Sadece gülümsemekle yetindim. Son cümlesinin sonu işitilmeyecek yükseklikteydi, sanırım uykuya yenik düştü.

Dizimi başından hafifçe uyandırmadan çekerek yastığa koydum. Yine de uyandı “nereye?” diye sordu, “geliyorum” deyip çıktım odadan. Ali ve Samet her zamanki gibi oyunlarının başındaydı yalnız bu sefer gürültü yapmıyorlardı. Başımı salona uzattım, Ali kaş göz yaptı, “yok bir şey” gibilerinden başımı salladım. Mutfağa geçip iki bardak su kapıp tekrar odaya döndüm. Dut yatağa iyice yayılmıştı, rahatsız etmemek için suları komidine koyup, yorganı üstüne yavaşça örttüm. Yerdeki minderleri birleştirip, battaniyeyi de üstüme çektim. Ellerimi başımın arkasında birleştirip sırt üstü yatarak durum değerlendirmesi yaptım. Kimdi bu Dut? Nasıl hayatıma bu kadar hızlı giriyordu? Gerçi Pelin de bu hızla girmişti hayatıma, ne olduğunu bile anlamadan gelişivermişti olaylar. Göz ucuyla baktım Dut’a, mışıl mışıl uyuyordu, uyurken de çok tatlıydı. Acaba yanında mı uyusaydım diye düşündüm, sonra yatağın darlığı aklıma gelince iyi bir fikir olmadığının farkına vardım. Çok deli uyurdum zaten, kıza rahat vermezdim. Ben de uykuya daha fazla direnmedim. Sudan bir yudum alarak bıraktım kendimi uykunun kollarına.

Sabah uyandığımda Dut hala uyuyordu, hem de nasıl uyumak! Yastığı yere düşmüş, üstü yarı açık, kolunun teki de neredeyse yere değiyordu. Yanağının üzerine yattığı için ağzı yarım açık kalmış. Uyurken bile gülümsetebiliyordu. Pencereyi açık unutmuşum dün gece, içerisi biraz soğumuş. Kalkıp onu kapattım, sonra çıkıp yüzümü yıkamaya gittim. Buzdolabını açtığımda tek eksiğin yumurta olduğunu görünce sevindim, cepte pek para kalmamıştı zira. Hırkamı üstüme geçirip markete gittim. Hazır gelmişken omletlik malzeme alayım da güzel bir kahvaltı yapalım diye düşünüp mantar, yumurta ve süt aldım. Sonra dünden kalan sütün yeteceği aklıma gelince bıraktım sütü yerine. Evde peynir zeytin vardı, mısır gevreği falan karın doyurmadığı için nadiren alırdım zaten, bakındım, başka alacak bir şey bulamayınca kendime küçük bir çikolata aldım. Adetimdir, ne zamanmarkete alış verişe girsem, çıkarken kendimi ödüllendiririm, bunu da genelde çikolata ile yaparım. Eve döndüğümde Dut hala uyuyordu, Ali ve Samet de öyle. Saate bakmak hiç aklıma gelmemişti. Saate baktım daha 10’a geliyordu. Sigara almak için odaya girdim elimdeki poşetleri mutfağa bırakarak. Tekrar Dut’a baktım, yorgana sarılmış yatıyordu. Acele etmedim, yaktım sigaramı ve omlet malzemelerini çıkardım. Severek yaptığım şeylerin başında geliyordu yemek yapmak, bulaşık olmadığı sürece. Mantarları doğradım, yumurta, süt ve baharatlarla çırpıp, yağlanıp kızdırılmış tavaya gönderdim. Annemin mutfağı olsa asla izin vermeyeceği omleti atarak çevirme hareketini, kendi mutfağım olduğundan beri oyun haline getirmiştim. Omletleri hazır ettikten sonra, bir taraftan sigaramı içiyor, bir taraftan da masayı hazırlıyordum. Çayı da demlenmeye bırakıp kitabımı açtım. Samet ve Ali’nin bu saatlerde uyanmayacağını bildiğimden ötürü rahattım. Yarım saat, kırk dakika sonra Dut geldi balkona:

“Günaydın.” dedi uyku mahmuru haliyle.
“Günaydın.” diye yanıtladım kitap ayracını kaldığım sayfaya iliştirirken.
Gerinip esnedi “Donatmışsın yine.”
“Nacizane” dedim, biraz da eserimle gurur duyarak, “hadi elini yüzünü yıka, ben de çayını doldurayım.”
“Tamam geliyoaaayhhh! Amma esnedim. Tamam yüzümü yıkayıp açılayım ben” dedi esneyerek.

