Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarlardan gelen ve hiç bir yere ulaşma gayesi olmayan bir ozan görülmüş yolda. Harap biçimde imiş. Esvapları kirlenmiş, yer yer yırtılmış, sökülmüş, sazı çatlamış, sakalları uzamış, boylu boyunca bir söğüt gölgesinde uzanıyormuş.

          "İyi misin?" demiş yoldan geçen bir kız.
          "Değilim" demiş ozan zor bir biçimde. Dudakları çatlamış susuzluktan. "Suyun var mı? Aa sen?!" 
          "Var var" demiş kız telaşla "aç ağzını! Evet benim ama senin bu halin ne?"
          "Boşver, anlatırım sonra" demiş ozan suyu kana kana içtikten sonra. Yoluna devam etmek istiyormuş ama ne hevesi varmış ne de dermanı. "Sen ne tarafa gidiyorsun?" demiş kıza.
          "Hemen şurada köyüm var, derlediğim çiçekleri oraya götürüyorum."
          "Benim gibi bir ozana müziği karşılığı yatacak yer ve yemek verirler mi sizin köyde?"
          "Karşılıksız da verirler" demiş kız kocaman bir gülümsemeyle. 
          İçi ısınmış ozanın, çok uzun zamandır kimseyle konuşmadığı için kızın konuşması bile farklı gelmiş. Kızın da yardımıyla doğrulmuş ve köye doğru ilerlemeye başlamışlar. 
          "Sana rastladığım için o kadar şanslıyım ki" demiş ozan takatsizce.
          "Bunları eve gidince konuşuruz, şimdi yorma kendini. Gitmemiz gereken biraz daha yol var."
          "Peki senin burada ne işin var?"
          "Tek gezen sen değilsin ya! Ailem burada yaşıyor benim, bu ara onlara yardım için geldim." Bir süre sessizce yürüdükten sonra köyün ilk evleri görünmeye başlamış. "Geldik!" 
          Köy çok samimi küçük bir yermiş. Herkes birbirini tanır, her şey imece usulü yapılırmış. Tam ticaret yolu üzerinde olduğu için de çok fazla yabancı orada kısa süreli konaklar, ticaret yapar ve yoluna devam edermiş. Hal böyle olunca da han sürekli doluymuş. 
          "Benim gibi bir ozana geceleri çalması karşılığında yemek ve yatacak yeriniz var mı efendim?"
          "Sen ozan mısın?"
          "Evet efendim, diyar diyar şarkılarımı gezdiririm."
          "Güzeel" demiş hancı "evlat, benim de tam senin gibi birine ihtiyacım vardı. Ama denemeden kabul etmem bilesin. Bu öğünün benden ancak akşam çalışını beğenmez isem sana ne yemek ne de yatacak yer!" diye yarı şaka yarı ciddi telkinde bulunmuş. 
           Akşamı gayet iyi atlatmış ozan. Handaki hemen herkes, hancı da dahil olmak üzere mest olmuş. Hancıdan yemek ve yatak için söz almış. Bunun yanında topladığı bahşişler de cebine kalacakmış. Çiçek derleyen kız da dinlemeye gelmiş ozanı.
           "Çok iyiydin!"
           "Gerçekten mi?"
           "Etrafına baksana, herkes kendinden geçti."
           "Tamam utandırma beni, ee ne yapalım? Bir sürü bahşiş topladım, sana şarap ısmarlayabilirim."
           "Yok teşekkür ederim, yarın erken kalkmam gerekiyor." deyip müsaade istemiş çiçekçi kız. O gittikten sonra ozan da odasına çekilmiş.
