Bir süre hayatımdaki yeni gelişmeler hakkında konuştuktan sonra havadan sudan, okullardan konuşmaya başladık. İki saate yakın geyiğin üzerine Bestekar’a gitme teklifime kimse sıcak bakmadı, herkesi ailesi evde bekliyormuş. Ben de dışarı çıkma amacımdan sapmamak için koyuldum yola. Konur’dan geçerken bir çiğ köfte alıp kemire kemire arşınladım yolları. Önce Kuru’ya uğradım, evde birer kahve eşliğinde durumu tartıştık, Dut’un arada böyle çıkışları olurmuş ama uzun süreli bir ortadan kayboluş olacağını sanmıyormuş. Kafasının atıklığı geçince gelirmiş geri ancak ben daha fazla dayanamıyordum. En azından telefonda da olsa görüşseydim içim rahat edecekti. Nerede olabilirdi? Kuru da fikir yürütemiyordu ve samimiyetine inanıyordum.

Kahvenin ardından Bestekar’a doğru yol aldım, Kuru ödev yapacağından gelmedi. Pek kimseyi de tanımıyordum ortamdan, zaten kimse birbirini tam olarak tanımıyordu orada. Uzun süredir birlikte takılanlar hariç kalabalık sürekli yenileniyordu. Dut’la ilk gelişimizin ardından birkaç kez daha takılmaya gelmiştik buraya.

Aşina olduğum birkaç yüzü görünce içim rahatladı, sokuldum yanlarına, şaraplarından otlanmaya başladım. Dut’u sordum tanıyanlara, dün uğramamış. Bugün geleceği de şüpheli. Olsun, beklerim ben, yıllarca bekledim ben Dut’un gelmesini. Dut’u uzun süredir tanıyanlara Dut’u sordum, çok fazla tanımıyordum ne de olsa. Yalnız o kadar zamandır tanıyan insanlar bile hakkında benim bildiğimden fazla bir şey bilmiyorlardı. Elim boştu yine.

Son otobüs vaktine kadar bekledim sokakta, kalabalık daha yeni yeni artarken ayrıldım sokaktan, Dut yoktu. Benden sonra gelir mi acaba diye düşündüm ama bu saate kadar gelmediyse zaten gelmez diye düşünerek otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Tempolu geçen bir günün ardından önce otobüste, sonrasında yatağımda derin bir uyku çektim, Dut’a kaygılı bir şekilde.

***

Öğleden sonra uyandığımda müthiş bir baş ağrım vardı. İçtiğim biraların üzerine yarım şişe şarap iyi gelmedi bünyeye. “Düşünüp durmaktan da olabilir” diye geçirdim içimden. Telefonu aldım elime yine, bir umut ulaşabilirim Dut’a diye. Telefonu açıktı bu sefer ama açmıyordu. “Tanıdık polis bulsak da sinyallerden yerini tespit ettirsek” diye düşünürken, mesaj atmanın daha makul olacağını düşünerek mesajı yazdıktan sonra telefonu komidine bırakıp yüzümü yıkamaya gittim.

Mesainin başladığı gündü bugün ve eğer sorumluluklarının bilincinde bir Dut ise bu Dut, okuluna gitmek zorundaydı. Tek sorun, benim onun okuluna nasıl gireceğimdi. Kapının önünde beklemek bile işe yarayabilirdi aslında ama işi garantiye almak için içeriye girmek şarttı.

Boş mideyi de yatıştırdıktan sonra evden çıkarken salona göz gezdirdiğimde boş görünce şaşırdım. Bizim yarı evcil canavar odasında uyumuş olmalıydı. “Ölse kokusundan anlarız” diyerek umursamadan çıktım evden. Tek derdim Dut’u bulmaktı, şu anda son kaygılanacağım kişi Ali’ydi.

Toplu taşıma ve yaya olarak yolları takip ettiğimde kendimi Mülkiye’nin önünde buldum. Halil Amca’ya uğradım, orada yoktu Dut, nizamiyenin önünde bir ileri bir geri yürüyordum. İçeri girmek için kapıdaki güvenlikten müsade istesem vermezdi, ODTÜ’den sonra en iyi korunan okullardan birisiydi. Bilkent kimliği de bir şeye yaramazdı. Seminer desem, söyleşi desem bir ihtimal ama riske atamazdım, güvenlik beni tanırsa giriş umudum tamamen sönerdi. Bir şekilde kimlik bulsam rahatça girerdim.

