Evin eksiklerini yavaş yavaş tamamlıyorduk. Bahadır’a memleketinden bir kaç parça geliyor, İtfaiye Meydanı’ndan bakınıyoruz, arkadaşlar falan derken ev epey ev şekline girdi, artık misafir ağırlayabiliyorduk. Bazen Dut, Kuru ile birlikte kahvaltıya geliyordu, yine o günler biriydi, mükellef bir sofrada kahvaltının ardından Bahadır, ben, Dut ve Kuru; çay ve sigara keyfine devam ediyorduk.

“Sizin arkadaşlığınız nereden geliyor? Eminim ki Dut herkesle garip bir şekilde tanışmıştır” dedim Kuru’ya dönerek.
“Aynen öyleydi, oldukça garip.”
“Anlatsanıza.”
“Tamam o zaman başlıyorum. Benim lise bitmişti, öss o sene tutmayınca bir sene daha hazırlanacaktım, güzel sanatlar istiyordum hep. Birkaç yere sınava girdim, hatta tutanlar da oldu ama ben grafik okumak istediğimden hırs yapıp bir sene daha hazırlanmayı yeğledim...”
“Hatun kısa kes, biyografini çıkardın iki dakikada” diye araya girdi Dut.
“Tamam ya! Her neyse işte, o zamanlar en azıttığımız zamanlardı, ergen buhranları işte, evle kötü olmalar, sokakta sabahlamalar, sürekli içki içmeler...”
“Az mı içiyorsunuz şu an?” dedim istemsiz.
“Daha az en azından” deyip gülümsedikten sonra devam etti. “Biz yine bir arkadaşla beraber... O değil de Necip kayboldu lan!”
“Harbi ya, en son ailesi alıp İzmir’e götürmüştü, sonra kayboldu” dedi Dut.
“Necip kim ya?” dedim, konuyu anlamayarak.
“O gün yanımda olan arkadaş. Neyse işte biz Necip’le sinyal çekiyorduk...”
“Ya pardon bölüyorum da sinyal çekmek nedir?” diye lafa karıştı Bahadır.
Önce kızlardan bir kahkaha patlaması geldi, sonra da anlayışlı bir şekilde sinyali açıklamaya başladılar; “Dilencilik gibi bir şey ama kesinlikle dilenmek değil. ‘Abi bozuk paranız var mı, yolda kaldık da’ falan diyerek para toplamaktır sinyal” diye açıkladı Kuru.
“Ya da kişisine göre ‘abi şarap alacağız, para çıkışmadı, var mı bozukluğun?’ demektir” dedi Dut.
“Aynen öyle, bu şekilde herkese sora sora toplayabildiğin kadar para toplarsın, yeme şekli sana kalmış. Ev kirası ödeyen arkadaşlarım oldu bu yolla ama artık eski cazibesi kalmadı, önceden yiyordu millet ama artık dilenciymişsin gibi bakıyorlar. Aslına bakarsan ortam 2000’lerin ortalarında daha iyiydi” diye Ankara’nın sosyoloji tarihini açıkladı Kuru. “2000’lerin başında çok çok daha iyiymiş.”
“Ya hadi sadede gelin” dedim sabırsızca.
“Neyse işte sinyal çekiyorduk, Dut’a da sorduk, o da Bahadır gibiydi işte, ne olduğunu geç anladı, o da bizimle sinyal çekmeye geldi. Garibim İzmit’te görmemiş ki” deyip Dut’tan bir makas aldı.
“Siktir lan oradan! İyice süt çocuğu yaptın. Tamam orada hiç sinyal çekmemiş olabiliriz, hem Ankara’daki ilk yılımdı o sene, tecrübesizdim.”
“Hemen de sinirlenir miymiş.”
“Ya tamam anlat işte, devam et. Amma uzattın.”
“Neyse hep beraber sinyal çektik. Acemi şansı mıdır nedir, Dut sağlam ciro yaptı, baya güzel içtik o parayla. Hatta hatırlıyor musun Dut, okulun karşısındaki müzik marketinin arkasına gitmiştik de orada içmiştik.”
“Hatırlamam mı! Çok pis sarhoş olmuştum, ayaklarım yere basmıyordu. Hatta seninle Necip’in telefonlarını karıştırmışım kaydederken.”
“Neyse işte sonra Dut ‘gitar çalan var mı aranızda?’ diye mesaj atmıştı, öyle ufak tefek stüdyoya falan gittik, öyle kaynaştık, sonra hayatımda arınmadı hatun.”
“Hiç normal yollarla tanıştığın arkadaşın olmadı mı senin Dut?” dedim Dut’a dönüp ciddi bir ifade takınmaya çalışarak ama başaramadım, hala gülüyordum.
“Olmuştur mutlaka, ne bileyim, aklıma gelmiyor şu an.”

Havadan sudan muhabbetlerle çay keyfini de bitirdikten sonra Bahadır odası için birkaç şey bakmak için dışarı çıktı, Kuru da derse gitti, Dut’la kaldık yine başbaşa.