           Yıkandıktan sonra temiz kıyafetlerini giyerek bırakmış kendini yatağa. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar konforlu bir yerde konaklayacakmış. Başını yastığa koyup düşünmeye başlayınca canı tekrar yanmaya başlamış. Çünkü aklında sürekli krallık ve orada yaşadıkları geliyormuş. Beklentileri hep çok büyük olmuş ozanın, bu yüzden de yıkımları o denli büyükmüş. Kendisinden başka kimseyi o kadar da önemsemeyen, mala mülke tamah eden bir prensese gönlünü verme gafletinde bulunmuş ozan. Düşündükçe farkına varıyormuş ozan. Prenses onunla ilgili hiç bir şey sormamış. Merak etmemiş demek ki. Nereden gelip nereye gittiği ile ilgili arada bir ozan kendisi başlarsa konuya anca o zaman bir şeyler paylaşıyormuş kendisiyle ilgili. Onun dışında prenses sürekli gündelik işlerinden bahsediyormuş. Arkadaşlarıyla olan anlaşmazlıklarından, aldığı derslerdeki bazı başarısızlıklarından, yediği yemeklerin şişkinliğinden, ondan daha başarılı olan tanıdıklarından, kısacası her şeyden şikayet ediyormuş prenses. Kibirliymiş, kıskançmış, hırslıymış. Fakat ozan bunları yanındayken hiç görmemiş. Prensesin bu özelliklerini sazına çentik atmaya başladığı günlerde fark etmeye başlamış, gözündeki perde tam olarak kalkmadığı için o sıralar, yakıştıramıyormuş prensese. Ne zaman ki krallığı terkedip yola düşmeye başlamış, ne zaman ki kendi durumuna uzaktan bakmaya başlamış, işte o zaman daha net seçebilmiş prensesteki eksiklikleri, fazlalıkları. 
          Yürüdüğü o uzun yollar boyunca düşünmüş ozan. Özlemiş de. O özlemle, o hasretle ufacık bir haber beklemiş. Günler geçtikçe hasreti artmış ozanın. Krallıktan da gitgide uzaklaşmaya başlamış. Uzaklaştıkça prensesin hazmedemediği davranışları aklına geliyor, hasreti kedere dönüşüyormuş. Her geçen gün farkına varıyormuş ki prenses kesinlikle onun için uygun bir insan değilmiş. Genç ve neşeli kalmak için insanların yaşam enerjisini emdiği bile söylenirmiş ancak ozan buna da hiçbir zaman kulak asmamış. Düşündükçe fark etmiş ki ne zaman prensesle buluşsa ayrıldıklarında uykusu geliyor, bitkin düşüyormuş. Sanki tüm yaşam enerjisi çekilmiş gibi oluyormuş. Yollar aştıkça o kederi de nefrete dönüşmüş ozanın. Hiçbir şey düşünemez, yeni besteler yapamaz olmuş. Sürekli kendisine kızmış durmuş, neden bir şeyler olması kesinlikle lehine değilken hala prensesi istiyor diye. 
            Bu düşünceler eşliğinde uyuyakalmış ozan. Sabah güneşi gözünü almış.
            "Bu ne yaa, ben perdeyi kapamamış mıydım?" diye söylenmiş kendi kendine.
            "Evet, ben açtım!" demiş tanıdık bir ses.
            "Ne? Senin burada ne işin var?"
            "Uzun zaman sonra eski dostum köyüme gelmiş, ne yani sabah kahvaltısında yalnız mı bıraksaydım?"
            "Ne kahvaltısı, uyuyorum ben daha!"
            "Hala tembelsin! Kalk hadi, beraber çiçek toplamaya gideceğiz! Hem belki anlatacakların vardır."
            Handa kahvaltılarını ettikten sonra ozan kız ile birlikte çiçek toplamaya gitmeye karar vermiş. Zaten daha iyi bir planı yokmuş, ya akşama kadar odasında pinekleyecek ya da eski dostu ile vakit geçirecekmiş. 
            "Ee anlat bakalım hikayeni" demiş çiçekçi kız "en son krallıkta idin, öyle yazmıştın."
            "Evet, sonra çıktım oradan, tekrar yollardayım."
            "Peki o sürekli bahsi geçen prenses?"
            "Ne olmuş ona?" biraz asabi çıkmış sesi.
            "Sen anlat ona ne olduğunu, aşıktın ölüyordun?"
            "Ben verdiğim değerin karşılığını bulamayacak mıyım hiç?" diyerek eski dostuna sarılmış.
