İlk yemeğimi yapmış olmamın haklı gururuyla aldım ays-timi yaktım sigaramı oturdum güncemin başına. Ne mi yaptım? Sence? Tabiiki makarna. Ama o bildiğin makarnalara benzemez. Salçalı, domatesli, baharatlı falan. 10 numara oldu.
Hastalığı üstümden atmaya başladım. Sonra dedim hergün hergün peynir ekmek olmaz. Çıktım Penny’ye baya bi dolandım ne alayım diye. 2’lik ays-ti şeftali, 1.5’luk elma suyu, elma, mandalina, salça, makarna, Gazi marka kaşar, domates, margarin, tuz, baharat, nescafe, bulaşık deterjanı. Hepsine 22.53 verdim. Salam sosis falan da alayım dedim de hepsinde şıvayn yazıyodu, caydım. Şıvayn domuz demek, artistlik yapayım biraz. Yani koyu dindar olup “yook katiyen ben domuz eti yemem” dediğimden dolayı değil, Kıbrıs’ta yemiştik domuz sucuğu çok feci bişey. Çok yağlı falan, insanda iştah bırakmıyor, ondan almadım. Penny’nin fiyatları hakkaten iyi. Geçen bahsettiğim bira tenekesi şeklinde 50’lik Coca Cola 59 cent idi orda. Ben 69’a almıştım. 10 cent 10 centtir.
Buzdolabını ve mutfağı bok götürüyor, bi ara Ali’ye söyleyeyim de bi el atsın.
Gelince öyle hemen yemek olayına girişmedim. Önce peynirli, domatesli bi sandviç yaptım kendime oturdum Almanca çalıştım kendi kendime. Şu dil kartlarındaki edat ve sıfatların alayını yazdım, yazarken aklımda kaldı tabi. Allah razı olsun Çağla, ne iyi ettin de verdin şu kartları, bir de Fono’yu. Hakkaten işime yaradı. Almanca’dan hiç gözüm korkmuyor, korkmalı mı emin değilim. Herkes “sıkı tut hacı Almanca’yı” diyor ama nedense gereksiz bir özgüven var içimde Almanca’ya dair. 2 günde sayı ve renkleri öğrendim. 12 tane soru şeysi varmış, yarın da onları hallederim.
Müzik hakkaten ilaç gibi ya. Ali ne konuşuyor ne müzik dinliyor, içerisi kütüphane gibi. O gidince ben de abanıyorum müziğe. Ayrıca kapalı alan gerçekten bana göre değil, sırf bakkala gidip gelmek bile kendime getirdi beni.
Sera. Yan odadaki kız. Annesi İspanyol, babası Türk imiş. Allahım bu kadar gürültülü biri olamaz. Bilgisayarından TV açık zaten sürekli o da yetmezmiş gibi telefonda sürekli anasıyla, babasıyla kavga. Paso bağırıp duruyor telefonda. Hayırsız evlat nolcak, anaya bağırılır mı lan! İspanyol olsa bile!
Bazen diyorum Ali hiç gelmese. Yok şu an. Adamın telefonu bile yok lan bende. O kadar iletişimimiz var. Adam sürekli “bak hocam, buralar şöyledir, böyledir, kesin dönüş yapan arkadaş çok oldu, Türkiye’ye bi gitsek artık, hasretlik zor” falan modunda. Adam sanki mahpus damında. Alla alla o kadar acı çekiyorsan kapı orda, uçak orda, yürü git. Adamın bi de saatleri ilginç. Gece gidiyor arkadaşının odaya, sabah geliyor uyuyor, akşam üstü kalkıyor, bi yerlere gidiyor, sonra gece geliyor uyuyor, sabah kursa falan gidiyor, çamaşır yıkıyor sürekli. Off bi de horluyor ki sorma gitsin. “Horlarsam dürt hocam” dedi ama ben dürtemem ki. “Yazıktır lan çocuğa, bırak uyusun” der uyumaya çalışırım. Ama dürtücem bundan sonra.
Yarın Sinan’ı arayayım yine. Hem kusura kalma diyeyim kustuğum için hem de birkaç bişey sorayım. Mesela hangi kafelerde wireless vardır falan diye. Starbucks’ta var mıdır acaba? Bir de fotoğraf makinası gerekli. O kadar gezdim tek fotom yok. Ayrıca 2’lik flaş diskte gerekli. Bir de Naruto’nun onda bölümleri var mıymış onu sorayım. Var derse 8’ine (kayıtlara) kadar oyalanacak malzemem olur elimde. Hem varsa vakti takılırız falan. Yok öyle takılmaktan bahsetmiyorum. Uslu uslu Irish Pub’ta falan.
Söylemiş miydim? Burada sigara “Tabak”lardan alınıyor. Markete gidip “usta bi marlboro” diyemiyorsun. Sigarayı ayrıca dükkanlar satıyor. Bugün bakkala giderken bi tabakın önünden geçiyordum. Üzerinde marijuana şekilleri olan bonglar satılıyor. Oha lan! Aslen yasak or içilmesi ama malzemesini satıyor adamlar. İsteyen olursa getiririm buradan gelirken.
Bugünlükte bu kadar canlar, yazıcam daha.


Blogger tarafından desteklenmektedir.