Söndürdüm sigarayı, çaydanlığı yanıma aldım. Omletleri de mikro dalga fırında ısıtıp tabaklara servis ettim. Dut bir ayağını altına alarak oturdu masaya. Omletten ilk lokmayı aldıktan sonra yine yutmadan konuşmaya başladı:

“Sen neymişsin ya!” dedi ağzı tıka basa dolu halde.
“Abartma Dut, omlet bu.”
“Benimle evlenir misin?”
Güldüm: “sen de bir omlete kanıyorsun, daha önce kaç kişiye teklif ettin bunu?”
“Reçel ne reçeli?”
“Çilek. Annem yaptı.”
“Maşallah ana oğul ne marifetliymişsiniz.”
“Teşekkür ederiz, bir bardak daha çay?” dememle bardağını uzatması bir oldu. Resmen yemeği bırakıp Dut’un telaşını izliyordum. “Boğulmasan bari bir gün.”
“Yok conom, boğolmom.”
Kahvaltıdan sonra tekrar salondaki koltuklara uzandık. Yattığımız yerden sigaralarımızı tüttürüyorduk.
“Oof çatlayacağım!” dedi göbeğini ovuşturarak.
“Ben dedim sana insan gibi ye diye! Soda getireyim mi?”
“Var mı?”
Yanıtlamadan ayağa kalkıp buz dolabından iki tane soda kaptım “buyur.”
“Çok sağol ya!”
“Ne demek.”
“Saat kaç oldu bu arada?”
Doğrulup telefona baktım: “Onbir buçuk, neden sordun?”
“Salı değil mi bugün?”
“Evet, hayırdır?”
“1’de dersim var, sonra da işe gideceğim.”
“Tamam o zaman ben seni durağa bırakayım, bugün de ben tatil yaparım, ödevim vardı zaten.”
“Gerek yok ya, ben giderim.”
“Yok ya, kaybolursun falan. Hem çıkayım da sigara alayım, bitmek üzre.”
Üstüme hırkamı geçirirken Dut da odadan eşyalarını topluyordu, çabuk bir hamleyle üstünü de değiştirmişti.
“Hazırım, gidebiliriz.”
“Tamam.”

Dut’u durağa bıraktıktan sonra sigara alıp eve döndüm, kirlileri toplayıp attım makineye, ders çalışma hevesi henüz gelmediği için ortalığı toplayarak değerlendirdim vaktimi. Bulaşıkları da yıkayıp yerlerine yerleştirdikten sonra tekrar kitabıma döndüm, çamaşırların yıkanması bitene kadar.

Makinanın sıkma sesine dayanamayan yarı evcil canavarlar sırayla salona döküldüler. Ufak tefek muhabbetlerle geçiştirdiğim bu birliktelik zamanlarını makinanın durma sesiyle yarım bıraktım. Çamaşırları asarken evde dursam da ders çalışamayacağımı farkedip, asma işleminin ardından giyinip çıktım evden. Okula gitmeyecek olsam da buluşacak birilerini bulurdum. Mustafa’yla görüşürdüm belki.

Aradım Mustafa’yı, vakti varmış. İzmir Caddesi’nde buluşmak için sözleştik. Buluşma vaktinden erken gediğim için bir süre yalnız başıma bankta müzik dinledim, çok geçmeden de Mustafa damladı;

“Hayırdır lan? Böyle dertli gibi çökmüşsün” dedi omzuma vurarak.
“Yok lan ne derdi” dedim kulaklığı çıkarırken.
“Ne var ne yok?” dedi yanıma oturduktan sonra.
“Aynı demeyi isterdim de epey gelişme var. O değil de sen neden buradasın?”
“Ya ananem rahatsızlanmış, duramadım ben de. Zaten sıkılmıştım Kıbrıs’ta, nefes alırım diye bir hafta astım dersleri geldim.”
“İyi etmişsin, nasıl şimdi ananen?”
“İyiye gitmiyor ya Emre. Önceden bilirsin hayat dolu kadındı, şimdi kanseri iyice yayılmış, gün sayıyor neredeyse.”
“Üzüldüm ya” dedim elimi omzuna koyarak “bende bile hakkı çok kadının, bir ara beraber gidelim hastaneye.”
“Ailesinden olmayanı almıyorlar ama sağolasın. Ee sen anlat, epeydir görüşmüyoruz, Pelin ne oldu?”
“Ne olmadı ki.”
“Anlat işte çatlatma.”
“Tamam dur, kola alalım, şu aşağıdan da bir puro kapalım da uzun uzun anlatırım.”
“Tamam.”
“Aç mısın?”
“Yok ya, yedim geldim.”
“Hadi o zaman.”

