Güne Nutella ile başladım. Ardından bir fincan kahve için Ali’nin ketıla su koyduğum sırada “benim ketılı mı kullanıyorsun hocam?” diye bir soruyla karşılaştım. Kaç tane ketıl var, seninkini kullanıyorum tabi diyemedim, “evet, müsadenle tabi” demek zorunda kaldım. Hoşnut olmadığı belliydi. “İşte AED’ye gidince söyle ihtiyaçlarını alabileceğin yerlere götürsünler, ne bileyim vardır illaki ihtiyaç listen yeni geldin sonuçta. Bi ketıldır, mutfak malzemesidir falan...” Olm açık açık “kullanma ketılımı” desene. Biz de ona göre çözüm üretelim. Ama bugün yıkadım derin tavamı onda kaynattım suyumu, kahvemi onda yaptım. Ne demişler “kasaba minnet edeceğine, kes çükünü ye!”
Mutfağın lambası patladı galiba, zaten pır pır edip duruyodu.
Kararlıydım, Sinan’ı arayacaktım. Kahvaltım bitti, aradım Sinan’ı, kapattı. O aradı ardından (“kontörün gitmesin hacı, bende beleş var, sen çaldır kapat, ararım ben” demişti daha önce)
- Hacım napıyosun?
- İyidir Sinan ya, sıkıldım bi arayayım dedim.
- İyi yapmışsın hocam, napıcan bugün?
- Hiç ya, bi de kusura kalma geçen gün için.
- Hiç lafı olmaz ya, olur öyle takılma ona.
- Eyvallah saolasın. Ya bikaç bişey sorcam; Buralarda kafelerde vayrlıs yok mu? Bi de sende Naruto’nun bölümler var mıydı?
- Her kafede yok hacı. Naruto’yu da ben netten izliyorum, eski kız arkadaşımda vardı tüm bölümleri ama şimdi muhatap olmak istemiyorum.
- Anladım gerek yok zaten ya sırf Naruto için muhatap olmaya.
Ardından biraz Naruto geyiği
- Bu akşam İtalyan restoranında çıkıcaz gelsene.
- Süper olur, sıkılmıştım zaten.
- Tamam ben 4 gibi biyere perküsyon almaya gidicem, dönüşte ararım, U-Bahnda buluşuruz, bize gider biraz takılırız ardından çıkar maçı falan izleriz.
- Tamam o zaman araşırız.
- Tamam hacı, görüşürüz, arıcam ben seni.
Saat 2. Banyo falan yaptım. Vakit nasıl geçer diye düşünerek önce bi evi aradım açan olmadı, kızların evini aradım, daha hiç biri gelmemiş Ankara’ya orayı da açan olmadı. Ben de nicedir izlemek istediğim Vengo’yu izledim. Süpermiş ya film. Böyle bir aile dayanışması daha önce görmemiştim. Hele Diego için yaptıkları falan. O Diego gerçekten zihinsel engelli değilse eğer muhteşem rol yapmış.
Film bitti, saat 4 oldu. Film başlamadan önce annem aradı yarım saat falan lafladık. Tütün sarayım dedim, lazım olacak, sarılı tütünüm yok. Neyse 20 kadar tütün de sardım saat 5’i geçiyordu. Aradım tekrar, yoldaymış gidiyormuş. Bileti yoktu, yakalanmış isim ve soyad sıkarak kurtulmuş ellerinden. 6’ya doğru aradı, ben de çıktım yurttan. U-Bahnda buluştuk, arkadaşından cajon almış. Neyse atladık metroya bunların eve gittik, yolda da bolca muhabbet. Perküsyon üzerine tabi. Eve geldik, süper tarihi bir ev, metrodan çıkınca çok yakın, bulması çok kolay. İçeri girdik önce odasına yerleştik, evi gezdirdi. iki oda bir mutfak bi tuvalet. Duşakabin evin orta yerinde. Çok ilginç. Ev arkadaşının annesi gelmiş Türkiye’den, kedisini de getirmiş, pofuduk tüylü bi İran kedisi. Çok tatlı lan, uyuşuktu biz geldiğimizde, yeni uyanmış belli. Neyse ayaküstü hemen bi nete girdim, bloga yazdıklarımı geçirdim sonra “hadi kalkalım” deyince anca blogla uğraşabilmiş oldum. Başka birşeye bakmadım nette.
Oda arkadaşının yatağının üstünde kocaman Ohm var. Bi duvarda Atatürk, diğer duvarda da Bob Marley. Sinan’ın duvarda da bi sürü Dalailama Fotoları var. O an gözüm tuttu işte. Daha bi sevdim. Bikaç Hindistan muhabbeti döndürdük. Sonra çıktık evden.
Metroda reikiden falan konuştuk, enerji falan. Adam eğitmiş kendini bu konuda. Reiki yapıyor, şifacı bir nevi. Tarotla falan da ilgiliymiş, tam kalemim adam.
Kino diye bir alışveriş merkezi gibi bir yere vardık. Önce Türk kebapçısına oturduk BJK – GB maçı izledik, köfte yedik muhabbet ettik. Sonra bunun grup arkadaşları geldi, aletleri kurmaya gitti ben maça devam ettim. 4 – 1. Güzel maçtı. Neyse ben de rodi gibi dikildim başlarına, elemanlarla muhabbet falan ettik. Erdal’la daha önce tanışıyorduk zaten, diğerleri de sıcakkanlı adamlar. Gitaristleri geçici bi adammış, Sırp ve gitar profesörü. Adam hoca yani, ders falan veriyor üniversitede. Bi adam daha vardı yabancı, o nereli bilmiyorum o da obua çalıyordu. Ben obuayı daha kocaman bişey sanıyodum, bizim klarnet gibi bişey.
Performansları süperdi. Birçok bildiğimiz şarkıyı chill outa benzer bir tarzda söylediler.”Herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam...” Bu şarkının beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmezdim. Vokalde Erdal ve Sinan. Erdal’ın ses harbi süpermiş. Bunların diğer arkadaşları falan da geldi, ben yabani gibi muhabbet etmedim hiç, neden bilmem. Gece boyu şişko bi Avusturyalı Türk karı kesti durdu, sinir oldum.
Saat 12’yi vurunca balkabağına dönüşmemek için “bana müsade, memnun oldum hepinizle tanıştığıma” diyerek uzaklaştım ortamdan. Süperdim ya, hiç bişey keyfimi kaçıramazdı. Geldim yurda Ali yatıyor. Ohh daha iyi. Aldım bi bardak ays-ti oturdum bi sigara içtim önce, sonra yattım ama 2 saat falan uyuyamadım. Hayal falan kuruyorum “lan başka yurda çıkmam şart, yoksa eve falan mı çıksam, şu Ali gitse ya da biran önce” falan diye.
* Kendime not: Ali’den kurtul!


Blogger tarafından desteklenmektedir.