Sonunda Viyana’cığımıza vardık. Tepeden güzel görünüyor gayet, her yer bembeyaz. Tuna Nehri amma büyükmüş. Sorunsuz indik. Uçağı düzgün indiren pilotu alkışlamak Kıbrıs’a özel bişey değilmiş, Dortmund’a inerken de, Viyana’ya inerken de alkışladılar adamı. İşini yaptığı için alkışlanan tek insan o değil ne de olsa diyerek üzerinde pek durmadım.
Aktarma esnasında önce biletli yolcuları, ardından aktarma kartı olan yolcuları almışlardı. O sıradaki bi anekdotu anlatmadan geçemem. Yaşlı bir Türk çiftte aktarma yapıyorlardı. Adam verdi aktarma kartını, kadın da verdi, adam geçti ve kadın tam geçeceği sırada oradaki görevli “ayn moment bite” dedi. Kadın neye uğradığını şaşırdı, Almancası yok. Kocasına sesleniyor “gavur dur dedi bana, Osman dur dur, gavur durdurdu beni”. Adamın umrunda değil gidiyor hala. Sanki “oh lan kurtulduk karıdan, kalsın orda” der gibiydi. Sonra bizim teyze de yürümeye başladı ama heyecanını, korkusunu ben hemen arkasından hissettim.
Bekledik bavulları. Hangi hattan geleceğini bilemediğimden önce bi şöyle yürüdüm her hatta baktım. Dortmund yazan bi ekran açıldı orda başladım beklemeye. Benimkini de en sonlara koymuşlar bekledim baya. Free shopa falan uğramadım bu sefer, direkt çıktım. Elinde “AED” yazılı bi çocuk bekliyordu, gittim yanaştım “meraba” deyin ce “Bilal?” dedi. Sanki yıllardır görmediği bi arkadaşını görmüş gibiydi. Sanki o “Bilal?” tepkisinden sonra “abi naber ya? Yıllardır görüşemedik, kilo almışsın baya, neyse geç arabaya yolda konuşuruz” diyecekmiş gibi hissettim.
Çıktık dışarı, atladık arabaya. Trafik kurallarına harfiyen uyuluyor. Bi de dikkatimi çeken otoparkta görevli yok. Girerken kağıt alıyosun, çıkarken otomat gibi bi yere para ödüyosun o da sana bi kart veriyor onu okutup çıkıyorsun dışarı. Güzel fikir.
Yolda elemana telefon geldi, bizimkiler beni merak etmiş. Tabi 07:30 gibi ineceğimi sanıyorlardı, ne yalan söyleyeyim ben de. Saat olmuş 11:30. Tutuşturdu telefonu elime al ara sizinkileri dedi. Aradım, anam kudurdu. “Bu saat oldu neden aramıyon, öldük meraktan” falan diye. Anlattım durumu, sonra konuşuruz diyerek kapattım telefonu.
Geldik şirkete. Orada oturduk biraz, Şahin Bey mi ne idi onun telefon trafiğinin bitmesini bekledik. Havadan sudan lafladık. Sonra ilk olarak GSM hattı, yastık ve yorgan edinmem gerekiyormuş. Onları hallettik, bi Türk restoranında yemek yedim. Menü alıyorsun pilav, ev yemeği, salata, çorba 5.50€ çay ve su ikramdı. Bi de oturdum yemek üstü süper bi sigara yaktım çayla birlikte. Süper geldi, dışarı çıkmam gerekmedi sigara için. Şirketin bulunduğu mahalle Türk mahallesi gibi bişeydi. Hangi dükkana girsek “selamün aleyküm abi” diyerek girdik. Artık yorgunluk gözlerimden hatta paçamdan akıyordu. Yurda gidip dinlenmek gerekti.


Blogger tarafından desteklenmektedir.