Nizamiye önündeki voltalarla bir yere varamayacağımın farkına vararak Halil Amca’nın yanına gittim tekrar, derdimi anlattım, sonrasında gülümseyerek yanımdan ayrıldı. “Umursamadı” diye düşündüm ancak daha 2 dakika geçmeden elinde Ankara Üniversitesi kimliğiyle geldi.

“Halil Amca nereden buldun bunu?”
“Bir arkadaştan” dedi. Tevazusunun altında biraz övünme de vardı “hadi gir içeriye, bak bakalım bizim deli kız gelmiş mi okula. Kimliği buraya bırakırsın tekrar.”
“Büyüksün Halil Amca! Tamam ben işim bitince bırakırım buraya tekrar.”

Kimlik işi hallolduktan sonra elimi kolumu sallaya sallaya girebilirdim artık içeriye. Yine de turnikelerden geçerken bir huzursuzluk kaplamadı içimi desem yalan olur.

Tedirgin adımlarla girdim nizamiyeden. Daha önce birkaç kez İnek Bayramı için girmiştim içeriye, yine aynı yöntemle ancak yine de kampüsü pek fazla bilmiyordum. Dut’un bahsettiği kafeye yöneldim önce, sezgilerimle bulmayı bildim fakat ne kadar dolandıysam da içeride Dut’a raslamadım.

Buraya kadar gelmişken yılamazdım. Önce bahçeye çıktım, banklardan tekine oturup gelen geçene dikkatlice bakmaya başladım. Resmen turistik geziye gelmiş gibiydim kampüse. Her yer yabancı, her yere yabancıydım. Geniş hasır şapkam ve fotoğraf makinam eksikti. “Ne yapıyorum ben?” sorusu düştü birden aklıma. Gerçekten ne yapıyordum? Ben ne ara kapıldım Dut’a bu kadar? Yaptığımın mantığını bile sorgulamadan, sadece Dut’a kendimi izah etmek için üç gündür bakmadığım köşe başı kalmadı. “Ne hali varsa görsün!” diyemiyordum da. Bu kadar mı uzak kalmışım ben aşktan? Bu kadar sersemlettiğine, her yaptığım şeye şaşırttığına göre epey olmuş.

Mülkiye koridorlarında bir saat kadar dolanmamın ardından, okulda bulabileceğime dair son umudumu da fakültenin koridorlarına bırakarak çıktım okuldan. Kafeye vardığımda Halil Amca yüz ifademden anlamış olacak ki hiç soru sormadı, ben de kimliği bırakıp ayrıldım yanından.

Güneş akşamüstünü gösteriyordu ve hala elim boştu. Okulu da asmıştım. Tekrar aradım Dut’u açmadı, mesaj attım, yine cevap yoktu. Daha üç gündür ortalarda olmamasına rağmen özlemeye başlamıştım Dut’u. Açsa telefonu, bağırsa çağırsa, “bitti” dese, “görmek istemiyorum artık seni” dese ona bile razıydım. Sadece sesini duymak istiyordum tekrar, görmek istiyordum. Yanına taşınmayı reddetmemin buraya geleceğini hiç tahmin etmezdim ama inatçıydı işte. Fikrimi bile değiştirmeyi bile düşündüm sırf tekrar görebilmek için. Bir an aklımdan “tamam yeterki gel, senin yanına taşınacağım” diye mesaj atmak geçmedi değil ancak iş artık beraber yaşama boyutunu çoktan aşmıştı. Kararımdan dönmem içime sinmeyecekti ve bir şekilde, en ufak tartışmamızda bu kararım tekrar aklıma gelecekti. Kaldı ki birbirimizi hala yeterince tanımıyorduk ve olası bir anlaşmazlıkta ortada kalan yine ben olacaktım. Ayrıca Dut’un kurulu düzeninin üzerine gidecektim, kafama göre bir evim olmayacaktı. Bir nevi yancı gibi olacağımdan da diken üstünde olacaktım.