Havadan sudan muhabbetlerle büfeye doğru yürüdük, iyi soğutulmuş bir litre kolayı aldıktan sonra Necatibey Caddesi’ne doğru inen sokaktaki seyyar satıcılardan iki tane güzel vanilyanlı puroyu da kaptıktan sonra eski yerimize dönüp banka bıraktık kendimizi.

“Ee başla bakalım anlatmaya.”
“Başlayayım” dedim koladan bir yudum alarak “geçen hafta Pelin’in bir ödevi vardı, seçmeli ders mi almış ne almış, Autocad’e benzer bir programda çizim yapması gerekiyordu, ben de Pelin’i görürüm diye gittim yanına, hem de bir yardımım dokunur belki diye. Uğraşıyor bu falan, bir türlü işin içinden çıkamadı, kafayı yiyecek. Birkaç ufak komut girdim, Autocad ile aynıymış mantığı, hallolunca bu havaya uçtu resmen sevinçten, ne yapacağını bilemedi falan, ben de yanağımı uzattım, öpücüğümü aldım. Buna benzer bir kaç tane daha sorununu çözünce her seferinde uzattım yanağıma, her seferinde de içten bir şekilde öptü” dedim iç geçirerek.

“O zaman aranız iyi” dedi purodan bir nefes çekerek.
“İyiydi.”
“Ne oldu peki? İyisi mi sen şunu en başından anlat.”
“İlk zamanları biliyorsun zaten, en baştan anlatmama gerek yok. Ortak arkadaş ile tanışmıştık Pelin ile. Ben ilk gördüğümden beri beğeniyordum ama o pek yüz vermiyordu, yani nasıl desem, herhangi bir partiye, konsere çağırdığımda gelmiyordu. Sonra bu güz dönemi başında birkaç kez Kızılay’da, Tunalı’da karşılaştık ama beklenmedik bir şekildeydi, bunun da ilgisini çekmiş olacak ki sonrasında arada bir görüşür olmuştuk. Sonrasında bir barda karşılaşınca muhabbetimiz koyulaştı iyice.”