            "Oyy tamam geçti geçti" demiş kız, arkadaşının sırtını sıvazlarken, "ben aynı çileyi iki yıldır çekiyorum, derdim sana derman olsun" demiş, halden anlar bir ses tonuyla.
            "Hakikatten sende durum nedir?" demiş ozan bir anda kendine gelerek.
            "Ne uzuyor ne kısalıyor" demiş kız iç çekerek. 
            "Desene yüzümüz gülmeyecek bizim sevdadan"
            "Hadi oradan be, mutlaka gülecek bizim de yüzümüz"
            "Öyle mi dersin?"
            "Kesinlikle!"
            Kır gezintisi ve eski dost ile muhabbet çok iyi gelmiş ozana, resmen tazelenmiş hissediyormuş. Prensese olan öfkesini de yense her şey düzene girecekmiş. Aslında kızdığı kendisiymiş ozanın. Nasıl bu kadar kör olurum, nasıl bu kadar kendimden ödün veririm diye öfkeliymiş kendisine. 
            Akşamki gösteriden sonra ozanın eski dostu yine oradaymış, bu sefer yanında üç arkadaşı daha varmış;
           "Merhaba, yine çok iyiydin."
           "Teşekkürler"
           "Tanıştırayım bu kardeşim, bu da Kira, Bene'yi zaten tanıyorsun."
           "Memnun oldum, n'aber Bene?" 
           "Ben de memnun oldum" demiş Kira.
           "Kira ismi hiç bu diyarların isimlerine benzemiyor, sen de mi yabancısın?"
           "Yok hayır, annem uzak diyarlardan gelmiş, bu isim o diyarda çok yaygın."
           "Anladım" demiş ozan "gerçekten ilgi çekici, annenizle tanışmak isterdim. Mutlaka bir sürü hikayesi vardır.
           "Malesef on yıldır aramızda değil" demiş Kira gözleri uzaklara dalarak.
           "Özür dilerim, bilmiyordum. Huzur içinde yatsın" demiş ozan nasıl telafi edeceğini bilmez bir şekilde.
           "Sorun değil, bilemezdin zaten."
           "Kendimi affettirmek için size şarap ısmarlasam?" demiş ozan en şirin tavrını takınarak
           "Hiç sormayacaksın sandım" demiş çiçekçi kız, "hadi donat masayı!"
           "Başüstüne hanımefendi!"
           Sonra hep beraber sohbet edip şaraplarını yudumlamışlar. Ozan farkına varmadan kendini Kira'ya bakarken buluyormuş. İlgisini çekmiş Kira ancak hala kafasındaki prenses bulutunu dağıtamadığı için ilgisini başka taraflara yönlendirmiş. Olabildiğince ilgilenmemeye çalışmış. Zaten geceyi ilk terk eden de o olmuş. Uzun bir günün ardından tekrar yatağına gitmek için ayaklanmış;
           "Arkadaşlar bana müsade, bugün erken kalktım ve bu saate kadar çok yoruldum. Gidip dinlensem ertesi gün için iyi olacak." demiş ve ardından "sabah uyandırmaya gelme sakın!" diye sinirli taklidi yaparak çiçekçi kıza gülümsemiş.
           "Onu yarın düşünürüz, iyi uykular."
           "Hepinizle tanıştığıma çok memnun oldum, iyi geceler."
           "Sana da" demişler hep bir ağızdan...
          


3 Comments

taivas dedi ki...

hayallerin ne kadar buyukse hayalkirikliklarin da o kadar gurultulu olur demis buyuk dusunur burak aksak :)

taivas dedi ki...

There's no reason to feel bad,
But there are many seasons to feel glad, sad, mad
It's just a bunch of feelings that we have to hold
But I am here to help you with the load

(travis - flowers in the window)

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Kurban olurum Bertin <3

Blogger tarafından desteklenmektedir.