Bu düşüncelerimin ardından, Dut’a taşınma fikri cazibesini tümden yitirdi. Sıra Dut’u bulup bunları ona da açıklamaya geldi ki zaten ortadaki asıl mesele ve en büyük sıkıntı da buydu. Neredeydi Dut? Dut’u arama hevesim azalmışken bu hırs ile onu bulabileceğim yerlere bakma fikri tekrar alevlendi. Tekrar düştüm yollara.

O günün gecesini de Bestekar’da geçirip, geç olduğu için Kuru’da sabahladım. Muhabbet ettik baya, Dut’tan, onun hayatından, benim hayatımdan. Ev arkadaşı yine erkek arkadaşında kalınca sadece ikimizdik evde. Şarap eşliğinde dertleştikten sonra yataklarımıza ayrıldık. Delikanlı kızdı Kuru, teskin ve telkin konusunda da uzman sayılırdı, konuştukça içim açıldı sayesinde. Ne zaman umutsuzluğa düşsem “Dut bu, kafası atınca yatışana kadar kaybolur böyle arada. Birkaç kez ben de yaşadım aynı kaygıları, kafasını toparlasın gelir geri” deyip yatıştırdı kaygılarımı. İçten içe işkillenmedim de değil, “yerini biliyor olmalı” diye düşündüm ama sözleri ikna ediciydi.

Bahadır arada bir arayıp önce Dut’u soruyor, sonra da her şeye o sebep olmuş hissiyle tekrar tekrar özür diliyordu.

***

Nafile arayışlarım dördüncü gününe ulaştığında artık beklemekten başka çarem olmadığını düşünürken ayaklarım beni istemsiz ilk tanıştığımız geceki bara götürdü. Dut! Köşede, karanlıkta tek başına içiyordu;

“Dut!”
“Emre? Nereden buldun beni?” dedi şaşırmış bir şekilde.
“Bilmem, içgüdüsel sanırım. Asıl sen ne yapıyorsun burada?”
“İçiyorum, gördüğün gibi.”
“Yeterince içmişsin, gel gidelim.”
“Nereye?”
“Dışarıya bir yere, ayılırsın biraz.”
“Ayılmak istediğimi de nereden çıkardın?”
“O zaman ben de içiyorum.”
“Hay hay.”

Konuşmaya çalıştıysam da fayda etmedi, nerdeyse tek kelime etmedi, sadece önündeki içkisiyle ilgilendi. Benim gelmemden beridir içtiği 3. bardak cin toniğinin üstüne masaya yığılmak üzereydi ki hemen koluna girdim “ah be Dut! Neden yapıyorsun bunu” dedim kendi kendime, Dut ise yarı baygın şekilde “bırak beni, içeceğim ben daha!” diye inat ediyordu. Neredeyse sürükleyerek dışarıya kadar taşıdım, bu halde nasıl içmeye devam edecek çok merak ediyordum. Yolun karşısına geçip bir taksiye bindirdim Dut’u, kendim de yanına. Dut’un evinin adresini verdim taksiciye, on dakika bile geçmeden evdeydik. Apartmana girmeden hemen önce Dut kaldırıma kustu, sürüklemenin çare etmeyeceğini anlayınca aldım kucağıma, çantasından da anahtarı çıkarıp açtım kapıyı. Dut kucağımdayken zor olsa da kızı düşürmeden odasına kadar gelebilmeyi başardım, tekrar kusacak gibi olunca banyoya götürdüm Dut’u. “Neden bu kadar içtin Dut?” dediysem de cevap verebilecek halde değildi. Seslere uyanan Aylin geldi yanımıza, kendi başımıza halledebileceğimi söyleyip gönderdim uykusuna, af dileyerek. Dut’un kusması bittikten sonra soyarak geceliğini giydirdim, ben de Dut’a yedek bıraktığım şortumu giyerek uzandım Dut’un yanına. Her şeyin yolunda olduğundan emin olana kadar izledim Dut’u, kusmayacağından emin olduktan sonra ben de kapadım gözlerimi, Dut’u bulmuş olamanın verdiği rahatlıkla.

