşağııya, karşıladım arkadaşları, güler yüzlü iki kız. İlk izlenimleri gayet tatlı. Çıktık yukarı, güneşi bir takım kapılardan saklayarak giydirdik sonrasında çaylarımızı yudumlamaya başladık. Günü evde öldürmek uygun olmayacağı için arkadaşlara tarhanayı tanıttıktan sonra dışarıya bıraktık kendimizi. Bolca gülüp, şehri gezdik. Sonrasında Rhiz adındaki bir barda süper bir deneysel müzik dinledik, Nele'nin "neredesiniz?" mesajı keyfime keyif katmıştı ancak gelmedi. Litvanya ile ilgili epeyce geyik döndü. Litvanya'nın toplam nüfusu üç milyonmuş. Neyse. Metro bitmeden eve döndük, yorgunlardı, bıraktık onları uyudular.
Ertesi gün onlar erkenden kalkıp dolaşmaya çıktılar, öğleden sonra, akşam üstü gibi yakaladık onları şehirde, biraz dolandıktan sonra bu sefer başka bir mekanda yine deneysel bir müzik dinlemeye gittik, İndre'ye yeni lakap bulduk; "Sosis!" günler hakkaten eğlenceli bir şekilde geçiyordu.
Cuma günü ise yeni uyandığımız saatlerde Ekatarina "evde misiniz?" diye. Indre'yi kaybetmiş. Telefonla ulaşmaya çalıştık ama nafile, bulamadık. Biz de şehir merkezine gitmeye karar verdik, belki oralarda karşılaşırdık. Birkaç ayakkabıcı dolaştıktan sonra hakkaten yolda yürürken İndre'ye rasladık.İtalya'dan gelen diğer arkadaşlarıyla buluştuk, Donauturm'a çıktık, Sacher yedik, Melange içtik (Viyana'nın yöresel tadlarıdır efendim bunlar). Kule sürekli dönüyor ama baya hızlı bir şekilde, yazın da bungee jumping yapılıyormuş 140€. Indre yazın yapmaya gelecek. Ardından bi klisede klasik müzik konseri dinledik. Bildiğin gotik gibi çalıyolardı klise orguyla. Bizim mevlütler falan daha eğlenceli, ona karar verdik Güneş-kun'la. Sonrasında biryerlere gidip bira içtik, İtalya'dan, Türkiye'den, onların gönüllü olduğu projeden, alkolden falan konuştuk, diğer arkadaşlarının bize alışması biraz zaman aldı ama sonrasında gerçekten eğlendik.
Ertesi gün artık ayrılma vaktiydi. O kadar alışmıştık ki gitmesinler istedim. Sabah kalkıp son kalan birkaç yeri daha gezmeye gittiler, çğleden sonra eve gelip bavullarını alacaklardı. Son kez çay içtik beraber ve hatıra fotoğrafı çekildik (aslında bir sürü fotoğraf çekilde o günler içerisinde ama bu toplu olan ilk fotoğrafımız olacaktı). Artık ayrılık vakti, kapıdan uğurladık, sonra Güneş-kun'la sarılıp ağlama numarası yaptık, apartmandan kahkaha patlaması geldi, biz de koptuk. Gitmişlerdi. Prag'a davet ettiler defalarca, sonraki durakları Prag'tı. Güneş'in kursu vardı, benim de almanca konuşmaya başlamam lazım, konuşma sınavı yaklaştı, kibarca reddettik ama Milano'da buluşma sözü verdik birbirimize. Haziran bitmeden önce mutlaka ziyarete gideceğiz.
Bak bu da elimde olan tek fotoğrafımız. Diğerlerini onlar gönderecekler.
Sol baştan; Indre, Ekatarina, Ben, Yukarıdaki Talha, diğeri de Güneş-kun.
Sonraki birkaç günüm onları özlemekle geçti, kendime gelemedim. Yine gelsinler, hep gelsinler.
Her giden CSer'ın ardından böyle olacaksam işim zor.
One Comment
Giden her cs-cinin ardından,
Hep biz olduk el sallayan Haykırsak duyarlar mı? sesimizi Hangi misafirlik sonsuza kadar sürdüki?
Zaten aşklar hep yalan dolan!
Sonu hep acı hüsran.
Bize her misafirden geriye kalan,
Sadece anılar...
Yorum Gönder