“Sonra?”
“Sonra işte daha fazla vakit geçirmeye başladık. Beraber ödev yapmalar, okuldan sonra takılmalar derken bir baktım gecem gündüzüm Pelin olmuş. Çok da yakın davranıyor diye ben hepten hem umutlandım hem de gönlümü kaptırdım. Beni de biliyorsun, tutamadım içimde. Vakti miydi, değil miydi hiç bakmadan bir gün haykırdım ben seni seviyorum diye.”
“Nasıl yani? Açık açık söyledin mi? İlan-ı aşk yani?” dedi bir taraftan da gülerek.
“Ne gülüyorsun lan?” dedim tersleyerek. “Aynen öyle yaptım.”
“Tamam kızma, o ne dedi?”
“Demedi bir şey.”
“Nasıl lan? Doğru düzgün anlatsana.”
“Demedi cidden bir şey.”
“Sana bölümündeki arkadaşın da dememiş miydi, söyleme, git öp, bir şey yap ama söyleme diye.”
“Ne yapayım, ben planla yürütemiyorum o işleri, nasıl geliyorsa öyle taşıyor içimden.”
“Sen bu kafayla devam et Emre, daha çok yalnız kalırsın. Sığır gibi atlarsan, açılırsan alacağın sonuç hep böyle olur. Biraz ağırdan sat kendini, cool ol, biraz yanaş, sonra uzaklaş bir süre. Biraz yi davran sonra arayıp sorma. Kendine iyice bağladıktan sonra da bir punduna getirip öpersin, bir şey yaparsın hoop oldu bitti işte.”
“Ben onu yapamıyorum işte.”
“Neyse nasıl açıldın peki?”
“Açılmaya karar verdikten sonra ben evde şaraplanmaya başladım, sonra aradı, kısa sürecek bir işi varmış, beraber o işini hallettik, ardından Sakarya’da ufak bir puba gidip oturduk. Happy hours mu ne varmış, içkiler ucuzdu, biz de birbiri ardına devirdik kadehleri. Masada sadece biz varız, neredeyse mekanda bile sadece biz varız. Bir çift daha vardı ama onlar köşede yiyiştikleri için pek görünmüyorlardı. Ben söylemek için yanıp tutuşuyorum ama cesaret de edemiyorum bir türlü. Biradan devam ettim içmeye, kaçıncı bardaktı hatırlamıyorum, saat geç olmaya başlayınca kalkmaya karar verdik, ben hala söyleyemedim tabi. Kalktık. Kızılayın yolunu tuttuk, tam bir sokak mesafe kalmıştı durakların oraya, ben orada patladım. ‘Yeter ya! Buraya kadar’ dedim biraz sesimi yükseltip. Ne olduğunu anlamadı tabi ama beni kendime getiren cümle bu oldu. ‘Şimdi söylemezsem daha da söyleyemem’ dedim ‘ben seni seviyorum!’ kaldı öylece, bir gülümsedi, bir ifadesiz kaldı, tam anlayamadım. Yüzüne baktım bir karşılık versin diye, ne bileyim ‘ben de seviyorum’ desin, öpsün, sarılsın, bir şey yapsın yani. Yapmadı” purodan derin bir nefes çekip anlatmaya devam ettim “sonra ne dedi biliyor musun? ‘teşekkür ederim’ sadece bunu dedi. Dedim ‘öyle değil, bildiğin seviyorum! Seni düşünmek, seninle görüşmek, konuşmak dışında yaptığım her şey fuzuli geliyor. Senden ayrı olduğum vakitlerde evin içinde volta atıp ofluyorum sadece. Kafayı yemek üzereyim.’ Neymiş efendim, ben onu doğru düzgün tanımıyormuşum, çok boş bir insanmış aslında. Dedim ‘ben de o yüzden bunca zaman bekledim, hemen açılmadım’ diye, ‘tanıyabildin mi bari?’ dedi, dedim yok, nereye tanıyorsun bu kadar zamanda.

‘Keşke içerken söyleseydin bunu, uzun uzun konuşurduk’ dedi, konuşalım hadi diye girdim koluna, otobüs kalmazmış şimdi başlarsak konuşmaya. Farketmez desem de dinlemedi, postaladı. İki yanağımdan da öpmeyi ihmal etmedi.”
“Allah Allah. Başka bir şey demedi mi?”
“Demedi” dedim derin bir nefes puronun ardından.
“Sonra konuşmayı kestiniz mi?”
“Yok, aksine daha da samimi olduk. O muhabbetin akşamına internetten sohbet ettik ki hiç adeti değildir. Sonra ben bunu bizim eve çağırdım yemek yiyelim diye, geldi. Yemekten sonra birer birer çekyatlara uzandık, çok samimi davrandığından ben dedim oldu herhalde bu iş. Farklı çekyatlarda yatarken müasde isteyip yanına geçtim, beraber yatmaya başladık, kolumu başının altına koydum, öylece yattık bir süre. Burun burunayız, nasıl mutluyum, heyecanlıyım. Telefonum çaldı o sırada, açmam gerekiyordu. Konuşurken elimi kaldırdım, bir şeyler anlatıyordum, elini elimin yanına getirdi, öylece baktı bir süre, telefonu kapatınca da ‘ufacık ellerin var’ dedi, ‘ekmek gibi’ sonra da güldü kendince, ufak falan da değil ellerim, anlam veremedim. Sonra elimin üstüne koydu elini, parmaklarımızı ölçüyorduk. Bana hep masum ve sevimli gelir o hareket, içim ısınmıştı resmen o sırada, öpmemek için kendimi zor tutuyordum.”