***

“Emre!”
Dut’un bu nidasıyla açtım gözlerimi “efendim canım.”
“Sen ne ara geldin? Ben ne ara geldim?” dedi şaşkın ve sevinçli bir halde.
“Hatırlamıyor musun cidden?”
“Gece bara gelişini hatırlıyorum sadece, hepsi o. Ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum.”
“Konuşmadık zaten, sadece içtik.”
“Eve nasıl geldik?”
“Taksiyle. Adım atacak halin yoktu, kucağımda getirdim resmen. Apartmanın önüne de kustun.”
“Yok artık! Ben kusmam!”
“Banyoya da kustun hanımefendi, öleceksin diye korktum bir an.”
“Hadi be? Off başım çatlıyor, dilim damağım kurumuş, ben bir su içeyim.”
“Bekle ben getiririm” deyip su getirmek için mutfağa gittim. Geldiğimde Dut tekrar yatar pozisyon almıştı, “buyur.”
“Ölmüşlerinin ruhuna değsin, su verenlerin çok olsun” dedi gülerek.
“Ne demek efendim” dedim gülümseyerek, “ne olur gitme bir daha.”
“Asıl sen gitme!” deyip sarıldı sıkıca.
“Benim bir yere gittiğim yok.”
“Ama o çocukla eve çıkacaktın hani.”
“Çıkacağım evet ama bir yere gitmiyorum, buradayım.”
“Sıkılmadın yani benden?”
“Yok canım nereden çıkardın onu?”
“Benimle yaşamak istemiyorsun ama.”
“Ben zaten hep seninle yaşıyorum” dedim yanağını okşarken “fiziksel olmasa da” diye ekledim.
“Fiziksel de olsun” dedi dudaklarını büzüştürerek.
Bir öpücük alarak devam ettim konuşmama “öyle olursa birbirimizden sıkılmamız daha muhtemel, böyle olursa özlersin hem sen beni bir süre görmezsen.”
“Öyle olsun bakalım. Bırakmıyorsun ama beni?”
“Kesinlikle hayır!”
“İnanayım mı?”
“İnan tabii! Sen neredeydin bunca zaman? Nerede kaldın?”
“Kızlarda.”
“Hangi kızlarda?”
“Sizinkilerde” diyerek sırıttı “Derya ve Nergis”
“Yok artık! Cidden mi?”
“Evet, sen nerede arıyordun?”
“Kuru, Bestekar, Mülkiye, Stüdyo, takıldığın tüm barlar.”
“Hadi canım, hepsine de bakmış olamazsın.”
“İki gece Bestekar’da takıldım be oraya düşer misin acaba diye. Punk kankalar edindim sayende.”
“Koca memeli olanla olmadın umarım” dedi kaşlarını çatarak.
“Yok canım, şu ateşle oynamayı seven var ya, neydi adı?”
“Kül’ü diyorsun, ha o sağlam elemandır.”
“Hah Kül. Cidden kundakçılıktan sabıkası mı var onun?”
“Valla ben bildim bileli öyle bir geyik dolanır ortalıkta, sigarasını da hep kibritle yakar, ilginç adam ama sağlamdır.”
“Öyle görünüyor.”
“Onu bunu bırak da harbiden o saydıklarının hepsine gittin mi?”
“Uyku uyuyamadım senin yüzünden! O değil de Derya’yla Nergis neden bana haber etmediler hiç?”
“Ben söyledim, haber etmeyin diye.”
“Nasıl ikna ettin? Daha dün bir bugün iki, yeni arkadaş oldunuz.”
“Meze hazırlarken baya muhabbet ettik, iyi anlaştık ikisiyle de.”
“Üç çenesi düşük bulmuşsunuz birbirinizi!” dedikten sonra omzuma yedim tokatı.
“Sensin çenesi düşük!”
“Ben bunun hesabını sorarım kızlardan! Yalnız cin gibiymişsin, hiç aklıma gelmezdi onlara gidebileceğin.”
“Ee ne sandın akıllım” dedi gülerek.
“Neyse aç mısın?”
“Hiç bir şey yiyecek halde değilim, midem çok kötü.”
“Gel çıkıp biraz yürüyelim, olmazsa Halil Amca’ya gideriz, oraya kadar düzelirsin belki.”
“Olur, çık da giyineyim.”
“Çık mı? Seni ben giydirdim be! Benden mi çekiniyorsun şimdi?”
“O zaman sarhoştum. Hadi kış kış” diyerek kapının önüne koydu beni.


Blogger tarafından desteklenmektedir.