“Dut ben duşa giriyorum, sen biraz takıl.”
“Ben de geliyorum.”
“Nasıl?”
“Ya ben de yıkanacağım, utandın mı benden?” dedi muzip bir gülüşle.
“Yok canım, tamam gel hadi.”
“Hadi!”
“O zaman sen masayı falan topla, ben de küveti doldurayım.”
“Anlaştık.”

Suyu uygun sıcaklığa getirip küvetin dolmasını beklerken Dut’un yanına gittim yardım etmek için, ayak üstü ufak tefek oynaşmalar sonunda banyoda aldık soluğu. Dut’un aklına uyup aldığımız küvet köpüğü ilk kez işe yarayacaktı, onu da doldurduk küvete, az bir çabayla köpürdü hemen. Küvet çok büyük olmadıği için önce sığmakta zorlansak da ben ayaklarımı uzatıp iki yana açtım, Dut da arasındaki boş bulduğu yere oturup bacaklarını küvetin iki tarafından dışarıya salladı, yüz yüze bakıyorduk. En rahat oturabileceğimiz duruş bu idi. Havadan, sudan, derslerden bahsederken ilginç bir diyalog başlattı Dut;

“Lennon’ın Imagine şarkısını biliyorsun.”
“Evet.”
“Ne hissettiriyor sana dinlerken?”
“Bilmem, hiç düşünmedim.”
“Düşün bakalım.”
“John Lennon’dan dinleyince umudu ama A Perfect Circle coverını dinlerken çaresizliği.”
“Bana hep ‘keşke’ dedirtiyor.”
“Nasıl yani?”
“Keşke işte, keşke onun gibi olsa her şey, o şarkıda bahsedilen gibi. Ütopik olarak inandım ben oradaki söylenenlere hep. Lisede komünisttim mesela, gazete satmalar, ufak tefek eylemler, İstiklal Caddesi var mesela İzmit’te orada ufak tefek stand açmalar, bildiriler falan.”
“Hadi ya?”
“Evet oğlum, ne sandın? Neyse işte sonra biraz daha ayaklar yere basmaya başlayınca böyle bağırıp çağırarak, bildiri dağıtarak bir şeyler değişmeyeceğini anladım, okudukça da sosyalizmin, komünizmin o kadar da sağlıklı bir yönetim şekli olmadığına kanaat getirdim, tamam şimdiki yönetim şeklimizden ya da kapitalizmden çok daha iyi ancak yürümez o, insan egosu devreye girince halk eşit olsa da bürokrasi takımı kendi borusunu ötürrüyor. Her neyse, benim gönlüm ondan sonra anarşizme kaydı.”
“Anarşizme?”
“Evet ama kafanda oluşan ‘kıralım, dökelim, kaos yaratalım’ değil de Bakunin’in idealindekiler gibi. Çok çeşitli anarşizm dalları var. Yeşil anarşizm mesela; 60’lardaki hippiler dönemini düşün, komün yaşayıp, toplayıcıklıkla hayatlarını sürdüyorlarmış bir kısmı, yani o akımı moda olduğu için değil de gerçekten benimseyenler. Yoksa bildiğin şimdinin tikileri gibi, sırf gitar tıngırtısına veriyor kızlar diyerek hippi takılan züppeler de çokmuş o dönem.”
“Muhabbet çok ilginç bir yere gidiyor sanırım, ee nereye varacaksın çok merak ediyorum.”
“Bi’ ciddiye alıp dinlesen!”
“Tamam canım, devam et.”
“Ne diyorduk? Hah anarşizm. Eğer ben insansam, özgürlüğümün sınırını biliyorsam ve herkesi kendime eşit görüyorsam neden koyun gibi güdüleyim? Neden birbirinden çok farklı bir sürü insan basma kalıp bir düzen ile aynılaştırılsın?”
“Böyle söyleyince kulağa mantıklı geliyor.”
“Hem beni yönetecek o insanlar benim için neyin iyi olacağını nereden biliyorlar? Mesela köy yaşantısını düşün, şimdiki zaman olmasa da büyüklerin anlattığı dönemleri. Orada yönetimin halk üzerinde doğru düzgün etkisi yoktur, insanlar tüm işlerini imece usulü halleder. Yerel yönetimin etkisi yok mudur? Tabi ki vardır, yol yapar, elektrik çeker, su getirir ama önceleri düşün işte, bunlara bu kadar bağımlı olmadığımız zamanları. O zamanlar insanlar anarşist yaşamıyorlar mıymış?”
“Evet, bir nevi anarşizm.”
“Hah işte, o şekilde yaşasak tekrar, yönetime ne gerek kalır?”
“O zaman da ağalar varmış işte, malı, mülkü, parası çok olanlar güdüyormuş insanları.”
“Onlar olmadan da işler yürür ama, sadece halk paraya taptığı için boyunduruk altına giriyorlar, yoksa gayet yaşamaya yetecek kadar erzakları oluyor, sadece lükslerini satın almak için daha fazla para istiyorlar, böylelikle parası çok olana tamah ediyorlar.”
“Hadi diyelim onu da aştık, hiç bir şey ileriye gitmez ki o zaman da.”
“Ya neden gitmesin, öğrenmeye araştırmaya meraklı kimseler yok mudur? Mutlaka vardır, onlara imkanlar sunulur, böylelikle o da halledilmiş olur. Ancak insanlar kitleler halinde birbirinden bu kadar nefret ederken bu çok zor. Sonra düşündüm de dünyadaki tüm tarih kitapları yakılsa, sanal alemdeki şimdiye kadarki tarih bilgileri silinse, bir şekilde tarih hakkında konuşulması engellense, hayat nasıl olurdu diye.”
“Nasıl yani? Şimdiye kadarki tüm tarihle ilgili bilgiler yok olsa diyorsun.”
“Aynen.”
“Ne olacak öyle olunca?”
“Mesela bir Türk milliyetçisi neden Yunan’dan ya da Ermeni’den nefret eder?”
“Geçmişteki savaşlardan ötürü.”
“İşte bunu demeye çalışıyordum. Tüm bu bilgiler artık yok, yeni gelen nesiller hiç bir ırktan nefret etmez.”
“Pek bir şey değişmez sanırım.”
“Neden?”
“Bugünden itibaren tekrar yazmaya başlarlar, başka kavgalar olur, başka anlaşmazlıklar olur, yine bir ırk, başka bir ırktan nefret eder. Çıkar çatışması, din çatışması, iktidar, güç, para, ırk kavgaları yine insanları guruplara böler, en başa geri döneriz.”
Başını öne eğdi, sanırım bu düşünceye çok inanmıştı, kalesini yıkmış gibiydim. “Ben hiç böyle düşünmemiştim, insan egosunu atlamışım bu hayali kurarken.”
“Üzülme bu kadar” deyip sarıldım, “dünyayı değiştirebileceğin farklı yollar var.”
“Neymiş onlar?”
“Sonra uzun uzun anlatırım, benim de var dünyayı yaşanır kılmayı amaçlayan planlarım” deyip gülümsedim.
“O zaman beraber düzeltiyoruz dünyayı” dedi gülümsememe karşılık vererek.
“Anlaştık, hadi dön de sırtını sabunlayayım.”