“Öpseydin oğlum. Kız tüm fırsatları önüne sermiş, neyi bekledin?”
“Ne bileyim, henüz üzerine de konuşmamışız ya, bir tedirgin oldum, ters teperse diye.”
“Ee sonra?”
“Sonrasında ben 18 gün bekledim.”
“Neyi bekledin?”
“Konuşmamızı. 18 gün boyunca o mevzuyla ilgili tek kelime konuşmadık. Yakınlığından zerre eksilmedi, hatta arttı, ben de sandım ki...”
“Ne sandın?”
“Çıkmaya başladık sandım, hep beraberdik yine ama ne bileyim huzursuz da olmaya başlamıştım. Ufaktan huysuzluk çıkarmaya başladım artık, 3-4 gün önce de bir bara gittik. Pelin, ben, Ali, birkaç tane de Pelin’in arkadaşı falan.”
“Ee” dedi gözlerini benden ayırmadan.
“Eesi benim bozuk atmam yüzünden konuşmak zorunda kaldı.”
“Ne dedi?”
“Arkadaşmışız.”
“Nasıl?”
“Bildiğin arkadaş. Hatta abisi gibiymişim, babası gibi. Beni hiç o gözle görmüyormuş, benim de görmemem lazımmış. Birbirimizi kadın erkek ilişkisi haricinde çok seviyormuşuz, böyle kalmalıymış. İsim koymamalıymışız.”
“O nasıl iş ya?”
“Ben de anlamadım.”
“Ne oldu sonra?”
“Sonra ben o barda yığıldım kaldım. Baya bildiğin içime oturdu bu durum. Ben neredeyse çıkıyoruz bile sanarken, arkadaşmışız meğerse. Öyle arkadaşlık mı olur? Resmen taciz ediyordum kızı. Öpüyordum durduk yere, sarılıyordum. Bunlar bardan gitti, beni de götürmeye çalıştılar ama inat edip gitmedim, içmeye devam ettim, kafam nal gibiydi.”
“Evin yolunu nasıl buldun?”
“Bulamadım.”
“Nasıl yani? Beni arasaydın, Rıza’yı falan, ne bileyim, birimiz toplardık seni.”
“Dut topladı sağolsun.”
“Dut ne lan?”
“Bir kız. Beni bardan o gece o toplamış.”
“Nasıl yani?” dedi, anlamamıştı.
“Ya işte ben yere yığılmışım o kadar içtikten sonra, Dut beni evine götürmüş.”
“Seni?”
“Evet.”
“Evine?”
“Evet.”
“Götürmüş?”
“Her kelimeyi tek tek soracak mısın?”
“Hayır da nasıl yani? Anlamadım ben. Sen baya sarhoş oldun Pelin gittikten sonra, kızın teki de aldı seni evine götürdü. Böyle mi cereyan etti olay?”
“Aynen öyle ama sandığın gibi bir sevişme, yatıp kalkma olayı yok. Ertesi gün beraber kahvaltı yaptık, dün de o bizde kaldı. Seni aramıştım ya kek var gel diye, işte sen gelmeyince aklıma Dut geldi, onu çağırdım onunla yedik keki. Sonra da film izleyip, şarap içip uyuduk.”

“Bir şey geçmedi yani aranızda?”
“Hayır geçmedi. Ne geçebilir ki? Kafam hala Pelin ile dolu.”
“Vay be Emre’ye bak! Bardan kız düşürmüş! Pardon kız bizim oğlanı düşürmüş. İlginçmiş ya.”
“Öyle, bu ara gündem karışık.”
“Nasıl peki o kız? Neydi Dut mu? Dut diye isim mi olurmuş?”
“Ya Dut lakabı, herkes öyle bilirmiş Dut’u. Aslında baya güzel, biraz başına buyruk ama bir taraftan da çekingen gibi, tam anlamadım.”
“İlginç gerçekten, neyse benim birazdan kalkmam lazım, dayımlarda yemek var, ona geç kalmayayım. Ne gündem varmış sende de arkadaş, saatlerdir anlatıyorsun bitmedi.”
“Sorma, hadi kalkalım o zaman, yavaş yavaş gideriz.”

*Arkası yarından sonra*


5 Comments

mirage dedi ki...

Ulan bir kerede yaz da yayınla vicdansız :(

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Boyle parca parca yayinlayip inletcm hepinizi =) 30 agustosa kadar ekledim bloga, 2 gunde bir otomatik yayinlayacak. Yaklasik yarisi ediyor. Diger yarisi da 2 gunde bir devam edecek ^_^

mirage dedi ki...

Fakat ayıp, fakat günah!

Begonvilli Ev dedi ki...

Okuyorum.. Okuyacağım:))

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Mutlu oldum Begonvilli Ev =) esinize dostunuza da onerebilirsiniz, yaklasik 1 aydan fazla boyle devam edecek ve romanin en can alici bolumleri heniz yazilmadi. Neden Dut lakabi mesela? Bunlarin cevaplarini yazabilmem icin gaza gelmem gerek =) en son kitabi ebook olarak yukleyecegim.

Blogger tarafından desteklenmektedir.