Birkaç tane daha buna benzer mevzular konuşup, birbirimizi yıkadıktan sonra giydik bornozları geçtik odaya, acele etmedik giyinmek için. Birer sigara daha yaktık, henüz erkendi ne de olsa.

“Bunu tekrarlayalım” diye başladı lafa Dut.
“Neyi? Küvet keyfini mi?” dedim anlamayarak.
“Evet, insan kıyafetlerden arınınca ruhsal olarak da çıplak hissediyor kendini.”
“Tamam yaparız, senin dersin yok mu hanım, hep kıçını yayıp oturuyorsun.”
“Var beyim, hatta ben üstümü giyip çıkayım yoksa gecikeceğim” dedikten sonra yanağımdan öptükten sonra giyinmeye başladı.

Her baktığımda tekrar tekrar hayran oluyordum Dut’a. Son zamanlar belli belirsiz göbek yapsa da güzelliğinden zerre kaybetmiyordu. Hele saçları, uzadıkça kıvır kıvır oldu, kıvırcıkmış Dut’un aslı. Saçları neredeyse omzuna düşmek üzre, kıvırcık olduğundan geç düşüyor. Taytını giyerken dönüp baktığında göz göze geldik.

“Ne bakıyorsun be sapık gibi?”
“Çok güzelsin.”
“Mersi canım ama seni bu güzellikten mahrum etmek zorundayım” deyip eteğini de geçirdi kıçına. “Derse geç kalacağım biraz daha oyalanırsam, zaten parlak bir öğrenci profili çizmiyorum, gidip gözüne gireyim kadının” dedikten sonra tadı damağımda kalacak bir öpücük verip çıktı odadan, ayakkabılarını giyerken tekrar seslendi içeriye “sen de dersini kaçırma! Akşam ararım, kızlarla bizde ders çalışacağız, gece gelmem kalmaya.”
“Sanırım bu acıya katlanabilirim.”
“Siktir oradan!”
“Ben de seni seviyorum.”
“Kaçtım ben” dedikten sonra kapının kapanma sesi geldi, Dut haklıydı, hazırlanmazsam dersi kaçıracaktım.


*Arkası yarından sonra*


2 Comments

mirage dedi ki...

Dutu böyle okumak çok koyuyor be ağbey

yufkayureklikelgobekli dedi ki...

Madem öyle yarından sonraki yazıda bir sürpriz yapacağım, bekleyiniz ^_^

Blogger tarafından desteklenmektedir.